Korkut Göze

İyi ki geldin!

6 Ocak 2008
BEŞİKTAŞ, ilk on dakikada 4 net pozisyon yakaladı. İkisinde Nobre, ikisinde de Batuhan sahne aldı. Ve Beşiktaş 4 net pozisyondan bir gol çıkartamadı. Batuhan’ın harcadığı fırsatlar, toyluğun ve biraz da beceri noksanlığının çizgilerini taşıyordu. Ancak, Nobre’nin kaçırdıklarında tam anlamı ile bir bencilliğin ayıbını gördüm...

Belki de psikolojik bir baskının tedirginliği Nobre’yi yanlış yola sürükledi. Kenarda forma bekleyen Holosko’yu düşünerek araya erken bir gol sıkıştırmanın telaşındaydı Nobre...

Ertuğrul Sağlam, Holosko’yu ısınmaya gönderdikten sonra, Nobre’nin aklı ve gözleri Slovak futbolcuya takıldı. Her an oyundan alınacağını düşünerek ilk yarıyı tamamladı.

Korkuları yersizmiş Nobre’nin. Holosko’nun oyuna girmesi, Nobre’nin performansını da etkiledi. Ve Nobre, Holosko ile mükemmel bir 45 dakika geçirdi. Oyunun final bölümünde bir gol attı, bir kafa şutu direkten döndü. Daha da ilginci, her pozisyonda Holosko ile ortak bir davranış sergiledi.

Bencillik mi... Holosko’daki yardımlaşma ve birlikte oynama isteğini gördükten sonra egoizmi bir kenara attı. Kendine değil Beşiktaş için oynadı! Şimdi ben de düşünmeye başladım. Ertuğrul Sağlam, hücumda hangi ikiliyi kullanacak...

Holosko-Bobo mu? Yoksa, Holosko-Nobre ikilisi mi?

* * *

VE HOLOSKO sahne aldıktan sonra, gözler Slovak forvete çevrildi. Bir radar gibi 45 dakika onu taradı.

Elbette soracaksınız. Nasıl oynadı?

Klasik bir söylemle, 40 yıllık bir Beşiktaşlı gibi!

Öncelikle yardımlaşmayı seviyor. Herkes dar alanda etkili olamayacağını söylüyordu. Dün böyle bir sıkıntı yaşamadı. Nobre’ye attırdığı kafa golünde, dar alanda üç rakipten sıyrılıp, Nobre’nin kafasına ortaladığı top için şöyle söyleyebilirim...

Al da at!

Top ile buluştuğu anlarda çabuk hareketleniyor. Fazla oyalanmadan ve hiçbir fantaziye kaçmadan direkt kaleye yöneliyor.

Burada yine bir paragraf açaçağım... Topla hareketlenirken gözleri hep ceza sahasına koşan bir arkadaşını arıyor.

Nobre’ye attırdığı gol, bunun tipik bir örneğiydi. Bir de Higuain’in golünden önce topuğu ile Arjantinli arkadaşına attığı pas ile teknik açıdan da olumlu görüntüler sergiledi. Manisaspor’daki hocası sevgili Giray Bulak diyor ki...

Kenarda beklemeyi sevmez. Beklerse, küser!

Beşiktaş, onca parayı verdikten sonra... Burak Yılmaz ve Koray Avcı’yı da gözden çıkardığına göre... Holosko’yu kulübede bekletecek adam olarak göremiyorum.

Lütfen HÜRRİYET’in maç başlığına bakın. Ne yazıyor...

Beşiktaş, Holosko ile daha güzel!

Ben de öyle gördüm. Ve Holosko ile Beşiktaş’ın daha etkili ve farklı bir performansa ulaşacağına inandım. Dilerim, yanılmam...
Yazının Devamını Oku

Sümer’den Ersun Yanal’a

25 Aralık 2007
7 haftalık maratonu kazasız-belasız devirdik. Ufak-tefek sıyrıkları-sakatlıkları ve itişmeleri olaydan saymıyorum. Hani, bir-iki tokata, bileğe ve topuğa yönelik sertliğe de eyvallah... Yeter ki, sahadaki öfke tribünlere yansımasın, taraflar birbirine kıymasın. Pazar gecesi Süper Lig puan cetvelini düzenleyen servis arkadaşım, Sivasspor’un liderliğine farklı bir görüş çizdi. Dedi ki...

Her hafta sonu Sivasspor’un puanlarını işaretlemek için bilgisayarı açıyorum. Bir türlü alışamadım, hep şaşırıyorum.

Nedir seni şaşırtan?

