26 Şubat 2008
KARL Heinz Feldkamp: Haftanın suçlanan üç isminden biri. Kasımpaşa maçı sonrası dedi ki...<br><br>Bıçak Fener’in sırtındaydı. K.Paşa’yı yenseydik, o bıçağı köküne kadar saplamış olacaktık! Düşündükleri gerçekleşmedi Kalli’nin. Ve Kasımpaşa yenilgisi ile o bıçak dönüp Kalli’ye saplandı.
Şimdi, eleştiri okları Kalli’nin o yorgun bedenini yaralıyor...
Bir yandan yazılı ve görsel basın. Diğer yandan G.Saray’a gönül verenler... Hep birlikte Kalli’ye yükleniyor...
1-Kalli, rakibi küçümsedi. Ve sahaya mücadele etmeden bol gol atacağını sandığı bir 11 çıkardı.
2-Feldkamp, takım kurarken deney yapmaya kalkışınca, Galatasaray sıradan bir takıma dönüştü.
3-Lincoln’ün yanına çıtkırıldım Carrusca’yı koyunca, Galatasaray bir anda toz-duman oldu.
4-Kalli, sadece bir maç değil, çok şeyler kaybetti.
5-Galatasaray’ın gelecek haftalarda çok arayacağı puanları Kalli cömertçe harcadı.
6-Alman hoca, Kasımpaşa maçında da fantazilerine bir yenisini ekledi.
7-Kalli, herhalde Zico’ya özendi. Ve bedelini G.Saray ödedi.
Ve daha nice eleştiri ve suçlamalar...
Ancak, maç sonrası sıcağı sıcağına seyirci öfkesinden nasibini alan biri daha vardı. Taraftar çığlıkları bir bakıma anlamlı bir sitemin sesli anonsuydu...
Seni seviyoruz Hagi!
Hani, derler ya... Kızım sana söylüyorum, gelinim sen anla. 25 milyon Euro’luk Lincoln’da aradığını bulamayanlar, Hagi üzerinden Lincoln’e bindiriyordu. Bir bakıma haklıydılar. İstatistiklere baktım. Berbat bir karne... 17 pas hatası. 21 top kaybı. 7 orta, 5’i boşa. 4 şut, biri isabetli. O da kalecinin kucağına...
* * *
ARTHUR Zico: Sevilla galibiyetinin keyfini sürerken, Süper Lig’de bir balyoz gibi inen Bursa yenilgisi.
37 maçtır Saracoğlu’nda yenilgi görmeyen F.Bahçe, 1 Ekim 2006 yılında yine aynı statta boyun eğdiği Bursaspor karşısında yeni bir şok yaşadı.
Yine görsel ve yazılı basın, taraftarlar ve sorumlular. Hep birlikte suçlu avına çıktılar ve F.Bahçe’ye bu şoku yaşatanı yaka-paça yakaladılar.
Arthur Zico!
Neydi suçu?
Bilinen kadrodan 9 adamı kesip, yedeklerden oluşan bir takımla oynadığı için.
Sadece bu mu?
Hayır. Bu kadroyu oyuna gerektiği gibi motive edemediği için de eleştiriliyor.
Bir de şöyle düşünsek...
F.Bahçe’yi Anadolu takımlarından farklı kılan güç nedir? Öncelikle F.Bahçe’nin teknik yapısı. Ve daha sonra skoru ve maçı etkileyecek adamların çokluğu.
Yoksa, fizik kondisyon açıdan her Anadolu takımı Fenerbahçe kadar sağlam ve sağlıklı. Yani, Bursaspor’un karşısına özellikleri sınırlı bir kadro sürersen, Kadıköy’de de olsa, bu faciayı yaşayabilirsin...
Çünkü rakip, senin kadar koşuyor. Senden daha çok savaşıyor. Çünkü kazanmayı senden daha çok arzuluyor. Ve Fener’i yenmenin getireceği sükseyi yaşamak istiyor.
İşte, Zico’nun birkaç ay önce Gaziantepspor karşısında denediği benzeri bir kadro, bu kez Bursaspor maçında iflas etti.
Galatasaray Teknik Direktörü Kalli’den sonra F.Bahçe Teknik Direktörü Zico için de aynı şeyleri söylemek mümkün...
F.Bahçe’nin gelecek haftalarda çok arayacağı puanları, Zico cömertçe harcadı!
İyi de hep oynamak için can atan yedekler, bu sonucu değiştiremez miyidi?
