BUGÜN sınav günü. YGS için, bir üniversiteye girebilmek için uğraşacak genç arkadaşlara zihin açıklığı dilemek gerekiyor öncelikle.
Sonra daha ‘butik’ dilekler gelebilir: Sabah sinirinizi bozan bir şey olmasın, sınava geç kalıp koşturmayın, çok titizlenmenize rağmen yumuşak uçlu kurşunkalemi evde unutmayın, hep çalıştığınız yerden gelsin, netiniz bol/yanlışınız az olsun vesaire vesaire... * * * “Kıssadan hisseci” bir yapıda değilim fakat genç arkadaşlarımın, bugün girecekleri sınavdan sonra yazacağım gitar hikâyesini okumalarını isterim. Cuma öğleden sonra 29’uncu Uluslararası İstanbul Film Festivali’nde müthiş bir belgesel film seyrettim: “It Might Get Loud/Gürültü Ustaları”. Film NTV Belgesel Kuşağı kapsamında gösterildi, yani bir süre sonra televizyondan seyretme şansı olacak sanırım. Üç kuşaktan üç dev gitaristin buluşmaları ve gitar çalıp konuşmaları üzerine bir film. 1970’lerde “Dünyanın En Büyük Rock Grubu” ilan edilen Led Zeppelin’in gitaristi Jimmy Page. 1980’lerde Time’a kapak olan ve “Dünyanın En Büyük Rock Grubu” ilan edilen U2’nun gitaristi The Edge. Ve günümüzün “dâhi çocuğu”, The White Stripes’tan Jack White. * * * Page İngiliz, Edge İrlandalı, Jack ABD’li. Farklı zamanlarda, müzik dünyasının farklı şartlarında belirmiş ve rock tarihine damga vurmuş üç adamın ortak noktaları gitara duydukları aşk. İsimleriyle özdeşleşmiş teknikler ve stiller geliştirmiş, aşkla bağlı oldukları enstrümanlarının sesinin daha yüksek, daha sert, daha derin, daha titrek, daha dolgun çıkmasını sağlayıp arkalarından gelenlere yeni ufuklar göstermişler. Jimmy Page nota okuyabildiği için stüdyo müzisyeni olmuş 1960’ların ortalarında. Caz, pop, hayatta dinlemeyeceği türden plastik şarkılarda stüdyo müzisyeni olarak çalıştıktan sonra bir gün “Yeter artık. Ne bu kravatı takmak istiyorum, ne de bu dandik şarkılarda eşlik etmek...” demiş. Sonra Yardbirds, Led Zeppelin, bütün dünyanın tanıdığı (Whole Lotta Love gibi) gitar riff’lerinin mucidi. Bugün 66 yaşında olan ama gitarı eline aldığı anda 20’lerine dönen Page’in sırrı, hayatın akışını orta yerinden kırmak/değiştirmek cesareti. * * * The Edge ve U2’nun diğer elemanları İrlanda’da terörün hâkim olduğu yıllarda bir lise panosundaki ilan sayesinde buluşuyor. Davulcunun okul panosuna astığı ilan olmasaydı... “Bilmem beyaz yakalıydım şimdi belki de” diyor Edge. On binlerce kişi arasında benim de bağıra çağıra söylediğim, “Kanlı Pazar” için yazılmış müthiş isyan şarkısı “Sunday Bloody Sunday”in o tüyleri diken diken eden gitar riff’ini deniz kenarında minik bir kasaba evinde tek başına çıkarmış The Edge. The Edge’in sırrı, karşına çıkan fırsatı değerlendirmek ve çok çalışmak. Filmdeki diğer iki isme göre “daha az eksantrik” bir tip olduğu düşünülebilir, ben öyle düşünüyorum mesela. Ancak yoğunlaşarak, deneyerek, çalışarak kazanmış. * * * Jack White’ın esin kaynağının bir gitarı yok aslında; yani var da gerek duymuyor! Blues’un erken dönem devlerinden Son Volt’un sadece el çırparak ve şarkısını söyleyerek dikilmesine vurulmuş: “Bir adam ve şarkısı; dünyaya karşı tek başına” diyor. Eğer söyleyecek sözün varsa bir orkestraya ihtiyacın yok; çık ve söyle. İlla gitar mı istiyorsun seni dinlemeleri için, gitarın mı yok, paran mı yok? Jack, filmin açılış sahnesinde veriyor bu dersi de. Çiftlikte etrafında inekler otlamakta. Bir kalas alıyor, iki ucuna iki çivi çakıyor, bir teli bu iki çivi arasına geriyor. Telin altına köprü olarak bir kola şişesi sıkıştırıyor. Küçük bir manyetik çakıyor sonra ve çıkışı amfiye bağlayıp tele vuruyor: “Vauuuuuuuvvvv!” İnekler sayıyla kendine geliyor. Alın size elektrogitar. Tamam mıyız gençlik?! Takmayın kafanıza sınavı bu kadar; söyleyecek sözünüz olsun, sevdiğiniz işi yapın, kendinize güvenin, Jack Abi’nizi dinleyin. Gürültülü pazarlar...