Sivasspor’u hep puan cetvelinin alt sıralarında arıyorum. Sonra birden uyanıyorum. Hemen gözüm yukarılara kayıyor. Ve bıraktığım yerde buluyorum Sivasspor’u.

Arkadaşımın söyledikleri beni gerilere, 1992-93 sezonuna götürdü. Bir Anadolu takımı Kocaelispor da, Sivasspor gibi Süper Lig’in ilk yarısını lider kapamıştı.

15 yıl sonra Sivasspor da aynı gururu yaşıyor.

Bir gerçeği haykırmak gereğini hissettim. Sivaslılar’ın ötesinde, delice duygular taşımayan futbolseverlerin çoğunluğu da Sivasspor’un liderliğine alkış tutuyor. Söylendiği gibi Gönüllerin Takımı oldu Sivasspor.

Ve Sivasspor’un konumu teknik direktör sevgili Bülent Uygun’un söylemlerini de değiştirdi...

Biz şampiyon olamayız diyerek herkesi düşündüren Uygun, G.Birliği galibiyetinden sonra yine kafaları karıştıran bir açıklama yaptı...

Mehmet Yıldız’ı isteyenler, bastırırlar parayı ve alırlar. Ama almazlarsa, biz şampiyon oluruz! Bu sözlerine şu cümleyi de üstüne basa basa ekliyordu sevgili Uygun...

Mehmet Yıldız, tam bir yıldız. Bir takımın kaderini değiştirecek özelliklerle donatılmış bir futbolcu. Mehmet Yıldız kalırsa, biz şampiyon oluruz!

Sivasspor’un başarısını herkes gibi kutluyorum. Hem de yürekten. Ancak, Bülent Uygun’un, Mehmet Yıldız ile ilgili paragrafında kafamı karıştıran cümleleri çözmekte zorlanıyorum.

Sevgili hocam, gerçekten Mehmet Yıldız’la Sivasspor’un şampiyonluğa ulaşacağına inanıyor mu. Yoksa, Mehmet Yıldız’a iyi bir pazar mı arıyor?

Şunu daha açık ve net bir dille söylese!

* * *

HAFTANIN
maçı Kadıköy’de oynandı. Sanki, bir heyecan bulutu kapladı Kadıköy’ü. Tadı, damaklara yapışıp kaldı... Maçın ve sonrasının notlarına baktım. Bayağı ilginç olaylar gelişmiş...

Maçtan hemen sonra, sıcağı sıcağına Ersun Yanal’ın sözlerindeki espriye bayıldım. Savunma hatalarını ön plana çıkararak, diyordu ki...

Atılan 5 golde de katkımız vardı!

Maçın en kısa ve gerçekleri yansıtan eleştirisi bundan daha iyi olamaz.

Benzeri bir yorumu bundan yıllar önce Özkan Sümer yapmıştı. Kısaca anlatayım...

Yıllarca Trabzonspor’u çalıştırdıktan sonra G.Saray Teknik Direktörlüğü görevini üstlenen Özkan Sümer, bir de Trabzonsporlu futbolcu transfer eder. Adı Halil İbrahim. Ve bir Galatasaray-Trabzonspor maçında Halil İbrahim’e de görev verir. Ancak, çok kötü oynar... Rakip futbolcuyu hep kaçırır, savunmayı zora sokar. Ve Sümer’i adeta çıldırtır. Maç sonrası Özkan Sümer, H.İbrahim’i karşısına alır ve der ki...

Yahu İbrahim... Trabzonspor’da oynarken, Trabzonspor’a bu kadar yararlı olamadın. Bu denli hizmet etmedin. Şaşırdım kaldım! Ersun Yanal’
ın da söylediği gibi atılan 5 golde katkısı vardı Trabzonlu futbolcuların. Bu da işin ve haftanın esprisiydi...

* * *

VE
haftanın maçına iki adam damgasını vurdu. Biri Trabzonsporlu Yattara, diğeri F.Bahçeli Alex... Her ikisi de oyunun kısacık ömrüne unutulmaz güzellikler sıkıştırdılar. Yattara bir alemdi. İstatistiklere göre, hiçbir maçta bu kadar koşmadı Yattara. Her top ona atılıyordu. Buna rağmen 40 isabetli pas oranı ile oynadı. İlk golün asistini yaptı.

Ve R.Carlos ile giriştiği ikili mücadeleden 5 top çalarak bu maça özel bir ilgi ile hazırlandığını gösterdi.

Aklıma Yattara ile ilgili bir hikaye geldi. Sıkılmazsanız anlatayım... Türkiye’ye ayak basar basmaz Yattara’yı bir arabaya koyup, Trabzonspor kampına götürürler. Yine ayağının tozu ile Trabzonspor’un akşam idmanına katılır.

