GEÇEN hafta bu saatlerde, yine şu anda oturduğum koltukta oturmuş yazı yazıyordum.
Aradan tam bir hafta geçti ve ben yine aynı yerde oturuyorum.
Ama bu arada dünyanın yolunu yaptım, bir daha hiç görmeyeceğim insanlarla tanıştım, hiç görmediğim yerler gördüm, oda numarasını şu anda hatırlamadığım otel odalarında yattım ve yine koltuğa döndüm.
Hayat tuhaf!..
Şimdi bu durumdan şikáyetçi olduğumu sanmayın. Biraz yorgun ama gayet mutluyum.
Geçen perşembe günü işini bitirmiş bir insanın rahatlığıyla gazete binasını terk ettikten sonra Almanya'daki seçimler için nabız tutmak üzere Hamburg'a gittim.
İki gün-iki gece oradaki temsilcimiz Kemal Doğan'ın hazırladığı programı uyguladım.
Kemal, Almanya'da fazla kalmaktan dolayı hafif tertip bir Alman disiplini içine girdiğinden program bayağı yoğundu.
Havaalanından beni aldığında Kemal'e geçen seneki Berlin hikáyemi anlattım. Berlin'i, Berlin Turizm Ofisi'nin hazırladığı bir programla gezmiştim.
Programdan çok bir tür dekatlondu aslında. Sabahın kör karanlığında müze kapılarında başlayan macera, gecenin bir yarısında opera binasının kapısında bitiyordu.
Kemal gülümseyerek dinledikten sonra, benim için hazırladığı programı uzattı.
Programa şööööyle bir baktım ve şaka yapıyor sandım önce.
Programda feministlerin, kadın ve çocuklara eğitim amacıyla kurdukları bir sivil toplum örgütünün 20'nci yıl kutlamasından, sünnet düğününe kadar yok yoktu.
Abarttığımı sanıyorsunuz. Doğru, normalde abartabilirim, hatta iyi de abartırım ama bu kez samimiyim.
Kemal'e, ‘‘Hakikaten kuaför açılışına da gidecek miyiz?’’ diye sordum.
‘‘Dansöz de çıkacak abi’’ dedi. ‘‘Tamam o zaman’’ dedim. Merak edenler için söyleyeyim, evet kuaför açılışında dansöz çıktı ve biz de hem işimizi yapmış olduk hem de eğlendik.
Bu arada yine merak edenler için söyleyeyim, dansöze de kime oy vereceğini sordum. 23 yaşındaki Bahar adlı dansöz de Almanya'daki Türklerin büyük bölümü gibi oyunu SPD'ye, yani Sosyal Demokrat Parti'ye vereceğini söyledi.
Bahar'ın Türkçesi biraz fazla kırıktı. Genç Türkler'in önemli bir bölümü Türkçe yerine Almanca konuşmayı tercih ediyor, bunu biliyorum. Konuştuklarında da Almanca-Türkçe karışık konuşuyorlar, hiçbir şey anlamıyorum.
Ama Bahar'ınki normalden biraz daha fazla bozuktu. Yarı İngilizce, yarı Türkçe tamamladığımız konuşmanın sonunda, ‘‘Ailen nereli senin peki Bahar?’’ diye sordum.
‘‘Hindistan’’ dedi.
‘‘Nasıl Hindistan Bahar?’’ diye sordum.
‘‘Ben Hintliyim’’ dedi.
‘‘Bahar sahne adın mı oluyor o zaman?’’ dedim.
‘‘Hayır, Hintçe'de de Bahar var. Anlamı da aynı’’ dedi.
Büyük ihtimalle yedi beni Bahar ama olsun. Zaten Türklerle konuşmaya gidip, bir Hintliyi Türk sanmak ve onunla İngilizce olarak Almanya'daki seçimi konuşmak yeterince sarsıcıydı. Zorlamadım...
***
Kemal'in süper programının önemli bir bölümüne sadık kaldık. Sağolsun sayesinde olaya hakim hale geldim.
Bu arada en üzüldüğüm hadise, teknik direktörlüğünü Ali Söyleme'nin yaptığı ve ‘‘çokuluslu’’ bir kadroya sahip olsa da Türk takımı olarak bilinen SV Lurup'un maçına gidememek oldu.
Orada tribündeki gençlerle konuşmayı amaçlıyorduk ama araya daha mühim bir hadise girince iptal etmek zorunda kaldık.
Aynı günün akşamüstü maçın skorunu öğrenince bir kere daha kahroldum. Çünkü SV Lurup, Union 03'ü tam 13-1 yenmişti. Keşke gidebilseydik...
***
Hamburg dönüşü, Galatasaray'la direkt Moskova'ya uçtum. Yani kelimenin tam anlamıyla tepe sersemi oldum.
Perşembe sabaha karşı eve ulaştım ve gazeteye gitmeden önce birkaç saat uyuyayım dedim. Uyandığımda evimde olduğuma inanamadım.
Ama dedim ya, bir sıkıntım yok bu durumdan. Hele Lokomotiv Moskova'yı 2-0 yenmişken, ‘‘Abi çok yoruldum’’ demek, en azından terbiyesizliktir...