Geçen pazar, geçmişimle ilgili son derece önemli belgeler 15 koli şeklinde kapıma yığıldı. Bir Feng Shui uzmanı evi görse, kaçıncı katta olduğuna bakmadan kendini en yakın pencereden dışarı atardı.
İnsan, bir pazar sabahı kişisel tarihinin önemli bir bölümünü kapısının önünde 15 koli şeklinde bulunca hafiften sarsılıyor...
Hadise şöyle gelişti: Ailemin evinden ayrıldıktan sonra çok ev gezdim; özellikle de ilk ayrıldığım dönemde.
Ama evden ilk çıkışta arkamda bıraktıklarıma hiç dokunmadım. Çocukluk ve ilk gençlik yıllarımın bütün hatıraları, kitapları, albümleri, ıvır ve de zıvırları o evde kaldı.
Bazı geçiş dönemlerinde (askerlik dönüşü gibi) yeniden döndüğüm o evde güvenli bir şekilde durup beklediklerini bilmenin rahatlığı açıkçası gayet iyi geliyordu.
Bir şey arayıp bulamadığımda "Annemin evindedir" deyip geçmek, konunun üstünde durmamak bile başlı başına bir lükstü.
Fakat geçen aylarda radikal bir değişiklik yaşadık, annem taşındı.
Taşınmanın ’kolileşme’ aşamasında yıllardır "Oğlum bu kitaplarını almayacak mısın?" diyen annem şık bir vücut çalımıyla benim kitapları ayrı bir koli öbeğine dönüştürdü.
*
Ve geçen pazar, memleket genelinde pazar sabahı mahmurluğunun hakim olduğu saatlerde, geçmişimle ilgili son derece önemli belgeler 15 koli şeklinde kapıma yığıldı.
Kolileri evin salonuna bir çöp ev havası verecek şekilde yığdım.
O sırada bir Feng-Shui uzmanı evi görse, kaçıncı katta olduğuna filan bakmadan koşup kendini en yakın pencereden atardı. Hoş Feng-Shui insanı normalde kahve içmeye uğrasa bile bunalabilir ya benim evde, neyse...
Kolileri karışık teknikle dağıttıktan sonra, cinayet mahallini temizlemek için plan yapan bir seri katilin soğukkanlılığıyla çay hazırladım, bir sigara yaktım ve geriye çekilip durumu incelemeye başladım...
Bir koli tamamen kasetlerden oluşmakta. O koliyi hálá kaset toplamak gibi bir işle uğraşan arkadaşıma aynen devredeceğim. Eleman zaten uzun zamandır bu anı bekliyordu.
Kitapların ayıklanması zaman alacak. Aslında sorun kitaplar değil, her kitabın arasından bir sinema bileti, bir izin kağıdı, bir fotoğraf, bir not çıkıyor.
İnsan asıl şoku o zaman yaşıyor. Benzer sürprizler yaşamışlığım vardır ama bu kez hem ayıklanması gerekenlerin sayısı çok fazla hem de ait oldukları yıllar enteresan.
*
Mesela en az 20 yıldır görmediğim bir fotoğraf: İlkokul birinci sınıftayım; Okuma Bayramı. Soldan sağa: Can, Cem, Burak, Kanat, Raşel, Itır, Varol şeklinde sıralanmışız Şişli 19 Mayıs İlkokulu’nun küçük sahnesinde. İnsanın dana kadar olmuşken kendisini böyle cüceleşmiş haliyle görmesi çok tuhaf. Aynı fotoğrafa 10 yıl önce böyle bakmazdım, eminim. Bayağı şeker çocuklarmışız...
*
İstanbul Uluslararası Film Festivali kapsamında, 22 Mart 1991’de 21.30’da Gazi Sineması’nda "Cha Cha Cha" adlı bir film varmış. Bunu, Yusuf Atılgan’ın "Aylak Adam" kitabının arasından düşen bilet sayesinde öğreniyorum. Fakat böyle bir film seyrettiğimi hatırlamıyorum.Ama Brigitte Nielsen’le çekilmiş fotoğrafı hatırlıyorum. 1990 veya 1991 (Haydi bilemediniz 1992) yazı... Yer: Çeşme. Festivale gelen yabancı ünlülerle röportaj yapmam için gazetem beni Çeşme’ye yollamış. Soldan sağa baktığımızda, Kanat, Brigitte Nielsen ve Brigitte Nielsen’in göğüs dekoltesi şeklinde durmaktayız.
*
Okul defterlerinin arka sayfalarında derste sıkılarak oluşturulmuş "İdeal Galatasaray 11’i" denemeleri, 1990 İtalya Dünya Kupası flaması (Coca Cola promosyonu), atomik olduğunu ve sonsuza kadar çalışacağını düşündüğüm saat (Çalışmıyor şu anda tabii!), Star 88’e ait bir vestiyer fişi, Rumelihisarı sahilinde biralanırken çekilmiş bir serserilik hatırası, 1990’da yaptığım Rıfat Özbek röportajının bandı, ilk yurtdışı seyahatimin dönüşünde (Fransa, Paris) hatıra olsun diye yanımda getirdiğim bardak altlığı (Utanarak cebime attığım anı hatırlıyorum), Hürriyet’te yeni çalışmaya başladığım döneme ait bir ’banka cüzdanı’, 1991-1992 ders yılına ait paso (Çok aramıştım otobüslerde bilet kutusu önünde, gıcır gıcır duruyor tabii), Ruud Gullit posteri, IRA’nın resmi kanadı Sinn Fenn’in lideri Gerry Addams’a Belfast’ta bir yürüyüşte imzalattığım sarı kağıt...
*
Tam geçmişimin esiri olmuşken telefon çaldı. Baktım arayan Hasan Cemal, her zaman yaptığım gibi ayağa kalkarak cevapladım: "Emret Hasan Abi!"
"Oğlum geliyor musun Atina’ya milli maça?"
"Yok öyle bir sefer benim programda. Plaka semti, yeşil şişeli Uzo’lar sana emanet... Abi sen 4 Kasım 1989’da nerede olduğunu hatırlıyor musun?"
"O ne demek? Delirdin mi yoksa bana haber vermeden?"
"Yok abi, eski kitapları ayıklarken senin ’Tarihi Yaşarken Yakalamak’ kitabını buldum. O tarihte imzalatmışım sana, büyük ihtimal Kitap Fuarı’nda."
"A-aaa!"
"A-aaa, yaa! Dön Atina’dan tekrar imzalatacağım... Senin kitapla aynı koliden Ertuğrul Abi’nin (Özkök) ’Elveda Başkaldırı’sı da çıktı. Ona imzalatamamıştım bir türlü. İkinize ortak imza günü planlıyorum."