Mümkün değil. Rakip takım futbolcusu, yaklaşık 60 metre top sürecek boş bir alan yakalıyorsa... Hiçbir caydırıcı müdahale ile karşılaşmadan rakip kale sahasına kadar geliyorsa...
Ve yine rakip sahanın her bölgesinde oyunu istediği biçimde sürdürüyorsa... Açıkçası fink atıyorsa... Buna da hiç bir futbolcu tepki göstermiyorsa... F.Bahçe’yi sahadaki onbir de kurtaramazdı. Zaten onlar da suçu kendilerinde değil oynatan da buluyor.
* * *
VE Ali Tandoğan: Denizli-Beşiktaş maçı oynanırken, ikinci golden sonra bir arkadaşım bir soru yöneltti...
Beşiktaş bu sezon hiç böyle rahat bir maç kazandı mı?
Hemen yanıtladım...
Neredeee!
Aradan geçen dakikalar, işin hiç de kolay olmadığını gösterdi. Ali Tandoğan’ın kırmızı kartı, bir çuval inciri berbat etti. Ve sıkıntılar bir kabus gibi Beşiktaş’ın üzerine çöktü.
Beşiktaş, bu maçta puan yitirseydi... Yahut yenilseydi, fatura kime kesilirdi?
Öncelikle Ali Tandoğan’a.
Bir sarı kartla oynayan Ali Tandoğan’ın ikinci sarı karta yönelen hareketi ne kadar gereksizdi. Santra yuvarlağında, tehlikeden uzak bir bölgede, rakibi arkadan çekmek ne saçma bir davranış.
Pozisyonu defalarca TV’den izledim. Rakip topla giderken, iki Beşiktaşlı savunma adamı Gökhan Zan ve İbrahim Toraman kademedeydi... Ve her an bir müdahaleye hazırdı....
Sevgili Ali Tandoğan benzeri bir hareketi, Beşiktaş’a geldiği ilk yılında ve oynadığı ilk lig maçında yine yapmıştı.
Deplasmanda Erciyes
maçında gereksiz bir kırmızı
kartla oyundan atılmıştı. Üstelik oyunun başında, ilk dakikalarda... Beşiktaş, bu maçta iki puan bıraktı.
Suçu kime kestiler?
Elbette Ali Tandoğan’a.
Şimdi neden beraat etti?
Beşiktaş kazandığı için!
Bizde işler böyledir. Üç puanın değeri, tüm suçları ve suçluları saklar.
Yazının Devamını Oku 23 Şubat 2008
BEŞİKTAŞ, çabuk oynayarak ve ani baskınla rakibi toparlanmadan yakalamayı planlamıştı. Ertuğrul Sağlam’ın oyun kurgusundaki bu iki faktörü Beşiktaş biraz gecikmeli uyguladı. İlk 30 dakikalık bölümde sadece Nobre’nin gollük bir kafa şutu ile Holosko’nun yarattığı bir pozisyonu hatırlıyorum. Holosko soldan geliştirdiği atakta iki savunma adamını çalımlarla geçerken nefis görüntüler sundu. Daha sonra, kale sahası içinde çırpınan Nobre’ye hiç aldırmadan topu kaleye şutlaması da bencilliğin en koyu örneğiydi.
Beşiktaş, ilk yarının son çeyreğine iki gol sıkıştırdı. İkisi de daha önce planlanmış bir düşüncenin uygulamaya sokulmasıydı.
İlkinde Nobre’nin savunmasından dönen topu çabuk bir hareketle Ricardinho’ya aktarması... Ve Ricardinho’nun ceza sahasına koşan Holosko’nun kafasına ortaladığı top, tasarlanan planın birer halkalarıydı.
İkinci gole emeği geçenlere kaleci Rüştü’yü de katacağım. Elindeki topu hiç bekletmeden oyuna soktu. Ali Tandoğan uzun bir pasla Holosko’yu kaçırdı. Ve Holosko’nun ortasını, Nobre tamamladı...
Ve bu iki golden sonra Beşiktaş rakip kaleye düzenlediği her atakta bir pozisyon yakaladı. İlk yarıyı daha farklı bitirebilirdi.
* * *
Beşiktaş’ın, Denizlispor maçındaki performansını iki ayrı bölümde yorumlamak istiyorum... Ali Tandoğan’ın kırmızı kart gördüğü dakikaya kadar geçirdiği bölüm. Ve kırmızı kart sonrası...
