Paylaş
Zamanın nasıl akıp gittiğini popüler kültür üzerinden takip etmek yıkıcı olabiliyor, malumunuz.
Mesela Jay Leno’ya konuk olan ve kendisini ‘Star Wars fanatiği’ olarak tanımlayan bir aktör konuşurken “35’inci yılını kutluyor 2012’de Star Wars” dediğinde, “Oharey!” diyerek karşılık veriyorsunuz.
Mesela Radiohead dinlerken ‘OK Computer’ın yayınlanmasının üstünden -çok afedersiniz- 15 yıl geçtiğini veya Nirvana’nın ‘Nevermind’ının üstünden 21 yıl (yazıyla yirmi bir!) geçtiğini fark edince “Oy gençliğim!” diye bağrınızı ‘Smells Like Teen Spirit’ ritmiyle dövmeye başlıyorsunuz.
Filmlerin, albümlerin, kitapların vb yaşı olmaz, olmuyor.
Sevilen albüm, iz bırakan film, unutulmayan konser, ilk karşılaştığınızdaki yaşınıza geçiş sağlayan bir nevi zaman makinesine dönüşüyor sadece.
ELBETTE TERETE
Geçen hafta bambaşka bir sebeple karıştırdığım müzik kitabında ‘Dakika dakika Live Aid programı’ sayfalarını görünce durakladım.
Live Aid, 13 Temmuz 1985’te Afrika’ya yardım amacıyla düzenlenen konser maratonuydu.
Başımız henüz kavak yellerini hissedebilecek yüksekliğe erişmiş.
Sokakta Japon kale futbol maçı yaparken, hiç ummadığımız haberi evde pinekleyen (aslında inekleyen, bütünlemeye kalmıştı eleman) bir arkadaş camdan sarkarak ve “Koşun... Layveyd’i veriyo televizyon!” diye böğürerek verdi.
“Hangi kanal?” diye sorulmayacak yıllar, elbette terete.
HEPSİ AYNI SAHNEDE
Live Aid, kıt imkanlarla ecnebi müzik takip eden bizler için bir nevi hisseli harikalar alemiydi.
O yaşlarda her şeye heyecanlanmaya ayarlı zihinlerimiz, zar zor ulaşılan haberlerdeki kadroları görünce “Yok daha neler, maydonozlu köfteler! tepkisi veriyordu.
Run DMC, Judas Priest, Bryan Adams, Nik Kershaw, Spandau Ballet, Simple Minds, Dire Straits, Queen, The Style Council, Ultravox, The Boomtown Rats, Madonna, U2, Santana, The Who, Thompson Twins, Mick Jagger, The Power Station ve daha kimler kimler...
Hepsi aynı sahnede ha? Olacak iş değil!
Saydığım isimlerin bazılarını bugün tanımak mümkün olmayacaktır.
Nik Kershaw’u yaşı 35’ten aşağı olanların hatırlaması zor mesela.
1980’lerin ortalarında, kısa bir dönem ‘Wouldn’t It Be Good’ ve ‘The Riddle’ gibi şarkıları çok meşhurdu. Devam etti ama aynı popülariteyi asla yakalayamadı.
Spandau Ballet’nin ömrü daha uzundur, bazı şarkıları hep dolaşımda kalmıştır, hatırlayanı daha çok çıkar.
Fakat aynı şeyi ‘Doctor Doctor’dan ötesini benim de bir hamlede hatırlayamadığım şarkılarıyla bir ara çok popüler olan Thompson Twins için söylemek güç.
The Boomtown Rats deyince hatırlayamayanlara “Bob Geldof’un grubuydu” diyerek, The Style Council deyince “O ney?” diyenlere “Paul Weller’ın grubuydu” şeklinde post-it yapıştırmak ve yardımcı olmak mümkün.
PHIL COLLINS POPÜLERLİĞİ
Kitapta verilen tam listeye göre konserler Londra’da Türkiye saatiyle 14:00’de başlamış.
Status Quo, Style Council, The Boomtown Rats, Adam Ant, Ultravox (hala çok severim mesela), Spandau Ballet şeklinde ilerlemiş.
Londra’da Spandau Ballet sahnedeyken Philadelphia’daki konser de Bernard Watson ve Joan Baez ile başlamış.
Malum, iki kıtada, iki ülkede, iki şehirde ortak olarak yapılmıştı Live Aid.
Bu noktada Live Aid’in ne kadar ‘geçmişe dair bir hadise’ olduğuna, zamanın ruhuna örnek olması bakımından Phil Collins örneğini vermekte fayda var.
Phil Collins o yıllarda o kadar popülerdi ki; hem Londra’da hem Philadelphia’da sahneye çıkmıştı.
İnanılması güç ama bu derece popülerdi bir zamanlar (artık kendisi bile “Ben çok sıkıcı bir insanım” diyen) Phil Collins.
Londra’da Sting’le birlikte sahne aldıktan sonra helikopterle Heathrow’a, oradan da uçakla Philadelphia’ya taşınmış, ABD’de de sahneye çıkmıştı.
Hey gidi günler hey!
Paylaş