11 Mayıs 2008
YILLARIM Beşiktaş’ın peşinden koşarak geçti. Oturup saymasam da 30-35 yıldır Beşiktaş’ı yazıyorum. İki ahbap, arkadaş gibiyiz. O benim dilimden anlıyor, ben de onun huyundan...
Kötü bir gününde hırpalasam da, bir hafta sonra bir yazıyla gönlünü alıyorum. Haftayı yine onunla geçireceğimi düşünüyordum. Manisa maçı ile son bir 90 dakika... Ve gelecek sezon tekrar buluşmak dileğiyle vedalaşarak ayrılacaktık.
İyi tatiller Beşiktaş. Sana da arkadaş!
* * *
Böyle olmadı... Beklemediğim bir görev ürküttü beni. G.Saray’ı yazacaktım. Hem de şampiyonluğa kilitlendiği bir gecede... Görev bölümü beni İnönü’den alıp, Ali Sami Yen’in ateşine atmıştı...
Doğrusu ürktüm, biraz da panikledim.
Ters bir sonuçta başıma gelecekleri biliyordum. O öfke dolu bakışlardan gözlerimi nasıl kaçırabilirdim. Beklenmedik bir skorun yaratacağı sataşmalardan yakamı nasıl kurtarabilirdim. Soracaklardı bana...
Ayak numaran kaç!
* * *
Ve maç başladı. Her dakikası bir heyecan fırtınasıydı. 15.dakikada Servet’in kafa şutu... 34. dakikada Ümit’in volesi... Her biri Recep’in ellerinde erirken, Ali Sami Yen’i bir koku sardı.
Gol için geri sayım başlamıştı!
Ve Arda’nın sol çizgiden kimseye çaktırmadan sağa kaçışı... Çabuk adımlarla Hakan Şükür’e hazırladığı nefis pozisyon... Beklenen gol Hakan Şükür’e yazıldı. Arda Turan için patlayan alkış tufanı ise, gol kadar değerli ve anlamlıydı. Ve 45. dakikada Hakan Balta’nın müthiş volesi... Maç bitmeden G.Saray adeta şampiyonlukla kucaklaşıyordu. Geri kalan dakikalarda hiçbir mucize G.Saray’ın yaşadığı mutluluğu engelleyemezdi. Tribünler Trabzon’dan gelecek habere kulaklarını tıkamıştı adeta... Coşku ve heyecanla maç bitiminde yaşanacak şölene bileniyordu. Şarkılarla, türkülerle ve sabırsızlıkla dakikaları sayıyorlardı.
* * *
Aklıma Kalli’nin gidişinden sonra bazı G.Saraylı futbolcuların Başkan Polat’a söylediği sözler geldi...
Bize inanın, sadece inanın. Şampiyon olacağız!
Gerçekten inandılar, birbirlerine sarıldılar ve nefis bir fotoğraf yarattılar. Bu fotoğrafta her biri birer aslanı andırıyordu!
Kutluyorum G.Saray’ı. Ama yine de dün gece Ali Sami Yen’de gördüklerimi gelecek sezon İnönü’de Beşiktaş ile yaşamak istiyorum.
Yazının Devamını Oku 6 Mayıs 2008
PAZAR gecesi Ankaragücü-Beşiktaş maçı dönüşü, Atatürk Havalimanı’na G.Saray kafilesi ile aynı dakikalarda indik. Onlar da Sivas’tan dönüyorlardı. Her bir köşeden sarı-kırmızı bayraklar sarkıyordu. Kalabalığın arasından sıyrılmak için bir delik ararken, afacanın biri lafı yapıştırdı...
Nereden abi, İntertoto’dan mı geliyorsun!
Gülsem mi, kızsam mı... Öyle bir laf attı ki, toparlanmam zaman aldı. Kısa bir diyalog geçti aramızda...
Ne o sen de şampiyon mu oldun?
Hemen yanıtladı...
Çoktan olduk abiciğim. Bizde bu inanç varken!
Üzerine adeta basa basa ve ses tonunu değiştirerek ve de inanarak söyledi bu sözleri...