Özellikle ilk yarıda Beşiktaş, birlikte oynama ve yardımlaşma gibi iki önemli kavramı uygularken, tempoyu hep yüksek tuttu.
Ön plana çıkan iki adam, önce Nobre, sonra Holosko idi... Nobre, rakip yarı alanın her bölgesini dolaştı. Ağır yüküne karşın, her atakta da Holosko’nun yanına koştu, ceza sahasında nöbetçi golcü görevine soyundu.
Holosko, boş alanda yakaladığı her rakibi ikiye katlıyor. Bir veya iki olmuş hiç farketmiyor. Ayakları seri, hareketleri çok çabuk. Rakibi hemen oyundan düşürüyor.
Beşiktaş, 10 kişi kalana dek, rakibinden farklıydı. Geliyorum kırmızı karta. Daha doğrusu, Ali Tandoğan’ın işlediği büyük suçtan sonraki Beşiktaş’a...
10 kişi kalan bir takım ne yapar. Önce moral açıdan bir sarsıntı geçirir. Sonra yakaladığı avantajı korumanın telaşına düşer.
Oyundan düşer, bir kaosun içine sürüklenir. Beşiktaş da bu sıkıntıları yaşadı. Skoru korumak için geriye yaslandı, rakibe pozisyon yaratma fırsatı sundu.
Ve gol de bu dakikalarda geldi. Yediği gol bir alemdi Beşiktaş’ın. Rüştü’nün yumruklaması gereken bir topu tutmaya kalkması, Ali Tandoğan’ın kırmızı kartından sonra ikinci bir darbeydi Beşiktaş’a...
Beşiktaş bir maç kazandı... Hani, derler ya, kazanırken de Anasından emdiği burnundan geldi. Eğer kaybetseydi...
Fatura kimlere kesilirdi, söylememe gerek var mı!
Yazının Devamını Oku 19 Şubat 2008
SİYAH ve beyaz bir Süper Lig haftası yaşadık. Daha dün bir bugün iki... Ezeli rekabet, yeni doğan Futbol Federasyonu’nun kucağına bir bomba bırakıp, beklemeye geçti. Allah aşkına nedir bu telefon krizi!
Söylentiler ve tehditler bir hafta sürüp gitti. Dilerim, daha uzamaz. Şimdi tam zamanıdır. Yeni federasyonunun telefon krizine takınacağı tavır, ’kuruluş’un gelecek günlerine de ışık tutacak.
Kimilerine göre, Futbol Federasyonu bir sınavdan geçecek. Ve alacağı not, kimliğine, kişiliğine, gücü ve dirayetine bir açıklık getirecek. Böyle söylüyorlar ve konuşuyorlar.
Kimi, işin nereye varacağını, kimileri de yeni federasyonun etini-budunu merak ediyor. Herkesin hesabı başka...
Tanrı, yeni federasyona kolaylıklar versin!
Ve hemen bu konudan uzaklaşmak istiyorum. Karla kaplı bembeyaz bir Süper Lig haftasının akıllarda kalan ilginç görüntülerinden birkaçını gündeme taşıyorum...
4 Önce Roberto Carlos’un Rizespor kale direğinde patlayan şutu. Herkesin dilinde... Öyle falsolu bir vuruş yaptı ki, kaleci Özden de şaşırdı. Havada falso alıp direkten dönen top, yine Özden’in kafasına çarparak kornere gitti.
Roberto Carlos, benzeri bir şutu, 1997 yılında oynanan Brezilya-Fransa Konfederasyon Kupası maçında atmıştı. Fransız kaleci Barthez, Carlos’un frikiğinde, auta doğru yönelen topu seyrederken, birden falso alarak filelerle buluşmasını hiç unutamadı.
Maçtan sonra Barthez, gazetecilerin bir sorusunu şöyle yanıtladı...
Hayatımda yediğim en güzel goldü. Utanmasam alkışlayacaktım!
Roberto Carlos’un, o golle ilgili sözleri ise, daha da ilginçti...
Ben bu tür golleri çocukluğumda da atardım!
* * *
BİR başka anlamlı ve güzel görüntü yine Rize-F.Bahçe maçında yaşandı. F.Bahçeli Selçuk ile Cumhur arasındaki bir ikili mücadelede Cumhur yere düştü.
Cumhur, bir faul kararı beklerken, yan hekemden bir işaret geldi...
Devam et, oyna... oyna!
Cumhur da yerden kalktı ve başladı çiftetelli oynamaya!