Samet Aybaba bir süre Yattara’yı hayranlıkla seyreder. Sonra yanındakilerine döner. Ve şöyle konuşur...

Bu adamın kesinlikle bir kusuru var. Ama nedir, bilemem. Yoksa, buralarda değil, Milan’da, Juventus’ta ya da bir başka devde olması gerekirdi!

Ve Alex de Souza...
Oyunda sadece 45 dakika kaldı. Çok mu başarılıydı? Yoo... Ancak, oyundan çıktıktan sonra değeri daha iyi anlaşıldı.

F.Bahçe, oyun disiplininden koptu, pozisyon üretmekte zorlandı. Ve egemenliği Trabzonspor’a kaptırdı. Bir gerçek üzerinde kimse polemikler yaratmasın...

F.Bahçe, Alex ile bir başka güzel!

Sadece güzel mi... Daha üretken, daha egemen ve daha güçlü.

* * *

İLK
yarı bitti. Ve Beşiktaş ilk yarıyı 34 puanla tamamladı. Yani liderle arasında sadece 3 puan fark var. Neye yanarım bilir misiniz?

Durmadan Beşiktaş’a sataştım, eleştirdim. Bunca yaygara sadece üç puan için miydi?

Galiba biraz haksız davranmışım!
Yazının Devamını Oku

Ne yani! Küfür mü etsin

18 Aralık 2007
SÜPER Lig’in 16. hafta sonuçları kadar söylemleri ve demeçleri de ilginçti. Bayılıyorum bu aleme... Her hafta sonu fanatiklerine, hastalarına dopdolu bir gündem sunuyor. Kalitesi beklenen çizgiyi aşmasa da, yaygarası ve heyecanı hiç eksilmeden sürüp gidiyor. Şimdi değişik konulardan derlediğim bir kokteyl ile geçen haftaya ışık tutmaya çalışacağım. Sık sık tekrarlanır...

Her yiğidin bir yoğurt yiyişi vardır!

Kezman,
G.Birliği maçında yedek kalmasına kızdı ve ısınmak için sahaya çıkmayarak soyunma odasında kaldı. Maç sonrası gazeteciler Arthur Zico’ya sordular...

Kezman’ın bu eylemini nasıl karşılıyorsunuz?

Brezilyalı teknik adam hiç istifini bozmadan yanıtladı soruyu...

Isınmaya çıkmayabilir. Böyle bir zorunluluğu yok. Kendi tercihidir!

Zico’
nun bu sözleri aklıma hemen G.Saray Teknik Direktörü Kalli’yi getirdi. Bir G.Saraylı futbolcu ilk onbirde oynamayışını protesto edecek... Takım ile birlikte ısınmaya çıkmayacak... Ve maç başladıktan sonra da gelip kulübede oturacak...

Kalli’nin tutumu ne olurdu?

Söylendiği gibi Yiğit’e göre değişir...

Kalli başarıyı, Alman ırkının taviz vermeyen kayıtsız-şartsız disiplininde arıyor.

Zico ise, Latin ruhunun hoşgörülü karakterinden kaynaklanan tatlı dille başarıyı yakalayacağına inanıyor.

Kim daha doğru düşünüyor?

Böyle bir sorunun en doğru yanıtını sezon sonunda göreceğiz. Hani diyorlar ya...

Saat 20.45’te!

* * *

G.SARAY-Sivas maçında tatsız bir olay yaşandı.

Servet Çetin, takım arkadaşı Arda Turan’ın bir hareketine bozuldu ve tepki koydu.

Neydi bu öfkenin anlamı?

Arda kaptırdığı topun peşinden koşmadı.

Sonra neler oldu?

Servet, 30 metre depar atarak Arda’nın yanına geldi. Bir güzel azarlayıp, sonra da itti!

Bu beklenmedik olaya değişik yorumlar yapıldı. Sonuçta, kamuoyu Servet’in tutumunu onayladı.

Benim oyum ise, Arda’dan yana olmasa da, Servet’in tavrına karşı.

Onbinler önünde bir arkadaşını azarlamak, sonra tutup itmek, moralman o futbolcuyu sıfırlamak ne dostluğa sığar, ne de profesyonelliğe...

Gider şikayetini hocana fısıldar, sonra döner işine bakarsın.

Ya Arda da ıskaladığın pozisyon için gelip ensene dokunsaydı?

Sevgili Servet, benzeri bir hareketi İstanbul Büyükşehir Belediye maçında Mehmet Topal’a da yaptın değil mi?