Eve dönüşümde televizyonu açtım ve spor haberlerini izlemeye koyuldum. Konuşmalar G.Saray ve F.Bahçe ağırlıklıydı. Ve tartışıyorlardı...
F.Bahçe’de para var. Tesis var. Kurumsallaşma var. Üzerlerinde milyonların sevgisi var. Neden şampiyon değil...
Ve bir başkası işi tersten alarak, lafı aynı noktaya taşıyordu...
G.Saray’da para yok. Teknik adam yok. Fener’in elindeki kadro yok. Yine de şampiyonluğun en güçlü adayı.
Bunu tartışıyorlardı... Yine de somut bir sonuca varamıyorlardı. Konu uzayınca sıkıldım. Birden aklıma havalimanında 15-16 yaşlarında eli bayraklı ve G.Saray taraftarı çocuğun sözleri geldi. Ne demişti...
Bizde bu inanç varken!
Üzerine basa basa söylemişti bu kelimeleri...
* * *
AFACANIN sözleri beni adeta düşünmeye zorladı. Yokluğun sancılarını çeken bir kulüp, her türlü değerlerin var olduğu ezeli bir rakipten şampiyonluğu söküp alabiliyor...
Onu üzüntüye, kaosa sürüklüyor. Adeta canını yakıyor. Yoklarla boğuştuğu bir ortamda böyle bir başarıyı hangi güç ile yakalıyor ezeli rakip?
İnançla yakalıyor. Birlik-beraberlik ile yakalıyor başarıyı.
Bu sözler de beni değişik düşüncelere götürdü. Sadece tinsel, yani manevi duygulara dayalı bir güç, aradaki uçurumu silecek kadar etkili olabilir mi?
Yokluk hissi, bir camiayı böylesine birbirine kilitleyebilir mi?
Ve tüm zorlukları yenebilecek kadar bir birlik-beraberlik yumağı oluşturabilir mi?
Demek ki, oluyormuş!
Böyle bir duygu hangi ülke insanının kanını bu denli oynatabilir, hırslandırabilir ve gururunu isyana sürükleyebilir. Bunun için diyorum ki, bu başarı sadece G.Saray’a ait değil...
Bizim insanımızın başarısı!
Not: G.Saray’ın Sivasspor’u yenen kadrosunda sadece iki yabancı futbolcu vardı. Biri Song, diğeri de Nonda. Gerisi bizdendi. İkisi de 90 dakikayı tamamlamadı. Yerlerine Mehmet Güven ve Hakan Şükür girdi. Unutmadan söyleyeyim, teknik kadro da tamamen yerli malıydı! Duyurulur...
* * *
VE lig biterken zirveden bazı ilginç rakamlar... G.Saray, Ali Sami Yen’de 39 puan toplarken, deplasmandan 37 puan getirmiş.
F.Bahçe, Saracoğlu’nda 44 puan almış. Deplasmandan sadece 29 puan...
Sivasspor 4 Eylül’de 40 puan toplama başarısı göstermiş. Dışarıda 30 puan...
Beşiktaş, İnönü’de 33 puanla yetinmiş. Ama deplasmanda 37 puana ulaşmış.
Rakamlara göre, sahasında en çok puan toplayan takım F.Bahçe.
Deplasmanın kralı ise, 37’şer puanla G.Saray ve Beşiktaş.
Hatırlatmak isterim, son hafta maçları bu rakamları değiştirebilir. Hatta, şampiyonun adını bile...
Futbol bu. Sağı-solu belli mi olur!
Yazının Devamını Oku 5 Mayıs 2008
BEŞİKTAŞ, UEFA’nın peşinde koşarken, ben, gelecek sezonun hayalleriyle boğuşuyordum. Yeni isimler ve yepyeni bir Beşiktaş!
Duyumlarımda ve vaatlerde bir değişiklik olmazsa, farklı bir kadronun hazırlıkları yapılıyor Beşiktaş’ta.
Kalede Rüştü Reçber. Yedekler Hakan ve Murat... Savunmanın sağında kesinlikle bir yabancı. Stoperde İbrahim Toraman, yanında yine bir yabancı (Gökhan Zan hazır kıta). Ve solda, sezonun yükünü İbrahim Üzülmez ile paylaşacak, kaliteli bir başka yabancı...