Keşke, her kafası bozulan öfkesini ve tepkisini böyle dile getirse...
* * *
BEŞİKTAŞ, Ankaraspor maçında paçayı İbrahim Toraman’ın son saniye golü ile kurtardı. Bana göre, bu golün değeri gelecek haftalarda daha da artacak.
Bir düşünün... İki puan da Ankaraspor’a kaptıran bir Beşiktaş, hafta sonu Denizli deplasmanına nasıl bir moralle giderdi...
Ve yitirilen iki puanın sancıları, iki hafta sonra oynayacağı G.Saray derbisine nasıl yansırdı...
Lafın kısası, bu felaket Beşiktaş’ı nasıl bir kaosun içine iterdi.
İşte bunun için Toraman’ın golü, bana göre haftanın golü idi!
İbrahim Toraman, bu tip golleri ilk kez atmıyor ki... Toraman, berabere bitecek 3 lig maçını daha attığı gollerle kazandırdı Beşiktaş’a. Üstelik, bir başka anlamı daha var bu golün...
Toraman’ın kafasını kopartın ama sağbekte oynatmayın!
Bu bölgede oynamaktan hiç hoşlanmadığını biliyorum. İşte attığı gol sadece Beşiktaş’ı kurtarmadı, Toraman’ın 90 dakika sağbekte oynamaktan çektiği sıkıntıları da unutturdu.
Maçtan sonra Ertuğrul Sağlam bir yorum yaptı. Dedi ki...
Acı çeke çeke hedefe ulaşacağız!
Duydun değil mi sevgili Toraman. Acının en büyüğünü de sen çekeceksin. Gordon’un gelişi ile, galiba bundan böyle yerin, savunmanın sağ kanadı olacak...
Bozma kafanı. Sen orada da işini bilirsin!
* * *
HAFTANIN bir başka değerli futbolcusu F.Bahçeli Selçuk idi... Rakamlara göre, haftanın en çok top çalan adamıydı.
Tam 7 top çaldı rakibin ayağından.
Bunun ötesinde haftanın en isabetli pas atan futbolcusuydu Selçuk Şahin. 66 pası hedefini buldu.
Selçuk’tan sonra iki Fenerbahçeli futbolcu daha ikinci ve üçüncü sırayı paylaştılar.
Aurelio 58, Roberto Carlos ve Deivid 52 isabetli pasla oynayarak takımlarına katkı yaptılar.
* * *
VE Ankaraspor maçında Başkan Yıldırım Demirören’e küfür eden taraftar yakalandı. Adı Yusuf Yıldırım. Kombine bilet sahibi ve koyu bir Beşiktaş taraftarıymış.
Yusuf Yıldırım’ın yanındaki
arkadaşları ise, olaya şöyle bir
savunma getirmişler...
Biz Demirören’e değil, Ankaraspor’un gollerine sevinen Melih Gökçek’e kötü şeyler söyledik. Bizim başkan yanlış anladı!
Kapa çeneni be adam...
Özrünüz kabahatinizden büyük!
Yazının Devamını Oku 17 Şubat 2008
BEERBAT bir havaydı. Karlı, buzlu ve soğuk... Kısacası, teknik ile taktiğin sökmediği bir zeminde oynadılar. Ve kazanmak için boğuştular. Böyle havaların bir raconu vardır. Beşiktaş da ortama göre davrandı. Riskten kaçtı, tek pas ve uzun toplarla oynadı. Kötü saha, düşünceleri uygulamaya pek fırsat vermedi. Paslar buzlu zeminde bazen kaydı, zaman zaman da sulu bölgelere takılıp adam yanılttı... Yine de ayağına güvenip, riski deneyenler vardı Beşiktaş’ta. Delgado’nun bir-iki uzun klas pasını kovalayanlar, yarı yolda kayıp düşünce, emekler de boşa gitti.
Rakip, ilk 45 dakikada Beşiktaş’ın üzerine pek gelmedi. Savunma da rahat oynadı... Böyle bir rakip yeni transfer Gordon için sağlıklı bir yorum yapmamı önlüyor. Yine de birkaç kelime ile merakları gidereyim...
Gordon, riskten özellikle kaçtı. Buzlu sahanın başına iş açabileceğini bilerek oynadı. Kesinlikle hücuma katılmadı. Ve Gökhan Zan’ın yanından hiç ayrılmadı.
