BAŞBAKAN nükleer santralla tüpü karşılaştırınca “Belki de ‘Başbakan hangi konuda ne derse doğrudur, karşı çıkan herkes yenilenebilir enerji vesayetçisidir’ diyenler haklıdır” diyerek evdeki güvenlik tedbirlerini gözden geçirmeye karar verdim.
“Evde tüp yok, yırttık yine” demedim, hayati teklike arz edebilecek ne varsa sıkı bir denetime tabi tuttum. * * * Önce “Ev kazalarının çoğu mutfakta gerçekleşir” ilkesinden yola çıkarak mutfağa girdim. Bıçaklardan keskin ve sivri uçlu olanları hemencecik imha ettim. Yetinmedim, daha önce ayvaya girişmek için kullandığım kenarı ince kaşığı da “O kesiği unutmadım!” diyerek postaladım. Çatalları elime hafifçe bastırarak test ettim. Eğer bu işlemden sonra elimde dört kırmızı nokta izi bırakıyorsa affetmem mümkün olmadı -burada canımız söz konusu, di mi ama?-, ayıkladım. Düdüklü tencereyi hep bir risk faktörü olarak görmüşümdür; “Dönersen ıslık çal” diyerek vedalaştım. Konserve açacağı kendi çapında bir hazara dönüşebilir; bugüne kadar nasıl bu riskle yaşamışım! Kepçeyi kafama vurdum, bir şey olmayınca affetmeye karar verdim. Evdeki iki kedi bütün bu testlerimi ilgiyle izledi; ben banyoya yürürken biri diğerine “Gel abi, sapıttı bu, eğlence var” der gibilerden baktı ve peşimden ilerlediler. * * * Saç ve sakal konusunda Robinson Crusoe model takıldığım için tıraş bıçağı yok. Ama törpü, küçük makas ve kulak temizleme çubuğu var; hepsi de tehlikeli. Kulak temizleme çubuğuna takılmış olabilirsiniz ama tut ki çubuk kulağımdayken kaydım, yere yan düşeceğim tuttu ve hort diye saplandı! Yaa, bunu hiç hesaplamamıştınız di mi? Hayat memat meselesidir bu bayanlar, baylar, trabzandan kayanlar! Ha, trabzandan da kaymıyoruz, hatırlatmama gerek yok herhalde. * * * Salondaki emniyet tedbirlerini sağlamak yorucu oldu. “Ya kafaya düşerse; içi de beni yakar dışı da” diyerek bütün kalın ciltli kitapları aşağı indirdim. Osmanlı tarihiyle ilgili olanları Yiğit Bulut’un “Nükleer enerjiye geçmeliyiz, emperyal Türkiye olacağız!” çağrısına kulak vererek belki lazım olur düşüncesiyle çabuk ulaşabileceğim noktaya taşıdım. Salonda pota yok ama basketbol topu var; basıp düşerim korkusuyla emniyetli bölgeye taşıdım. Kedilerin yoğun muhalefeti küçük topları taşımama engel oldu. Gri olan kedi topunu savunmak için patiyi ekleştirince “Senin tırnakları kesmek şart oldu ama hangisi daha riskli bilemedim; tırnakların mı yoksa onları kesme operasyonu mu?” dedim. Cevap vermek yerine beyaz olan kediyle top kavgasına girmeyi tercih etti. * * * Kanepeden kendimi yere bırakmak, sehpaya takılıp düşmek, telefona yetişeceğim derken sütuna omuz çarpmak gibi bir dizi tatbikatın ardından genel teftişi başarıyla tamamladım. Geriye kaldı nükleer tehdit... Başbakan’ın senet yerine geçen kapı gibi sözü var! Ama buna rağmen velev ki santral kuruldu, velev ki başımıza bela oldu. Ne yaparız? Sıralamaya başladım yorgunluğun etkisiyle uykuya geçerken: “Antibakteriyel kıllı diş fırçası kullanırız.” “Altın çilek yeriz.” “Santralı Allianoi’ye kurarız; patlarsa da çanak çömlek patlamış olur.” “Melih Gökçek tuz döker, bir şey olmaz...” * * * Nükleer santrala bir kere değil, yüz kere değil, milyon kere değil, sonuna kadar HAYIR!