Böylesine sert olmasa da onu da azarladın.

Her neyse, Arda’ya yaptığın çıkışa ne tepkiler geldi?

Kalli
’nin sözleri yine bir atasözünü hatırlattı...

Bana dokunmayan yılan bin yaşasın!

Hiç oralı bile olmadı Kalli. Ve dedi ki...

Böyle kavgaları severim. Futbolcuları ateşler. Bu da takımın lehinedir!

Daha sonra bir de G.Saray Futbol Şubesi Sorumlusu Haldun Üstünel’den kısa ama çok çarpıcı bir demeç geldi...

Maçtan sonra Servet ile Arda bir araya gelip hemen barıştılar. Üstelik sarılıp, birlikte şarkı bile söylediler.

Bak işe... Sarılıp şarkı söylemişler.

Merak ettim, acaba hangi şarkıyı.

Belki de bir uzun hava!

* * *

HER
fırsatta hakemlere yükleniriz, suçlarız.

Bir yanlışını hiç araştırmadan, düşünmeden ve de hoşgörü gibi bir kavrama aldırmadan tepesine bineriz onların...

Oysa zor iştir hakemlik!

G.Birliği-F.Bahçe maçının hakemi Yunus Yıldırım iyi veya kötü bir yönetim gösterdi. Bunu bir kenara itiyorum.

Ama Alex ile kaleci Gökhan arasında geçen degaj olayında futbolcuların itirazları, bir gerçeği gün yüzüne çıkardı...

Kuralı bilmiyorlar!

Yıldırım,
işi gücü bırakıp, futbolculara kuralın gereğini anlattı. Golü geçerli sayamayacağını söyledi.

Bunları söylerken, hafifçe tebessüm ediyordu Yıldırım...

Bu tebessüme Zico’dan tepki geldi. Dedi ki...

Hakem dediğin ciddi olur. Yıldırım ise, oyun içinde sürekli gülüyordu.

Ne yapsın yani? Belki de aklına hep o konu geliyordu. Futbolcuların bilmedikleri bir konuda nasıl da üzerine çullandıkları aklına geldikçe gülüyordu Yıldırım...

Ne yapsın yani. Başkaları gibi küfür mü etsin!
Yazının Devamını Oku

İyi ki doğdun!

17 Aralık 2007
TRİBÜNLERİN öfkesine sahadaki Beşiktaş’ın da ortak tavır almasını hep yadırgarım. Hele, Beşiktaş’ın iyi oynadığı dakikalarda bir hakem kararına kafasını takıp, disiplinden kopmasını da hep eleştiririm.

Beşiktaş, dün de böyle bir yanlışı tekrarladı. Oyunun 16. dakikasında Nobre gole koşarken, son adam El Yasa’nın adeta elle tacizine uğradı. Yaka-paça indirdi Nobre’yi...

Pozisyon bir ceza atışı ve kırmızı kartı gerektiriyordu. Bülent Demirlek, hiç aldırmadı. Nobre’nin itirazına da sarı kart çıkarttı. Tribünler ayağa fırladı, sinirler gerildi. Ve tribünlerin sesine kulak veren Beşiktaş, bir süre oyundan koptu.

Oysa, skoru her an değiştirebilecek hırs ve hevesle doluydu. Sağ kulvardan Serdar Özkan ile geliştirdiği her atak, bir golün habercisiydi.

Delgado’nun ayağından çıkan her top ise, rakip kalede yaratılan bir heyecan dalgasıydı.

Bir golün her şeyi değiştireceği belliydi. İzleyenler bilir... Golü genellikle iyi oynayan futbolcu atar Beşiktaş’ta. Dün farklıydı. Kötü oynayan, varlığı hissedilmeyen Tello’dan geldi beklenen gol.

Gerçek bir frikik ustası Tello. Topu öyle bir noktaya gönderdi ki!

* * *

Edouard Cisse
savaşarak başladığı oyunu, aynı hırs ile sürdürdü. Orta alandaki her ikili mücadelenin galibiydi...

Beşiktaş, bir maçı ağız tadı ile kazanmayı beceremiyor. Farka gideceği bir oyunda sıkıntılar yaşıyor. Ankaragücü’nün golünde Beşiktaş savunmasının Alper Aydın’a verdiği pozisyon rahatlığı klasik hatalarının bir tekrarıydı.

Beşiktaş, 90 dakikanın genelinde değişken bir performans gösterdi. Özellikle yediği bir gol oyun kimliğini farklı bir çizgiye taşıdı. Birlikte oynama isteğinden koptu. Yardımlaşmada kesintiler başladı. Ve oyun egemenliğini bir süreliğine rakibe kaptırdı.