Olumlu bir yönü gözüme takıldı. Çevresi ile diyalog kurmaya özen gösterdi. El-kol işaretleriyle kaçan rakibi arkadaşlarına hatırlattı..
Sağlıklı bir yorum için iyi bir hava ve temiz zemini bekleyeceğiz.Yine de söyleyebilirim... Beklediğim yabancı değildi.
* * *
Gelelim madalyonun diğer yüzüne. Bir takımın 2-0 önde götürdüğü bir oyunda ve 3 dakika içinde iki gol yemesine bir anlam veremiyorum.
İlk yarıda rakibin pasif oyunu ile rahat bir 45 dakika yaşayan savunma, özellikle oyunun son 15 dakikasında yine kronik hastalığına yakalandı.
Yediği ilk gol her zamanki gibi adam paylaşımındaki bilinen hataların bir kopyasıydı. İkinci golde ise, Beşiktaş savunmasını şaşkın bir orduya benzettim. Ceza sahası içindeki 5 savunma adamı De Nigris’i kontrol etmeyi beceremedi.
Her şeye karşın, Beşiktaş’ta koşan ve savaşan futbolcu sayısı bir hayli yüksekti. Nobre, saha koşullarına hiç aldırmadan yerlerde dolaştı, savaştı ve golünü attı.
Cisse, stiline uymayan zeminde fiziğini ve uzun boyunu kullandı. Hava toplarına egemendi. Tek pas oynadı.
* * *
İbrahim Toraman, savunmanın sağında görev aldı. Hatasız bir 90 dakika tamamladı. Zaten kötü de oynasa, yüreğinden kimsenin şüphesi yok. Yine son dakikada ortaya çıktı. Ve attığı golle takımını kurtardı. Holosko’nun attığı gole çocuklar gibi sevinmesini hiç yadırgamadım. İyi oynamadığı bir oyunda bir golün çok şeyi unutturacağını biliyordu.
İlk 45 dakikada pek fark edemedim. Ancak, oyunun final bölümünde genç Aydın Karabulut’un geleceğe yönelik iyi sinyaller verdiğini gördüm. Dün gecenin en iyisi kimdi diye sorarsanız... Hiç düşünmeden o buz gibi havada hiç kesmeden bağıran 12. adam derim... Yani tribündeki Beşiktaşlı.
Yazının Devamını Oku 12 Şubat 2008
BU ligin bilmecesi birkaç haftaya kalmaz çözülür. Ya da bahara kadar uzayıp gider. İki farklı düşünceyi savunanlar, bir de maratonun kaç takım arasında koşulacağını tartışıyorlar. Ve soruyorlar... Kim kopar bu yarıştan?
F.Bahçe yenilgisinden sonra Sivas’ı defterden silenler, şimdi de Beşiktaş’ın geleceğine fal açıyorlar. Ve diyorlar ki...
Ha koptu, ha kopacak!
Kayseri yenilgisinden sonra Beşiktaş’ı hemen bir zarfın içine koyup işi bitenler listesine postalamak doğru mudur?
Üstelik, bu takım G.Saray ve F.Bahçe derbilerini İnönü’de oynayacaksa...
Öyleyse, erken yaygarayı kesip, mantıklı düşünelim... Bana göre, Beşiktaş’ın işi ne zaman bitiktir, söyleyebilir miyim...
G.Saray derbisi öncesi oynayacağı iki maçta, bir kazaya uğrarsa... Üstüne üstlük bir de G.Saray derbisini kaybederse...
Bu sevda bir başka bahara sarkar!
Üstelik lider G.Saray ile arasındaki 5 puanlık fark, bir kambur gibi sırtında Beşiktaş’ın. Bir de fikstürüne bakalım Beşiktaş’ın...
Bilindiği gibi G.Saray ve F.Bahçe derbilerini İnönü’de oynayacak. Trabzon maçı da iç sahada. Deplasmanlara gelince... Olimpiyat Stadı’nda oynayacağı Belediyespor maçını da deplasman gibi algılamayın, tam 5 kente gidecek.
Denizli, Başkent’te G.Birliği, Sivas, Rize ve yine Başkent’te Ankaragücü...
Bu deplasmanların zorluk dereceleri nedir, siz karar verin sevgili Beşiktaşlılar. Ertuğrul Sağlam’a göre, üç büyükler arasında fikstür avantajı Beşiktaş’ta. Öyle diyor Ertuğrul Hoca...
İyi de, diğer deplasmanları Kayseri maçı gibi oynarsan, yandı gülüm keten helva!