Hemen toparlıyorum, Beşiktaş’ın defans bloğu gelecek sezon üç yabancı patentli futbolcudan oluşacak.
Orta sahanın sağında Serdar Özkan ilk aday. Göbekte ise, Serdar Kurtuluş-Cisse ikilisi... Cisse, gitmek gibi bir istekte bulunursa, alternatifi devreye girecek. O da yabancı bir isim...
Sol kanat banko Tello’nun. Ve hücumda Holosko-Nobre ikilisi.
Bobo mu? Okkalı bir bonservis ücretiyle güle güle!
Ve Beşiktaş, Bobo’ya alternatif isim olarak Batuhan’ı düşünüyor. Bu yetenekli gencin Beşiktaş’a hücum zenginliği getireceğine inananlar çoğunlukta...
Delgado’ya gelince, Beşiktaş’ın tek santrforla oynadığı maçlarda son adamın hemen arkasında forvet ağırlıklı bir göreve soyunacak. Çift santrforlu değilse, karar Ertuğrul Hoca’nın...
***
Şimdi maça dönüyorum. Özellikle ilk 45 dakika tam anlamıyla bir kör dövüşünü andırıyordu.
Beşiktaş, ilk ve tek pozisyonunu 34. dakikada yakaladı. Tello-Serdar Özkan paslaşmasından Cisse’ye kadar uzanan topu, Cisse şutladı. İbrahim Ege, çizgi üzerinden çıkardı.
Ve ilk yarının son dakikasında Murat Duruer’in, Serdar Özkan’a yaptığı harekete hakem Hüseyin Göçek’ten hiçbir tepki gelmedi. Yan hakem Aleks Taşçıoğlu’nun uyarısıyla Göçek, penaltı noktasını gösterdi. Oysa, pozisyona yakındı...
Penaltı olayı, ilk 45 dakikanın tek heyecanıydı. Oyunun geneli ise, kalitesiz bir çırpınıştan farksızdı.
Beşiktaş’ın en iyisi kimdi? diye bir soru yöneltenlere, sadece şunu söyleyebilirim...
Serdar Özkan’ın kazanma hırsına ve Tello’nun da frikik golüne bayıldım. Maçın bitimini ise, herkes gibi esneyerek bekledim.
Yazının Devamını Oku 29 Nisan 2008
BİR dünya derbisi ile keyif dolu bir pazar geçirdim. Hep birlikte televizyonun başına üşüştük. Çoluk-çocuk ve yaşını-başını almış bir dostlar grubu... Biri kalktı herkesi sessizliğe çağırdı. Ve dedi ki... Adam gibi oturun ve adam gibi izleyin. Dünya derbisi başlıyor!
Gülüştük ve gözlerimizi ekrana kilitledik. Ara-sıra bakışlarımı dostlar grubuna çeviriyordum. Sanki, bir başka alemin yaratıklarıydı. Yüz hatları maçın pozisyonuna göre değişiyordu. Bir saniye gibi kısa bir zaman diliminde, acıyı ve sevinci birlikte o suratta görebiliyordum.
Ümit Karan’ın direkten dönen şutundan sonra saygın bir dostumun ağzından kaçırdığı küfürü hiç unutmayacağım.
Belki de o beyefendinin ilk kez ağzını bozduğuna tanıklık ediyordum. Ve şaşırıyordum. Ambalajı bozulmamış böyle bir küfürü de ilk kez yine o saygın kişiden işitiyordum.
Ara sıra çocukların gürültüsüne tepki gösteren büyüklerin, işi tokata kadar götürdüğünü de gözlerimle görüyordum.
Hele, şiddete şiddetle karşı çıkan bir dostumun, G.Saray golüne sevinen komşu çocuğunun poposuna çaktırmadan attığı tekmeyi de artık olağan bir hareket gibi algılıyordum.
Ve bunları gördükçe, onlarla kendi dünyam arasına bir çizgi koyuyordum. Onlar bir başka dünyanın tutsağıydı.
