ARTIK itiraf edebilirim: Ben bir televizyon bağımlısıydım. Sabah kalkar kalkmaz ellerim titreyerek uzaktan kumandaya ulaşıyor, ilk zap turumu tamamlamadan rahat edemiyordum.
Çalışmak zorunda olduğum için televizyondan ayrı geçirdiğim saatler, bana işkence gibi geliyordu.
Akşam eve döner dönmez yine televizyonun karşısına kuruluyor, kanepede uyuyakalana kadar da o kanal senin bu kanal benim sekiyordum.
* * *
Bir gün, çok da severek seyrettiğim bir film sırasında ‘‘Bitse de zaplamaya başlasam’’ derken yakaladım kendimi. Yani, seyrettiğim şeyden mutlu olmam da yetmiyordu... Ben bir ekran esiriydim...
Bu yılbaşında, yeni eve taşınırken tedavi yolunda ilk adımı attım. Küçük ekran bir televizyon götürdüm yeni eve. Küçük ekran demek bile yetersiz aslında... Topesto, ‘‘Benim cep telefonunun ekranından bir boy büyük bu be!’’ diyor mesela.
Mecbur kalmadıkça açmıyorum minivizyonu. Maçları zaten statda seyrediyorum. Bazen saat başlarında haber almak için açıyorum. Bir de cumartesi-pazar günleri, arkadaş kontrolünde CNBC-E seyrediyorum.
Hafta içi de çok daralırsam, film saatine kadar, CNBC-E'deki dizilere takılıyorum...
Tahrik unsuru olarak gördüğüm için 'dicitürk' hadisesine de girmedim. Hem zaten NBA-TV yüzünden sinirliyim dicitürk'e...
Bu arada ruh hastası olduğumu düşünmenizi istemem ama televizyon seyretmediğim anlarda, ekranın önüne bir 33'lük plak koyduğumu da itiraf edeceğim. Nils Peter Molvaer'in bir albümü duruyor ekranın önünde. Bu hem caydırıcı etki yaratıyor, hem de hakikaten çirkin olan televizyonu bir anlamda güzelleştirmiş oluyor...
Her neyse ya...
* * *
Şimdi, ekranı ufaltma yoluyla hadiseden nefret etmek tabii ki tam bir başarı sağlamıyor. Olan gözlere oluyor ama, bu arada kitap okunabiliyor, adam gibi müzik dinlenebiliyor vesaire...
Bu göz bozulması önemli bir nokta. Geçen hafta, ekranla aramda bir karış mesafe kalacak vaziyette yere uzanmış, Ally MacBeal seyrederken kapı çaldı.
Baktım Topesto... ‘‘Dur iki dakika, dizi seyrediyorum’’ dedim.
‘‘Gözün bozulacak oğlum... O kadar yakından seyredilmez televizyon’’ dedi...
O anda fark ettim ki; ben bu cümleyi duymayalı yıllar olmuş. ‘‘Ne dedin sen?’’ dedim, tekrarladı.
‘‘Bak Topesto, büyümek işte bu yüzden iyi bir şey. İstersen ekrana burnunu bile dayayabilirsin ve kimse de çıkıp sana 'Yapma, gözün bozulur' diyemez. Tamam mı?.. Bak, dayıyorum işte burnumu... Dayadım bile...’’ dedim.
‘‘Doğru bir tespit’’ dedi...
* * *
Ally Mac Beal bitti, televizyonu kapattım.
Topesto, ‘‘Biliyor musun, sen demin süper bir geyik malzemesi yarattın farkında olmadan’’ dedi...
‘‘Neymiş o?’’ diye karşılık verdim. ‘‘Büyümenin nasıl iyi bir şey olduğunu takdir ettim sayende. Düşünsene, hakikaten kimse bize 'Televizyonu yakından seyretme' diyemiyor... Dese bile 'Sana ne usta? Ben böyle seviyorum' diyebiliyoruz. İlkokuldayken filan sıkardı biraz öyle demek’’ dedi.
Sonra bu verimli geyik üreme alanını değerlendirdik haliyle.
İlk söz hakkını ben aldım: ‘‘Mesela ben küçükken içinde soğan bulunan yemeklerden nefret ederdim. Şimdi yiyorum ama küçükken zorla yedirirlerdi. Bugün şöyle diyebilirim: 'Soğan mı dedin?.. Soğan mı dedin bana?.. Yemiyorum... Hah-hah! Doğru duydun, yemiyorum. Ölene kadar patates-köfte ve coca-cola yiyeceğim, elveda!..’’
* * *
Topesto devam etti: ‘‘Ders çalışıp çalışmadığımı sordunuz galiba... Çalışmıyorum... Evet, evet... Aynen öyle dedim. Bir de bağırarak tekrarlayayım isterseniz: ÇA-LIŞ-MI-YO-RUM!.. Çünkü çalışacak ders kalmadı. Büyüdüm ben be, ders filan yok artık. Ayrıca yine evet, şu anda Teksas-Tommiks okuyorum... Çok da güzel oluyor...’’
Bu güzel geyikten mahrum kalmasın diye Riko'yu aradık ve durumu anlattık.
‘‘Cıvataları gevşettiniz iyice galiba’’ dedi. Örneklerle, detay vererek olayı bir kere daha anlattık. İkinci anlatış da uyandı hadiseye...
‘‘Ben de...’’ dedi ve devam etti: ‘‘Basketbol oynadıktan sonra eve geliyorum. Direkt buzdolabına gidiyorum ve ne yapıyorum? Terli terli su içiyorum... Sonra sabah kalkınca saate bakmaksızın kola içiyorum. Sonra terlik giymiyorum mesela ben. Bir de ıslak saçla sokağa çıkıyorum...’’
Baktık eleman aldı başını gidiyor, ‘‘Tamam güzelim, tamam aslan parçası, haydi bakim, dikkat kendine hasta olma’’ filan diyerek telefonu kapattık.
Sonra da Steppenwolf'un ‘‘Born To Be Wild’’ını koyup, sesi ayı gibi açıp dinledik. Sunî, munî; eğlendik işte...