* * *
VE Kayseri, Beşiktaş’ta bir gerçeği açığa çıkardı. Rakamlar-istatistikler bunu adeta haykırıyor. Önce Kayseri maçının istatistiklerine bir bakalım...
Kayserispor 27 faul yapmış, 3 sarı kartla maçı tamamlamış.
Beşiktaş 19 faul yapmış, 1 kırmızı, 6 da sarı kart görmüş.
Genele de bir göz atalım...
Kayserispor, şimdiye dek ligde 389 faul yapmış. Ligin en çok faul yapan takımı. Buna karşın 2 kırmızı, 60 sarı kartla cezalandırılmış.
Beşiktaş mı? 271 faul yapmış. Ligin en az faul yapan takımı. Yine de 4 kırmızı ve 46 sarı kart cezası almış.
Bu rakamları okuduktan sonra aklıma hemen Beşiktaş Asbaşkanı Levent Erdoğan’ın sözleri geldi. Dün verdiği bir demeçte diyordu ki...
Beşiktaş, bayan takımı gibi oynuyor!
Ve Kayserispor maçındaki oyuna da şöyle bir yorum getiriyor sevgili asbaşkan...
Beşiktaş’ın takımı ateşleyecek isimlere ihtiyacı var. Oysa, Kayseri’de hepsi hırstan ve heyecandan yoksundu!
Erdoğan’ın bu sözlerinden sonra kararı yine Beşiktaşlılar’a bırakıyorum. İlla ki, bir yorum diyorsanız...
Biraz sert oynayın, sert!
* * *
DİĞER iki büyükte havalar nasıl? Geçen haftanın sonuçları G.Saray ve F.Bahçe’de kış ortasında yine bahar havası estirdi.
Sık sık eleştiri masasına yatırılan Kalli, şimdi baştacı... Farklı Rize galibiyeti, daha sonra kupada F.Bahçe maçının futbolu ve Manisaspor karşısında yarım düzine gol... Ne diyorlar Kalli için...
Gencecik bir takım yarattı. Ve bu takımı bir sistemin değerleri ile besledi.
Peki, bu takımın yaşlıları ne alemde?
Örneğin, Hakan Şükür bunca gencin arasında ne yapıyor? Hemen söyleyeyim...
O, bu takımda hepsinden genç duruyor!
* * *
F.BAHÇE’ye gelince, OFTAŞ maçının sonucun-dan çok Maldonado’nun performansı konuşuldu ve yazıldı.
Ve Maldonado olumlu not aldı. Üstelik Zico, Şilili yıldızın iki ay idman yapmadığını, futbola ara verdiğini söylüyor.
Ve yazılı basın da Maldonado’nun varlığı ile Aurelio’nun oyun stilini farklı bir boyuta taşıdığını, ofansif bir kim- lik kazandığını ve F.Bahçe’nin bun-dan böyle hücumda daha etkili olacağını ileri sürüyor.
Sonuçta, Beşiktaş fırtınalı bir hafta geçirirken, G.Saray ve F.Bahçe güneşli günler yaşıyor.
Bu alemde işler hep böyledir. Kazandın mı, sorun yok. Hele bir kaybet...
Yazının Devamını Oku 10 Şubat 2008
RAKİP kararlıydı... Sert davranarak, hırpalayarak ve gerektiğinde sindirerek yenecekti Beşiktaş’ı. Beşiktaş’ın bunu hemen algılaması gerekirdi. Maçı oynayarak değil, ancak savaşarak kazanabilirdi.
Teknikten çok, fizik ve kaba gücün prim yaptığı bir girdabın içine düşmüştü Beşiktaş. Beşiktaş’ı pozisyona koşturacak ve yönetecek isimlerin hepsi kayıpları oynuyordu. Ricardinho’yu bunların dışında tutuyorum.
Tekmelerin ses getirdiği bir ortamda ayakta kalan tek futbolcuydu. Tello’ya attığı bir pas var. Gollük bir pozisyondu. Tello’nun böylesine kötü vuracağına hala inanamıyorum. Kaçırdığı fırsatın ötesinde, Tello’nun hiçbir olumlu hareketini göremedim. Delgado da, aşağı-yukarı aynıydı. Etkisiz bir ilk yarı oynadı. İkinci yarıda da dökülmeye devam etti. Yabancılardan Holosko ve Nobre de sert ortamda kaybolan diğer isimlerdi.