Gözleri ekrana kilitlenmişti. Kaçan her pozisyonda krizlere giriyorlardı. Ve derbiden çıkacak sonucu da her değerden somutlayacak kadar gözü dönmüştü her birinin.
Dikkatle baktığınız an, korkardınız o suratlardan. Hiç abartmadan söylüyorum, ürker ve kaçardınız.
Evet, bir dünya derbisi izliyordum. Ve bu derbi bir ders gibi bana hayatın bazı gerçeklerini öğretiyordu!
* * *
MAÇ bitti ve bazıları bir vedalaşma alışkanlığını bile akıllarına getirmeden kapıyı çekip gittiler.
Çünkü kaybetmişlerdi. Ve dünyaları yıkılmıştı!
Televizyon açıktı ve ben ertesi gün yazacağım yazı için bilgiler toplamaya çalışıyordum. Her ilginç haberi de not ediyordum. Bir haber...
Fatih Terim, koltuğuna bir milletvekili oturduğu için derbiyi seyretmedi. Ve çıkıp gitti!
Hiç yadırgamadım. Sadece gülüp geçtim... Dinler mi, eloğlu. Dünya derbisinde bir koltuk bulmuş, kaçırır mı... Zamanında gelip otursaydın sevgili hocam...
Telefonum çaldı, kalkıp açtım. Bir arkadaşım arıyordu. Konu elbette yine derbiydi... Diyordu ki...
Yahu, olacak iş mi? Mecidiyeköy’de sepet içinde pide satan bir genç, karaborsacıdan 600 YTL’ye açık tribün bileti aldı!
Hiç şaşırmadım. Bu dünya derbisinde gönül verdiği takımın atacağı bir gol için canını verecek fanatikleri düşündüm. Bir derbi biletine bir pideci 600 YTL ödemiş, çok mu... Bulduğuna dua etsin.
Ve bir başka haber... Marmaris Emniyet Müdürü Yaşar Turan Çebi, derbi sonrası G.Saraylı taraftarların galibiyet kutlamalarında taşkınlık yapmaları nedeniyle trafik kontrolü uygulattı. Ve 85 araç sürücüsü hakkında alkollü araç kullanmaktan işlem yapıldı. Araçları trafikten men edildi. İyi yapmış. Kutlamanın da adabı vardır. Ancak, merak ettim... Haberi duyan ülkenin dört bir köşesindeki diğer G.Saraylı taraftarlar ne düşünmüştür?
Acaba, emniyet müdürü Fenerli miydi... Böyle düşünenleri de yadırgamam. Dünya derbisi bu. Herkes her şeyi gönül verdiği takımın renklerine göre yorumlar. Mantığın sustuğu yerde dünya derbisi başlar.
Yine bir haber... Samandıra’da bir grup taraftar F.Bahçeli bazı futbolcuları tartaklamaya kalktı.
Üzülsem de kızamadım. Dünya derbisidir bu. Bir gün önce sevilip okşananlar, bir yenilgi sonrası yerin dibine sokulur. Derbinin gözü kördür. Yani, bunu da hiç yadırgamadım...
* * *
VE F.Bahçe Teknik Direktörü Zico’nun bir beyanatını okudum. Derbiyi anlatırken, oyuncularının gerekli mücadeleyi göstermediğinden yakınıyordu Brezilyalı hoca.
Bu arada Ümit Karan’ın, arkadaşının açığını kapatmak için savunmaya koştuğunu ve bir golü önlediğini hatırlatarak şöyle konuşuyordu...
Maalesef bizim çocuklar bir derbi oynadıklarını maçın son dakikalarında kavradılar. Anladıkları zaman da iş işten geçmişti.
İşte buna şaşırdım doğrusu. Hem şaşırdım, hem de bayağı yadırgadım... Dünya bu derbi için pür dikkat kesiliyor. Bu derbiye kilitleniyor. Kalpler kırılıyor, dostluklar bozuluyor...
Milli hasıladan fert başına düşen payın sadece 8 bin dolar olduğu bir ülkede, bir pideci kalkıp bu derbi için 600 YTL ödüyor...
Ve F.Bahçeli futbolcular ne oynadıklarının farkında bile değil. Olacak şey mi!
