HAYATININ önemli bir bölümünü Taksim civarında geçirmiş, halen de geçirmekte olan bir vatandaşım.
Kimi Etiler'i sever, kimi Fatih'i, kimi hayatını Arnavutköy'den başka bir yerde geçirmeyi düşünmek bile istemez, kimi ‘‘Bayrampaşa'da doğdum, Bayrampaşa'da öleceğim’’ diye.
Ben de Taksim'i tercih etmişim; hadise bu kadar basit.
Şimdi arkadaşlar; hazırsanız size Taksim'le ilgili birkaç tüyo vereceğim. Kaleminizi kağıdınızı hazırladıysanız başlayalım...
***
Dün öğle yemeğine indiğimde Yalçın Bayer'le karşılaştım. Yalçın Ağabey'le her karşılaşma bir tür imtihandır, bilenler bilir.
Uzaktan bana doğru yaklaştığını gördüğüm anda ilk tepkim; ‘‘Ağbi ben okudum mu bugünkü yazısını Yalçın Ağabey'in?.. Yok, henüz okumadım. Eyvah!’’ oldu.
O panikle ‘‘Yalçın Ağabey, yeni seneler’’ gibi bir şey saçmaladım. O direkt konuya girdi: ‘‘Okudun mu sen benim köşeyi bugün... Taksim... O Belediye Başkanı... Bana bak oku bugün bir mektup var... Muhallebici mantığıyla Beyoğlu yönetilmez... Sen ağır bir şey yazacaksın tamam mı?... Okumuyorsunuz ki zaten, yazıyoruz...’’
Yalçın Bayerce'yi biraz olsun çözmüş olduğumdan kendimce bir anlam çıkarttım tabii bu ışık hızındaki konuşmadan...
Yerime döndüm ve bahsettiği yazıyı okudum. Emekli bir öğretmen, tamamen haklı sebeplerden dolayı ‘‘Taksim'de böyle yılbaşı olmaz’’ demiş.
Şikayetlerini sıraladıktan sonra da ‘‘...Yılbaşını günah sayan bir zihniyet -Beyoğlu Belediyesi- bir sponsor bulup, alkolsüz içkilerin verildiği bir yılbaşı partisi düzenlesin; müzik grupları getirsin’’ diyerek manalı bir final yapmış...
***
Bakın arkadaşlar, hayatta pratik çözümlerden yana bir insanım. Beyoğlu'na pavyonların hakim olduğu dönemde de oradaydım, ağır ağbilerin ‘‘entel istilası’’ adını verdikleri dönemde de...
Hip-hop barlarıyla türkü lokallerinin; travesti kulüpleriyle alkolsüz 'neo-muhafazakar' lokantaların herhangi bir sosyologu eşek tepmişe çevirecek derecede uyumlu bir yapıdan söz ediyoruz Beyoğlu dediğimizde.
Yani ‘‘hort!’’ diye analiz etmek pek mümkün değil bu hiper-kozmopolit yapıyı.
Edebilen varsa zaten karşısında ayağa kalkıp önümüzü iliklemekle kalmayız, bir de elini öperiz icabında. Bırakın Beyoğlu'nu, biri bana Büyükparmakkapı Sokağı analiz etsin yeter yani...
Ne demiştik?.. Hah! Pratik çözümlerden yanayım hayatta.
365 günün neredeyse tamamını çıkmaz sokaklarına kadar çok iyi bildiğim bu semtte geçiriyorum. Ama yılın bazı günlerinde, Taksim Meydanı'na yürüyerek 2 dakika 30 saniyelik mesafedeki evimden ölüm-kalım meselesi olmadıkça çıkmam...
Bu günler de bellidir: Bayramlar ve yılbaşı.
Olaya ‘‘Halk plaja hücum etti, vatandaş denize giremiyor’’ şeklinde yaklaşıp çirkinlik yapmak istemem.
Ama bu günlerde Taksim'e çıkanın aklından şüphe ederim. Bir kere çok ama çok kalabalık oluyor.
O kadar kalabalık olunca da; memlekette ne kadar cepçi, babacımcı, açık kaldırımcı, gaftici, manitacı, tatulacı, kılefteci, it, kopuk varsa sökün ediyor.
Ramazan Bayramı'nda bütün bir ayı alkolsüz geçirip iki birayla kafayı 1500 yapmış ve kendisini alemin kralı sanan 5'li 10'lu 'delikanlı' gruplarının arasında caddede gezmek, dünyanın en tehlikeli turistik hareketi oluyor.
Keza yılbaşı... ‘‘İlla eğlenecem’’ diye kendini kentin en cafcaflı muhitine salmış insanların arasında eğlenmek sizce mümkün müdür?...
Bu konu meydan girişinde trafik ekiplerine, yaya vatandaşlara alkol muayenesi yaptırtmakla filan çözülmez. Gerçekçi olun ve akıllı insanlar gibi bu gibi günlerde Taksim'e çıkmamaya çalışın.