Böyle bir ortama prim tanıyan hakem Bülent Demirlek’e gelince... İşi baştan sıkı tutacaktı. Oyun, kavgaya dönüşmeden varlığını hissettirecekti. Beceremedi Demirlek...
***
Beşiktaş’ın yediği gole diğer haftalardan farklı bir şey yazmayacağım.
Bir serbest atışta, Koray’ın topla buluştuğu noktada hiçbir Beşiktaşlı futbolcu göremedim.
Golü, hep birlikte seyrettiler!
Ve Beşiktaş, sinirlendikçe oyundan düştü. Ertuğrul Sağlam, ikinci yarıda çift santrfora döndü. Doğrusu da buydu...
Kontratağa yönelik bir oyun sisteminde Nobre tek santrfor olarak ne yapabilirdi? Üstelik, bir haftadır griple boğuşuyordu, halsiz ve bitkindi.
Bobo’nun maç öncesi ısınırken, sakatlanmasına ne dersiniz... Üstelik oynasaydı ne farkederdi? Haftalardır bir şey yaptığı yok.
Beşiktaş’ta forma giyiyor. Aklı, Brezilya Milli Takımı’nda!
Beşiktaş’ın kazanması için en az Kayserispor kadar boğuşması ve savaşması gerekiyordu. Beşiktaş’ta en çok top kapan futbolcunun Ricardinho olduğunu söylersem, gerisini anlatmama gerek kalır mı?
Sistemin, cesaretin ve pozisyonun tükendiği bir oyunu kazanamazdı Beşiktaş. Ve kaybetti...
Yazının Devamını Oku 7 Şubat 2008
UYANIK TRİBÜNLER, Milli Takım’ı özel maç uyuşukluğundan kurtarmak için her yolu denedi. Coşku ve ilgilerini hiç eksiltmeden sürdürdüler. Ve sloganlarla ateşlemeye çalıştılar. Bir bakıma millilerin kazanma duygularını zorladılar.
Ne yapsalar olmadı. Milli Takım’ın özel maç tarifesini değiştiremediler. Ve özellikle ilk yarıda o düşük ve dağınık temposundan kurtaramadılar Mili Takımı...
Birini diğerlerinden ayrı tutacağım. Aurelio’nun bakış açısı ve oyunu algılayışı farklıydı. Sorumluluğunu taşıdığı bölgede gerektiği gibi savaştı. İlk yarının tek sarı kartlı adamıydı Aurelio...
Bu da iş ahlakı ve kazanma hırsının çarpıcı bir örneğiydi.
* * *
Takım kadrolarını okurken, Terim’in orta sahaya soyundurduğu isimlere bakıp heyecanlandım. Ancak, oyun başladıktan sonra hayal kırıklığına uğradım. Yıldıray Baştürk, oyunda kaldığı sürede ayağına gelen topların her birini karambole çevirdi. İnanılmaz bir top kaybıyla oynadı. Formsuz bir görüntü verdi.
Emre Belözoğlu, oyuna sol kanatta başladı. İçeri kaçarak, topla buluştuğu pozisyonlarda gerçek kimliğine yaklaşan esintiler sundu. İkinci yarıda orta alanın göbeğinde daha hevesli ve etkiliydi.
Hamit Altıntop’un varlığını hiç hissetmedim. Oyuna soğuktu. Sanki 45 dakikanın bitimini bekledi.
Savunmanın ofansif aksiyonlara katkısı sınırlıydı. Özellikle Servet-Gökhan Zan ikilisi savunma bölgelerinin dışına pek taşmadılar.
Gökhan Gönül’den daha hareketli ve aktif bir oyun bekliyordum. İlk yarıda birkaç çıkış yaptı. İkinci yarıda bilinen özelliklerinden bazı örnekler sundu. İnanıyorum, Milli Takım’ın işi daha ciddiye aldığı bir maçta, o da gerçek kimliği ile oynayacak.
* * *
Oyunun final bölümünde Milli Takım ilk yarıya oranla daha farklıydı. Terim’in sol kanada koyduğu Arda Turan, bu kulvara sürat ve çabukluk getirdi. Uğur Boral, Arda’ya daha yakın oynasaydı, bu kulvar pozisyon bakımından daha zengin bir ikinci yarı yaşayabilirdi.