Ankaragücü’nün golünden sonra başlayan bu belirtiler, Beşiktaş’ın değişken karakterinden kaynaklanın kısa devreli bir şoktu. Ve Delgado’nun golüyle şoktan çıktı Beşiktaş.

İyi ki doğdun Delgado!

Tribünler bu gol ile birlikte Delgado’nun doğum gününü bir gün gecikmeli olarak çılgınca kutladılar. Ve ona bir sevgi demeti sundular.

Beşiktaş, haftalar sonra 3 gollü bir skora imza attı. Biraz geçmişi kurcaladım. Denizlispor maçı aklıma geldi. 6. haftada 2-0 yenik oynadığı maçı yine İnönü’de 3-2 kazanmıştı.

Bakalım, bu gollerin devamı gelecek mi?
Yazının Devamını Oku

İçime sindiremedim

12 Aralık 2007
BEŞİKTAŞ’ın yaşayacağı sıkıntıları oyun başlamadan önce biliyordum. Bir fırtına esecekti Beşiktaş kalesinde. Bunu da hissediyordum. Kafamda canlandırdığım sanal oyunda, Beşiktaş’ın yakalayacağı fırsat sayısında bile cimri davrandım. Bir veya iki pozisyondan fazlası mantığımı zorluyordu. Böylesine korkular ve kuşkularla doluydum.

Maç başladıktan sonra Beşiktaş’ın benden veya başkalarından daha güçlü bir moralle oyuna asıldığını gördüm. Ancak, Porto’yu yenmek için daha farklı değerleri yakalaması gerekiyordu Beşiktaş’ın...

Net pozisyonu yoktu. Ya da varlığını hissettirecek bir oyun zenginliği... Sanki, her şeyi etine-buduna, gücüne-kuvvetine göre ayarlamıştı.

Rakibi kendi yarı alanında karşılayacak ve çabuk hücuma çıkarak Porto’yu şok bir golle avlayacaktı. Şimdi soruyorum... Beşiktaş kaderini değiştirecek... Veya skoru zorlayacak... Ve birlikte oynayarak bir mucizeyi gerçekleştirecek bir takım kişiliğini yakalayabildi mi?

Bunları da geçiyorum. Beşiktaş’ı ateşleyecek, oyuna ağırlığını koyacak... Bir kahramana rastladınız mı Beşiktaş’ta?

Belki Delgado diyordum... Arjantinli ekseni etrafında dönerek oynadı. Ne topa, ne de oyuna hükmetti. Portekiz’den ithal malı Tello’nun ayağından tek pas ve şut çıkmadı.

Cisse, her geçen dakika oyundan düştü, kaybolup gitti... Bobo, hücumdaki yalnızlığından hiç yakınmasın. Herkes kendi canını kurtarmak gibi bireysel bir çaba içindeydi.

Sözün kısası, Beşiktaş bir takım kimliğinden yoksundu. Toplama bir sayfiye takımını andırıyordu.!

* * *

İPLER
ilk golden sonra koptu. Elbette umutlar da tükendi. Ne garip değil mi? Gol dakikasına kadar Beşiktaş’ın en iyisi Rüştü Rençber’in yediği goldeki yanlışına bir anlam veremiyorum.

Pozisyon sürerken, topu ve rakibi bırakıp, hakemle uğraşmasını herkes gibi yadırgadım. Oysa, ilk yarının son dakikalarında ardı ardına kurtardığı iki gollük pozisyonu hatırladıkça, böylesine saçma bir davranışı kabullenemiyorum.

Porto’nun gücünü biliyorum. Son oynadığı 18 Şampiyonlar Ligi maçında ve kendi sahasında sadece bir kez yenilmiş.

Portekiz liginde ise, 12 maçta yenilgi yüzü görmemiş. Ve en yakın rakibine 7 puan fark atarak şampiyonluğa koşuyor.

Beşiktaş, böyle bir rakipe tosladı. Yine de Porto’da oynadığı oyunu içime sindiremiyorum. Rakip kaleciyi ürkütecek tek şut atamayan... Akıllarda kalacak tek heyecan ve pozisyon yaratamayan... Bir sayfiye takımını andıran Beşiktaş’ın Porto’daki kimliğini içime sindiremiyorum.
Yazının Devamını Oku

Kadıköy lunapark mı!