Bir dünya derbisi daha gelip geçti. Bir ders gibi hayatın bazı gerçeklerini öğreterek geldi geçti.
Bir sonrakini şimdiden iple çekiyorum.
Bu dünya derbisinden öğreneceğim daha çok şey var!
Yazının Devamını Oku 27 Nisan 2008
ADANA Beşiktaş’ı sevgi ile kucakladı. Davul-zurna çaldılar ve stadı doldurdular. Sanki, yıllardır gözlerden uzak bir sevgiliye kavuşmanın sevincini yaşadılar. Ve doksan dakika hiç durmadan alkışlarla okşadılar Beşiktaş’ı. Beşiktaş, böyle bir sevginin karşılığı, tempoyu yüksek tutarak etkili ve farklı bir kimlik yakaladı.
Holosko adeta şov yaptı. İlk golde, sahanın yaklaşık elli metrelik bir alanını kullanırken... Bursaspor’un iki adamını çalımlarken... Ve topu Serdar Özkan’ın önüne bırakırken adeta bir baletin yumuşak adımlarından örnekler sundu.
Attığı ikinci gol, vuruş tekniğinin nefis bir örneğiydi. Ayağını iyi kullandı ve topu belirlediği noktaya adeta çaktı.
Diğerlerinin de benzeri tempoda Holosko’ya ayak uyduracağı dakikaları ısrarla bekledim. Özellikle yabancıların... Delgado, topun bulunduğu bölgede ve ayağına geldiği anlarda oynadı. Yani oyuna katılımı sınırlıydı.Beklenmedik pas hataları yaptı. Nedir acaba derdi. Parasal olabilir mi?
Rodrigo Tello, ilk 45 dakikada donuk bir tempo sergiledi. Bir-kaç uzun pas denedi, genelde kayboldu. Ancak, oyunun başında Serdar Özkan’ın kafasına attığı kontra pas bir harikaydı. Serdar Özkan beklemediği bu pası ıskaladı. Tello’nun ikinci yarı performansı, ilk 45 dakikaya oranla daha renkliydi.
Yine de gerçek Tello’yu izleyemedi Adanalı Beşiktaşlılar. Üstelik, sezon başını hatırlayanlar, Tello’daki bu beklenmedik performans kaybını anlamakta zorlanıyorlar. Onun sıkıntısı nedendir. Acaba mevsim sonu mahmurluğu mu?
* * *
YABANCILARDAN en çok koşan ve yürekten oynayan Mert Nobre idi... Atılan her topu kovaladı. İkili mücadeleden kaçmadı. Adeta Bursa savunması ile boğuştu. İkinci yarıda onun yerine oyuna giren Bobo’nun varlığını uzun bir süre hiç hissetmedim. Sanki kafası başka yerlerdeydi. Ancak, attığı golde pozisyonu sezinleyişi ve mükemmel vuruşu, onun bu konudaki uzmanlığından kısa metrajlı bir filmi andırıyordu.
Cisse’nin değişmeyen bir temposu var. Kötü de oynasa, söylemeye diliniz varmıyor. Çünkü, iyi niyetini hiç yitirmeden doksan dakika diri tutuyor. Dün gece de böyleydi...
İki farklı skorun rahatlığı Beşiktaş’ın ikinci yarı temposunu etkiledi. Rahatlığın ötesinde Adana’nın sıcağı her geçen dakika Beşiktaş’ı fena bunalttı.
Zaman zaman oyundan koptu ve tempoyu Bursaspor’a bıraktı. Yine de aldığı farklı sonuç Adanalı Beşiktaşlıları mutlu kıldı. Belki merak edersiniz... Hep eleştirdiğimiz savunma nasıldı?
İlk kez temiz bir dosya açtı. Tek hatanın ötesinde hiçbir suçuna rastlamadım!
Yazının Devamını Oku 22 Nisan 2008
HERKES kafasına ve kültürüne göre konuşursa, Süper Lig’in vay haline... Hafta arası Bursaspor eski yöneticisi Lemi Keskin, bir lafla ortalığı ayağa kaldırdı.
Ve Cumhuriyet Savcılığı’na bir de dilekçe verip suç duyurusunda bulundu.