Halil Altıntop, ilk yarıda tek santrfor oynadı. İstediği pasları alamadı. Emre’nin nefis bir pası ile bir fırsat yakaladı. Vururken, yüklenip pozisyonunu bozdular... İtalyan hakem, penaltıyı çalsaydı, bir itiraz gelir miydi? Bana göre, tartışmaya açık bir pozisyon. İkinci yarıda Terim’in sürekli oyuncu değiştirmesi Milli Takım için daha net bir yorum yapmamı engelliyor.
Yazımın başında da anlatmaya çalıştığım gibi... Milli Takım, ilk yarıdaki özel maç uyuşukluğundan ikinci yarıda kurtulabildi. O da sınırlıydı. Seyirci onlardan daha çok oyuna konsantre oldu. Sahadaki Milli Takım’dan daha çok yoruldu, dersem bilmem yanılır mıyım?
Yazının Devamını Oku 3 Şubat 2008
OYUNUN ilk 45 dakikalık bölümündeki rakamlar, Beşiktaş’ı farklı bir skora uçurmalıydı. Tek kale oynayan... Rakip alanda cirit atan... Ve 3 net pozisyonu harcayan bir takım ilk yarıda ve maçın genelinde kısır bir skora kilitleniyorsa, bunun bir adı olmalıdır. Hiç uzatmadan söyleyeyim...
Tek kelime ile beceriksizlik!
Rakamlarla Beşiktaş arasındaki uyumsuzluğu birkaç satırla yazı arasına sıkıştıracağım... Sadece ilk yarıda sağ ve sol kanattan 20’nin üzerinde orta, 10 şut ve kaçan fırsatlar... Bu hovardaların isimlerini de söyleyeyim...
Önce Bobo sonra Holosko. Allah aşkına, nedir o Bobo’nun hali.
Bir de Nobre’nin ofsayt gerekçesi ile sayılmayan bir golü var. Yan hakemin bayrağına takılan bir pozisyon... Kimseler çözemedi, Fatih Kalaycı kaldırdı bayrağını.
Beşiktaş, bir golün derdi ile yüklenirken, ben iki futbolcunun peşindeydim. Biri üç aylık bir aradan sonra sahalara dönen Gökhan Zan. Diğeri de ilk onbire soyunan Ricardinho...
Paşa’yı hiçbir deplasman maçında böylesine istekli ve hareketli görmemiştim. Özellikle ilk 45 dakikayı hiç durmadan koşarak ve Beşiktaş’ı yöneterek geçirdi. Attığı pasların hepsi yerini ve adamını buldu.
Diğerlerinin müthiş bir top kaybı ile oynadığı oyunda, Paşa’nın duruşu hemen farkedildi. Ancak, ikinci yarıda o da gözden ve oyundan kayboldu.
Maçın 60. dakikasında yine rakamlara bir göz attım. Hücuma çıkmakta ve pozisyon yaratmakta zorlanan Rizespor 40 top kaybı ile oynamış.
Rakibi boğan ve tek kale oynayan Beşiktaş’ın ise, 38 top kaybı var!
Rakamlar birbirine ne kadar yakın. Gerçekten yadırgadım...
* * *
GÖKHAN ZAN tam zamanında dönüş yaptı diye düşünüyordum, İbrahim Kaş’ın inanılmaz hatası Beşiktaş’ın suratında bir şamar gibi patladı.
Rizespor atağında İbrahim Kaş’ın sektirdiği topu Anderson kaptı, götürdü ve Hakan’ın yanından kaleye yuvarladı. Ne dersiniz buna? Hiç düşünmeyin, ben söyleyeyim...
Beşiktaş savunmasının kronik rahatsızlığı.
Golden sonra hemen aklıma geldi. Beşiktaş bu sezon Rizespor ile 3 maç oynadı. Ligde İstanbul’da 1-1 berabere kaldı.
Ve kupada Rize ile iki maçı var Beşiktaş’ın. Yine İnönü’de kupanın grup maçında 2-1 yenildi, dün gece de çeyrek final ilk maçını 1-0 kaybetti.
Oldu mu ya! Bir yanda milyon dolarların takımı Beşiktaş. Ve karşısında yeni teknik direktörü ile dün sözleşme imzalayan ... Ve yine yeni teknik adamını dün gece soyunma odasında gören Rizespor.
Beşiktaş işte böyle bir takıma kaybetti. Kimse bir mazeret ve özrün arkasına sığınmasın... Belki İnönü’deki rövanş, Beşiktaş’ı bir üst tura çıkarabilir.
Ama dün geceki ayıbı unutturamaz!
Yazının Devamını Oku