Ve Kabakulak tatilden döner

Kabakulak yazmak uzun süredir ertelediğim bir iş. Müzik dünyasını yakın takibim sürüyor ama elim bir türlü varmadı yazmaya.

Bu hafta Bruce Springsteen, Iron Maiden ve Arcade Fire’ın son ‘işlerinden’ oluşan bir buket hazırladım. Arayı bir daha bu kadar açmayacağımı düşünüyorum... Özellikle üç adet beğendiğim albümü seçtiğimi de belirtmeliyim. Ek olarak The National, The Gaslight Anthem, The Smiles & Frowns, Los Lobos ve Tired Pony’ye de girmek isterdim ama yerimi üç albümle dolduracak kadar özlemişim Kabakulak’ı; idare edin artık siz de canım!

IRON MAIDEN
The Final Frontier
(EMI)
Iron Maiden candır, diyerek bu bahsi kapatmak da mümkün aslında ama yakışık almaz!
Heavy Metal’in mucitlerinden sayılan babalar 35 yılı devirdi sayılır. ‘The Final Frontier’ yaptıkları 15’inci stüdyo albümü. 1990’larda biraz sallandılarsa da asla düşmediler, özlerini koruyarak zamana direndiler, uyum sağladılar, sadık dinleyici kitlelerine yeni kuşakları da ekleme başarısını gösterdiler.
Sadece bu yetenek bile takdir edilip baş üstünde taşınmalarına yeter. Bruce Dickinson, Adrian Smith, Steve Harris, Nicko McBrain, heavy metal’in güncel akımlar karşısında kalıcı olabileceğini ‘The Final Frontier’da üşenmeden bir daha kanıtlıyor.
Bu devirde 6, 7, 8 hatta 11 dakikalık şarkıları kim dinler diye merak eden varsa ‘The Final Frontier’ın satışlarına bakmalı.
10 şarkıdan oluşan ama 76 dakika süren albümü, 1980’lerden bu yana kimi zaman yaklaşarak kimi zaman uzaklaşarak ama sevgisini hiç yitirmeden Iron Maiden takip eden bana çok beğendirdiler mesela.
Gerisi hikayedir: “Up the Irons!”

ARCADE FIRE
The Suburbs
(Sonovox)
Arcade Fire’ın üçüncü albümü ‘The Suburbs’e temkinli yaklaştım. İlk albümleri ‘Funeral’ı uzun süre yanımdan ayırmadan gezmiştim. Evde, sokakta, Beşiktaş’taki favori kahvemde otururken hep yanımdaydı.
Kanadalı kalabalık tayfa, hayatımın bir dönemi için soundtrack olmuştu. Öyle sevdim, öyle benimsedim ilk albümlerini.
İkinci albümleri ‘Neon Bible’ çıkınca gözüm kapalı vaziyette aldım. Müzik basınında çıkan eleştiri yazıları (Bazen çok sahtekar olabiliyor hainler!) zaten gaz verici türdendi.
Albümü aldım, eve geldim, heyecanla dinlemeye başladım. Eee abi? Kötü demek ağır kaçacaksa kaçsın, Funeral’ın yanından bile geçemeyecek vasatlıkta bir albümdü.
Müzikseverin kalbi ve güveni bir kez sarsılmaya görsün; sevmeye çalıştım açıkçası, hatayı kendimde aradım, “Bende bir yamukluk olabilir” dedim ama olmadı, Neon Bible’ı benimseyemedim.
Geçen ay, yurt dışında bir müzik markette yeni albüm ‘The Suburbs’ü yığılmış vaziyette görünce (Promosyon atağı!) “Küsüm lan ben size!” tavrı sergilemedim, olgun davrandım ve mağazanın dinleme bölümünde kulaklığı takıp dinlemeye başladım.
Hımm! Hiç fena değil. Hızlı bir tur attım albümün içinde ve beğendim ama kesin kararımı sonra vermek istedim.
Ertesi gün yine müzik markete gittim, bu kez seçtiğim birkaç şarkıyı mesela ‘We Used To Wait’i, ‘Sprawl 1’ı, ‘Ready To Start’ı sonuna kadar dinledim ve çok beğendiğime kanaat getirdim.
CD’sini almadım ama. Niye mi? Plak formatı yoktu markette, bulana kadar beklemeye karar verdim.
Affettirdi kendisini bana Arcade Fire. Neon Bible’ı zaten beğenmişseniz hiç problem yok. The Suburbs, bence Funeral’i de aşmış, o kadar söyleyeyim.

BRUCE SPRINGSTEEN & THE E STREET BAND
London Calling Live In Hyde Park
(Sony)
28 Haziran 2009, Pazar. Londra’nın göbeğindeki Hyde Park’ta Hard Rock Calling Festival var.
Üç günlük festivalin son günü, akşam saatleri. Sahne alma sırası ‘Patron’da.
Bruce Sprinsteen&The E Street Band, üç saat sürecek olan konsere The Clash’i yad ederek başlıyor; ‘London Calling’ ile çıkıyorlar sahneye.
Onbinlerce kişi, toplam 27 şarkı dinleyecekleri geceye hazır gibi durmakta. Adama boşu boşuna ‘The Boss’ denmiyor.
‘Badlands’, ‘Working On A Dream’, ‘Bobby Jean’, ‘Glory Days’, ‘Dancing In The Dark’, ‘River’, ‘No Surrender’...
Yıllardır omuz omuza müzik yapan ‘Patron ve Adamları’, yani E Street Band, yani Stevie Van Zandt (gitar), Max Weinberg (davul), Clarence Clemons (saksofon) gibi babalar kitleyi peşlerinden sürüklerken sürpriz ‘yancılar’ da beliriyor sahnede.
Mesela son dönemin en baba ekibi The Gaslight Anthem’dan Brian Fallon ‘No Surrender’a eşlik etmek üzere Patron’un yanına geliveriyor.
Üç saat kusursuz bir makine düzeninde ama ruhu da koruyup kollayarak müzik yapmak kolay iş değil.
Bu enfes konserin geçtiğimiz günlerde Türkiye’de de satışa sunulan DVD’sini seyrederken Springsteen’in gömleğinin terden renk değiştirdiğine şahitlik ediyoruz.
Daha tuhafı, tütüyor baba! Abartmıyorum, ters ışıkta kafasından, omuzlarından duman tüttüğünü görüyoruz net bir şekilde.
Bu konserden sadece bir gece önce, 27 Haziran 2009’da Glasyonbury’de aynı performansı canlı canlı izlemiş biri olarak hayretimi ikiyle çarpmak gerekiyor.
Bir gece önce üç saatlik şahane bir set çalıp Glasto’nun aklını başından almış olan bu adam o tarihte 60 yaşındaydı.
Bir gece yatıp uyuyup ertesi gün üç saat daha rock konseri vermek, hem de ciğeri, yüreği sahneye dökecek bir performans sunmak mucizevi bir hadise.
27’sindekini sahnenin sol tarafından, 28’indekini evde DVD’den seyrettim ve saygımı belirtmek için bir şapka bulup kafaka taktım, çıkarttım.
Kaçırılmayacak bir performans, Patron’un hayranları özellikle kovalamalı bu tarihi kaydı.
Bu arada bonus olarak Glasto 2009’dan bir kayıt da (The River) eklemişler DVD’ye...
Yazarın Tüm Yazıları