Paylaş
Türk bayrağı şeklindeki çelenkle bütünleşmiş “turist sunucu kadın”, antenli mikrofonuyla duyurmuştu temsilcimizi: “End nav Çetin Alp und di şortveyvs; Opeğa...”
Beyaz smokiniyle Çetin Alp.
Şok ve dehşet etkisini artırmak amacıyla tarihi kostümlerle sahne alan ekibi arkasında.
Rahmetli Çetin Alp’in “İşteeeee operaaaa” şeklindeki girişinden sonra geçen 3 dakika müzikal manada hayatımın kırılma noktasıdır.
“Vagneeer ve Puçini; Mozaart ve Rossiniii, Verdi’nin ölmez eseriii” dediği sırada “Sanırım şu anda Türkiye olarak dünyanın en kötü şarkısını yapmış bulunuyoruz” dediğimi hatırlıyorum.
Bir süre televizyonun altında duran regülatörün kırmızı ışığına doğru boş boş bakmış, sonra uzandığım halıda utançla ellerimi yüzüme kapatmıştım.
Yıl 1983’tü, fena halde ergendim ve zaten “bi bas, bi davul, bi gitar, bir de bağıran uzun saçlı tipler iyidir, diğerleri çöpe” pozisyonu almıştım.
Opera şoku, daha önceleri Hürriyet’ten kesilmiş not cetveline puanları işleme derecesine varmış olan örovizyon takipçiliğini tamamen kopardı.
Sonraki yıllar “Sana yarışma demiyorum, yarış ama hobi olarak yarış” yılları olarak mutlu bir şekilde geçti.
Bazı geceler “Artık dizginlerim senin elinde petrol” diye bağırarak, kan ter içinde uyandığım oluyordu tabii ama rock müzik sayesinde hayata tutundum, dünyaya bağlandım.
Yüksek Sadakat’in durumuna gelirsek.
Fazla üzmeyelim elemanları, olur böyle kazalar.
Tayfanın çoğu arkadaşım, yani “Tanırım, iyi çocuklardır” vaziyetleri.
Menajerleri Afşin Akın, Hey’de gazeteciliğe beraber başladığım pırlanta kalpli biridir.
Kutlu, diğer elemanlar hepsi sağlam çocuklardır; klasik rock emekçisi sayılırlar.
Yok efendim “şarkıyı aparmışlar, gitar solo koparmışlar, düz ovada pişirmişler” falan da filan; olur böyle vakalar.
Fazla üstünde durmayın.
Tabii ben şerbetli olduğum için rahat konuşuyorum.
Yakın zamanda “Rimi Rimi Ley” gibi Opera artçıları yaşamış olmalarına rağmen Eurovision bağımlılığından kurtulamayanlar benim kadar rahat olmayabilir.
O zaman final cümlesini Rimi Rimi Ley’den cımbızlayalım onlar için:
“Kader, zalimsin...”
Galatasaray görevi
GALATASARAY zorda, malumunuz.
Adnan Polat ve ekibinin Galatasaray sevgisinden şüphem yok. Ama bazen olmaz işte, olmadı.
Futboldaki başarısızlık yönetim başarısızlığından kaynaklandı.
Adnan Polat’a özgü bir başarısızlık da değil aslında bu.
Lucescu’yu kovduğu günden itibaren yapılan seri hataları var Galatasaray’ın.
Manzara kötü olsa da Galatasaray gibi büyük kulüplerin çok çabuk toparlanacak güçleri vardır.
Kulübün Türkiye’nin iftihar kaynağı olduğu günlere dönmesi için sorumluluk almak gerekiyor.
Halihazırda 14 Mayıs’ta bu sorumluluğu üstlenmek için 3 aday var: Ünal Aysal, Mehmet Helvacı, Turgay Kıran.
Ama sorumluluğun büyüğü kongrede oy kullanacak olan Galatasaray üyelerinde.
Oy kullanmak ve bu sorumluluğu üstlenecek olan ismi belirlemek, on milyonlarca Galatasaray taraftarına karşı bir sorumluluktur, ödevdir, vazifedir.
Kime oy vereceklerini kendileri bilirler elbette.
Ama kime oy verirlerse versinler o gün sandığa gitmeleri şart.
2 bin kişinin katıldığı bir kongre olursa emin olun Galatasaray yine düze çıkamıyor demektir.
Oy hakkı olduğu halde sandığa gitmeyen üye, temsil ettiği milyonların kendisine hakkını helal etmeyeceğini bilsin.
Galatasaray en iyisine layıktır ve en iyiyi seçmek de büyük sorumluluktur.
Gazı kökleyerek bitirmek gerekirse... Yürüyedur Galatasaray.
Paylaş