11 Aralık 2007
HAKEM Fırat Aydınus derbiyi noktalayan düdüğü çaldıktan hemen sonra, Beşiktaş’ın efsane kaptanı ve başkanı Hakkı Yeten’in bir sözü kulaklarımda çınladı... Derbiler çocuk değil, kaşar işidir!

Derbilerin havasını koklamamışsa... Raconunu öğrenmemiş ve derbi korkusunu yüreğinden atamamışsa...

Yani, ’kaşar’ların yanında hala çocuksa, derbide işi ne?

Lunaparka değil sevgili Kalli, Fener derbisine gidiyorsun!

Gerets
de, G.Saray’daki ilk sezonunda böyle bir çılgınlığa yöneldi. Savunmanın sağına Uğur’u, soluna Ferhat’ı koydu.

O dönemde ikisi de henüz çocuktu. Sakalları bile terlememişti...

Sonuç mu?

Fener 4-0 kazandı!

Bu yıkımdan sonra Uğur Kayserispor’a giderek, kafasını toparladı. Ve yine G.Saray’a döndü. Ferhat’a neler oldu?

Kaybolup gitti. Hatırlayan var mı?

Evet... Sınırları aşmadan, bilmişliğe kaçmadan sadece düşüncelerimi söyleyeceğim.

Kalli de derbilerin ruhsal alemine sırt çevirdiği için Kadıköy’de nakavt oldu!

Yıllarca derbilerin içinde yoğrulmuş, havasını solumuş Hakan Şükür’ü kenara çek. Ümit Karan gibi F.Bahçe maçlarında gol şansı en yüksek adamı kulübede beklet...

Ve bir hafta önce İstanbul BŞB maçında sinir krizine yakalanan... Atılacağı gün gibi aşikar Hasan Şaş’ı oyundan almayarak, kaderini kırmızıya kadar zorla. Göz göre göre feda et Hasan’ı. Ve gencecik Barış’lar, Serkan’lar ve de diğerleri ile derbiye çık!

Bitmedi, devamı var...

Kalli’nin Kadıköy cehenneminde, sahaya sürdüğü onbirde sadece 3 futbolcu Fener derbisi oynamış.

Diğerleri, belki de Kadıköy yakasına bile geçmemiş, Saracoğlu çimlerinde koşmamış, dolaşmamış!

G.Saray’ın yaş ortalamasına baktım. Henüz 23...

Yanlış anlaşılmasın. Bu gençler belki de geleceğin şampiyon ekibini yaratacak. Alkışlanacak, övgüler alacak.

Ama Fener derbisi kazanmak ve bir özleme son vermek istiyorsan...

Derbi kokusunu solumuş, Kadıköy’un havasına-suyuna, taşına-toprağına aşina bir kadro ile dikileceksin Fener’in karşısına.

Çoluk-çocuk ile değil!

* * *

BİR Lincoln
ile Linderoth. Veya Hasan Şaş ile Ayhan Akman... Derbide oynasalardı, sonuç değişir miydi? Kesin bir yorum getirmek mümkün değil. Hele derbilerde... Ama daha sağlıklı ve derbiyi zorlayan bir G.Saray izleyeceğim konusunda, kalıbımı basarım.

Peki, F.Bahçe’de Alex oynamasaydı, farklı bir skor doğar mıydı?

Derbiyi ve F.Bahçe’nin ilk golünü gözlerinizde bir kez daha canlandırın...

Gökhan Gönül uzun bir taç atışı yaptı. Servet’in kafa ile karşıladığı top Alex’e geldi.

İşte, Alex böyle bir pozisyonda sahneye çıktı. Topu öyle bir noktaya attı ki, Semih’e sadece vurmak kaldı.

Yine hafızanızı zorlayın ve hatırlamaya çalışın...

Alex, o pası atarken, G.Saray savunmasında Servet, Song ve Volkan gibi üç eleman pür-dikkat pozisyonu izliyordu. Ama hiçbiri Alex’in pasını engelleyemedi. Sanki topu, iğne deliğinden geçirdi Alex.

Ve bir boksör gibi ileri çıkan G.Saray savunmasına kontra bir yumruk attı. İşi bitirdi.

Bu da kalite farkı!

Ve ufak bir not... Alex için hep söylenir...

Şu adam bir de koşsa!

Derbi sonrası istatistiklere baktım. Alex’i markajla görevli G.Saraylı Sabri Sarıoğlu 6 küsur kilometre koşmuş. Alex ise, 7 küsur kilometre...

Ölçümlere bakmadan kafadan sallayanlar, nasıl da yanılıyor. Değil mi?

* * *

YİNE
başa dönüyorum. Derbi sonrası yorumları okurken, gözüm Beşiktaş’ın eski teknik direktörü Mircea Lucescu’nun sözlerine takıldı. Diyor ki...