Beşiktaş-Rizespor şike yapacak!Haydi, çık işin içinden.
Sabır diyerek, Lemi beyi Allah’a havale etsen... Diyecekler ki...
Sustular... Sustular çünkü suçlular!Dayanamayıp yanıt versen daha sonra pişmanlık duyacaksın. Ve söyleneceksin...
Yazının Devamını Oku 21 Nisan 2008
BİRBİRLERİNİ düşünecek halleri yoktu. Dedikodulara kulak asacak zamanları da... Çıktılar ve erkekçe kapıştılar. Biri düşme korkusunun sancılarını çekiyordu. Diğeri UEFA’da kaybolan şansına son bir çare arıyordu. Böylesine duygularla dolu oyundan bazı kareler sunmak istiyorum. Ve önce sevgili Beşiktaşlılara sesleniyorum...
Galibiyete aldanmayın, Beşiktaş’ın maç öncesi çekilen fotoğrafına son kez bir bakın. Bu kadro birkaç maç sonra bir daha bir araya gelmeyecek.
Belki de bir hatıra fotoğrafıydı bu... Eğer gelecek sezon başı çekilecek fotoğrafın karelerinde aynı kişileri görürseniz... Şimdiden söyleyebilirim, hazırlıklı olun bir sezon daha acı çekersiniz.
Bu kadro, savunmasından başlayıp, orta sahası ile sağlıklı bir yapılanmaya yönelmezse... Ve adam gibi bir santrforla beslenmez ise, özlenen Beşiktaş için çekeceğiniz acılar hiç eksilmeden sürecek.
Ve dünkü fotoğrafı arşivlerinize gömerken, sizlere yaşattıkları için belki de bu kadroyu aklınızdan sileceksiniz.
* * *
Oyuna gelince, Beşiktaş’ın 15. dakikada yediği golün kopyalarını bu kadronun diğer maçlarında bulabilirsiniz.
Kornerden gelen top, Rizesporlu Mustafa Çiçek’in kafasından ağlara giderken, tek Beşiktaşlı’dan bir hareket gelmedi.
Savunma yine aile fotoğrafı çektirdi!
Beşiktaş’ın beraberlik golünde iki önemli unsur ön plana çıktı...
Aydın Karabulut’un uzun ve akıl dolu pası. Ve İbrahim Kaş’ın ısrarlı takipçiliği.
İlk yarıda Beşiktaş adına diğer güzellik, Serdar Özkan’ın ardı ardına attığı çalımlardan sonra Tello’ya hazırladığı net pozisyondu. Tello öyle kötü vurdu ki!
İkinci yarıda mı neler oldu... Beşiktaş’ta Aydın çıktı, Tello girdi.
Ve Beşiktaş’ın birkaç atağı ile Rizespor’un tek puanı kabullenen çabası dışında bir şey yoktu. Ancak 76. dakikada Delgado’nun golü, Rizespor’a feci bir son hazırladı.
Belki de bu gol, Rizespor’un bir sezon boyu Beşiktaş’a çektirdiği sıkıntılara karşın vurduğu en büyük darbeydi. Rizespor’un hiç unutamayacağı bir darbe!
Yazının Devamını Oku 15 Nisan 2008
YAŞIYORUZ VE ÖĞRENİYORUZ... Ankaraspor maçı sonrası Zico’nun ağzından dökülen bu serzeniş, haftanın en anlamlı söylemiydi... Hoşuma gitti ve düşünmeye başladım. Zico, hiç çaktırmadan Ankaraspor beraberliğinde kendi dışında herkesi suçluyordu.
Penaltıyı atmak isteyen ve kaçıran Kezman’ı.
Kezman’a izin veren kaptan Alex’i.
Kezman’ı dolduruşa getiren ve penaltı atması için yaygara yapan taraftarı.
Ve son saniyede basit bir gol yiyen takımını.
YAŞIYORUZ VE ÖĞRENİYORUZ... Bir suç, ikibuçuk kelime ile ancak bu denli güzel anlatılabilir. Tartışmasız haftanın en anlamlı söylemiydi.