G.Saray’ın genç kadrosu psikolojik olarak derbinin ağırlığını kaldıramadı ve dağıldı. Ve şöyle tamamlıyor sözlerini...

Kalli, ikinci yarıya Hakan Şükür ve Ümit Karan’ı alarak başlasaydı, sonuç farklı olabilirdi.

Kariyeri belli. Hele yaşını başını almış Kalli gibi bir teknik adam, nasıl çocukça bir iş yaptı.

Şaştım doğrusu!

* * *

VE Süper Lig’de ilk yarının bitimine sadece iki hafta kaldı. Puan cetveline bir bakın. Bir Anadolu takımı ligin tepesinden aşağıdakileri süzüyor. Tebrikler...

Milyon dolarlık takımların hepsi Sivasspor’u yakalamak için koşuyor. Soluk soluğa Sivasspor’un peşindeler. Yine de sevgili Bülent Uygun’a bir sorum var... Hocam, geçen ayın maaşlarını ödeyebilecek parayı bir araya getirebildiniz mi!
Yazının Devamını Oku

Hücum mangası

8 Aralık 2007
ERTUĞRUL Sağlam hücuma yönelik bir kadro sürdü sahaya. Kulübedeki yedeklere baktım... Onlar da hücumu sevenlerden oluşan bir orduyu andırıyordu. Yani, söylemi ile eylemi arasında bir oynama yoktu Sağlam’ın. Ne demişti...

Beşiktaş’ın kredisi kalmadı!

Öyleyse, hep birlikte hücum... Ve Beşiktaş, ilk 45 dakika hücuma yönelik hevesini hep diri tuttu. Ancak, aklımda kalan tek gol pozisyonu, Bobo’nun ayaklarında karambole dönüştü.

Bobo’nun önünde yuvarlanan topa vurmakla-vurmamak arasında yaşadığı çelişkiler, Beşiktaş’a ağır bir fatura yükledi. Olası bir gol Beşiktaş’ın oyun kimliğini daha farklı bir çizgiye taşıyabilirdi. Beceremedi Bobo...

Bir süre Higuain’i göz hapsine aldım. Koşarak ve değişik bölgelerde dolaşarak oynamayı seviyor. Herhalde, yanlış yerlere gitti. Nereye koşsa, karşısında bir Bursalı buldu. Beşiktaş, üzerinde ağır bir sorumluluk taşıyordu. Seyirci baskısı ve kaybetme korkusu Beşiktaş’ı bir süre hırpaladı. İlk yarının son çeyreğinde stresi attı, oyuna asıldı.

Ah, şu top kayıpları... Beşiktaş’ın skora koştuğu dakikalarda Delgado, Cisse hatta Tello’nun ayağından çıkan hatalı pasları saymaya kalktım... Bir süre sonra ipin ucunu kaçırıp, bıraktım...

* * *

Yine de şunu söyleyebilirim. Top, Delgado ile Tello’nun ayaklarında hız ve çabukluk kazandığı pozisyonlarda, Beşiktaş’ın hücum etkinliği artıyor.

Serdar Özkan da tek başına oynama isteğinden bir kurtulsa...

Ertuğrul Sağlam, Higuain’e 60 dakikalık bir tölerans gösterdi. Sonra kenara çekti. İyi de yaptı...

Ve Burak’ı da, Bobo’nun yanına gönderdi.

Bu, 3 puana yönelik son hamleydi!

Burak
’ın varlığı Bobo’nun işini ve yükünü hafifletir diye düşündüm. İkisi de kalabalık Bursaspor savunması arasında kayboldular.

Oyunun geneli sıkıcı, coşkusuz ve tatsızdı. Ne Bursa ne de Beşiktaş oyuna kalite getirdi. Bir golün taraflardan birini 3 puana taşıyacağı belliydi. Ve o golü Beşiktaş yakaladı.

Pozisyonun doğuşu ve gol, akıl, çabukluk, nefis bir vuruş tekniğiyle donatılmış bir güzellikler dizisiydi.

Yaratanlar da Serdar Özkan ile Delgado idi...

Porto seferi öncesi bu 3 puan Beşiktaş için bulunmaz bir moral kaynağıydı. Hem ligde zirveden kopmadı, hem de tükenen kredisine yeni umutlar yükledi.
Yazının Devamını Oku

Ye Paşam ye!

4 Aralık 2007
SÜPER Lig’den iki feryat yükseldi. Biri Hasan Şaş’tan...<br><br>Ya Avrupa’da bir kulübe gideceğim. Ya da evde oturacağım! Nedir Hasan’ın derdi?