Ve Ankarasporlu Mehmet Yılmaz’ın son saniyedeki golü... O da haftanın en anlamlı golüydü. Bu gol belki de Süper Lig’in kaderini etkileyecek. Belki de beklenmedik bir şampiyon yaratacak.
Bu gol, her çeşit varsayıma açık bir gol... Hatırladıkça düşün, üret ve tartış...
Bu gol kimlerden neler alıp götürdü. Ve kimlere neler bağışladı!
Öncelikle F.Bahçe’nin iki puanlık avantajını alıp götürdü.
G.Saray’ı moralman güçlendirdi.
Sivasspor’un iştahını kabarttı.
Ve geriye sadece 4 hafta kaldı. Bundan böyle en ufak bir yanlış, bir yılın tüm emeklerine kan doğrar..
Şampiyonluk mu istiyorsun? Öyleyse, şu listeye bir göz at...
Kadro oluştururken, fantazilerden kaçacaksın.
Savunmada hata yapmayacaksın.
Riskli oyundan kaçacaksın.
Yakaladığın fırsatı hovardaca harcamayacaksın.
Hakemle oynamayacaksın.
Öfkeye kapılmayacaksın.
Takımını eksik bırakmayacaksın.
Bir liste de tribünlere...
Eline- diline sahip çıkacaksın.
Küfür etmeyeceksin.
Leblebi bile atmayacaksın.
Ve sahanın kapatılmasına neden olmayacaksın.
Sık dişini ve bu rejimi uygula. 4 hafta sonra dünyalar senin olacak!
* * *
BEŞİKTAŞ’ın OFTAŞ yenilgisinden sonra yazdığım eleştiri yazısına bazı dostlardan telefonlar geldi...
Yazının başlığı sadece iki satırdı. Gürültüsü fazla oldu...
LİSTE CEBİMDE!
Bu yazıda hangi futbolcuların yeni sezonda Beşiktaş’tan gönderileceğini... Hangi futbolcuların da Beşiktaş formasını giyecek özellikler taşımadığını vurgulamak istiyordum...
Gelen telefonlar ise, karşıt bir soru ile beni bir başka konuya çekiyordu...
Bu kara tablo sadece futbolcuların eseri mi?
Ve sağolsun dostlar, hiç konuşma fırsatı vermeden öfkelerini kulaklarımda çınlatıyordu...
Yahu, Beşiktaş gibi bir takım bir sezonda Rizespor karşısında üç kez hüsrana uğrar mı?
Bir teknik adam üç maçta bir takımın huyunu-suyunu anlayamaz mı?
Allah aşkına doğruyu söyle. Bu yabancı transferleri kim yapıyor. Ve kim okeyliyor?
Futbolcular için liste yapıyorsun da, yönetim ve teknik kadroyu niye atlıyorsun?
Telefonlardan çıkan ortak ses, Beşiktaş’ta herkesi suçluyordu.
Yönetimden, teknik kadroya, futbolcusuna kadar herkesi bu kara tablodan sorumlu tutuyordu.
Ve benden bir şey daha yazmamı ısrarla vurguluyorlardı...
Beşiktaş’ın tam 9 maçını seyircisiz oynamasına neden olan kişilerin de tribünden temizlenmesini istiyorlardı.
Biri de üslubunu, sakinliğini hiç bozmadan ve içini döktükten sonra, iğneyi batırıp telefonu kapadı. Dedi ki...
Aslında tepeden tırnağa bir temizlik lazım ama!
Ben, bu kişinin söylemek istediği şeyi pek çözemedim. "Ama" derken neyi anlatmak istedi, kavrayamadım...
Tekrar açsın telefonu, söylesin neler dönüyor. Anlatsın ki, ben de yazayım. Ve herkes öğrensin...
Bir telefonu esirgemesin!
Her neyse... Ayrıca, Beşiktaş’ın özellikle bu sezon, böyle bir duruma düşmesine salt hakem hatalarının neden olduğunu ısrarla söyleyenler de vardı. Yönetime, teknik kadroya ve futbolculara hiç sataşmadan hakemleri hedef gösterenler de çoğunluktaydı. Neler mi söylediler...
Burada yazamam ki!
Yazının Devamını Oku