Şu hakemler yıllardır üstüme geliyorlar. Bıktım artık.

Ve bir başka isyan. Beşiktaş’ın Paşa’sı hem dertli, hem öfkeli. Söylediklerini bir dinleyin...

Beşiktaş’ta mutluyum. Oynasam da oynamasam da mutluyum. Bir yere gitmem!

Biri hakemleri kafasına takıp, Türkiye’den kaçmayı planlıyor...

Diğeri Beşiktaş’ta yakaladığı huzuru ve konforu kaçırmaktan korkuyor.

Hızını alamayan Ricardinho, gideceğini söyleyenleri de ağır bir dille eleştiriyor...

Palyaçolar!

Gitmesini isteyenlerin de ona yakıştırdığı bir sıfat var...

Kulübe Paşa’sı!

Hasan Şaş
için bir yorum getiremem. Öfkesi geçer, G.Saray’da kalır. Bilemem...

Paşa için derim ki...

Nereye gidecek. 33’ten gün almış bir futbolcuya Avrupa’da ekmek yedirmezler.

Burası mı?

Burası yağma Hasan’ın böreği...

Ye Paşam ye!

* * *

VE Semih Şentürk
yine gündeme geldi. F.Bahçe’nin kaptanı üzerinde değişik yorumlar yapılıyor.

Kimileri diyor ki...

Rakip savunmaya yaslanarak oynadığı sürece zorlanır, pozisyon şansı azalır.

Doğru olabilir.

Ama bir de Semih’i dinleseniz...

Zico,
ısrarla yaslanarak oynamamı istiyor. Böyle oynayarak, arkadaşlarıma pozisyon rahatlığı getireceğimi düşünüyor.

Dahası var...

Yaslanarak oynamasının bir başka yararını şöyle ifade ediyor Zico...

Rakip takımdaki iki stoperin oyuna katılmasını engelliyor. Bu da sistem gereği işime geliyor.

Ferman büyük yerden geldiğine göre, bir süre daha yaslanarak oynayan bir Semih izleyeceğiz!

Ve görüyorsunuz... Sistemler, özgürlükleri nasıl kısıtlıyor futbol denilen oyunda!

* * *

LİDER
G.Saray, İstanbul Büyükşehir Belediyespor maçında paçayı güç-bela kurtardı.

Bu arada, sık sık çizgi kenarına gelen ve oyuncularına direktifler yağdıran Büyükşehir Teknik Direktörü Abdullah Avcı’yı görenlerin aklına şöyle bir soru geldi...

Bu Abdullah Avcı’ya, sezon başında Felkamp’ın yardımcılığı teklif edildi. Doğru değil mi?

Evet edildi.

Sonuç?

Ret!

Kimse, G.Saray gibi bir kapıyı kaçırmak istemez.

O da doğru.

Ama Abdullah Avcı kendi kültürüne ve ideallerine göre bir takım yaratmak istedi.

Ve yarattı da... Büyükşehir Belediyespor.

Üstelik, bu takımı G.Saray taraftarına bile alkışlattı!

* * *

NE
umutlarla geldiler Süper Lig’e...Şimdi 7 puan ve eksi 18 averajla puan cetvelinin dibine demirlediler.

Ve Kasımpaşa sonunda Werner Lorant’ın da görevine son verdi.

Zaten bu nikah başından sakattı.

Lorant’ın Türkiye macerasına bir bakın...

F.Bahçe, Sivas, Erciyes ve Kasımpaşa.

Hangi takımda tutundu ki...

Kasımpaşa’ya yararı olsun!

* * *

VE haftanın stresi başladı. F.Bahçe-G.Saray derbisinin heyecanı cumartesine dek hiç kesilmeden sürecek.

G.Saray’da Hasan Şaş yok. Lincoln’ün sakatlığı sürüyor. Oynar mı? Çok zor.

F.Bahçe’de sorun yok. Sakatların hepsi düzeldi. Tam kadro derbiyi bekliyor.

Ne garip! Bunların hiçbiri konuşulmuyor. Akıllar bir noktaya takılmış gidiyor.

Derbiyi hangi hakem yönetecek?

Kim yönetecekse, vay haline!

Dünyanın en büyük derbilerinin hiçbirinde
hakem derbinin üzerine çıkmamıştır.

Süper Lig’de elini uzatana hal-hatır sormadan hemen bastırıyorlar...

Derbiyi kim yönetecek?

Allah bir kez daha kolaylık versin derbinin hakemine!
Yazının Devamını Oku