Paylaş
Galatasaray kimi satmış, Fenerbahçe kimi almış, Beşiktaş kimi “kiralama yoluna gitmiş” tarzı haberlerin ardından nihayet dördüncü sırada A Milli Kadın Voleybol Takımı’nın o gün Sırbistan’la oynayacağı maça yer verildi.
Herkesin sabırsızlıkla beklediği maçı dördüncü sıraya atmak ancak ezbere yayıncılıkla, toplumun ilgisini ölçememekle filan ölçülebilir bir yaklaşım.
Aynı gün üst üste ikinci kez Olimpiyat Şampiyonu olan Goalball Kadın Milli Takımı’n bu başarısını çoğu kimse öğrenemedi bile...
Goalball’da bir dünya yıldızına, hatta bu sporun 1 numaralı oyuncusuna sahip olmamız bile pek ilginç gelmemiş olacak ki; neredeyse fısıltı yoluyla yayılabildi bu harika haber.
Sevda Altunoluk, “goalball” dünyası için futbolda Messi kim ise veya basketbolda LeBron James kim ise işte o kişi oluyor.
Takımımız altın madalya yolunda 7 maçta 57 gol atarken bu gollerin 46 tanesi Sevda Altunoluk’tan geldi. Turnuvada toplamda 46 gol atan başka bir kişi bir yana, bu kadar gol üreten ikinci bir takım bile olmadı...
“Futbolun izleyicisi çok, voleybolun daha az, goalball’ü kim tanır abi?” kafasıyla yapılan spor bülteni kolaycılığın daniskasıdır ancak daha da acısı milli formayla başarı sağlayanlara ve sporseverlere karşı yapılmış ayıptır.
Jenerik görüntülerine atletizm, eskrim, buz hokeyi, yüzme koymakla olmuyor işte bu işler...
Tebrikler Sevda Altunoluk, tebrikler goalball camiası...
“Futbol bülteni mi, spor bülteni mi?” tartışmasında yıllar içinde bir adım ileri gidilememiş olduğunu görmek de üzücü...
“THE” FESTİVAL BUDUR
İSTANBUL Caz Festivali pandemi sürecinde olağanüstü bir çabayla programını tamamladı ve geçtiğimiz günlerde şehre yayılacak şekilde yola çıktı...
İstanbul Caz Festivali’ne boşuna “The Festival” demiyoruz. 1994’te İstanbul Müzik Festivali’nden ayrışarak popüler müzik formlarına odaklanan bağımsız bir festivale dönüşen organizasyon şehir için çok önemli bir yerdedir.
“Gelmez” denilen isimleri İstanbul’a getirmek konusundaki tarihi başarıları ortada. Gelmeyen kalmadı dersek yeridir. Nick Cave’den Lou Reed’e, Björk’ten Keith Jarrett’a sayın işte...
Ancak bir diğer önemli başarısı da yüksek kalitede bir organizasyon hazırlamak konusunda dinleyicilere, sanatçılara ve sektöre başarılı bir prototip oluşturmasıdır.
24 Eylül’e kadar İstanbul’un çeşitli mekânlarına yayılan pek çok konser ve farklı etkinlik var. Merak edenler www.iksv.org adresinden festivalin programına ve detaylarına ulaşabilirler.
Altın Gün ve Geeva Flava’nın, Stefano Di Battista ve Ferit Odman Quintet’in, Mabel Matiz ve Niels Broos’un konserlerini kaçırmam, Karsu’nun Atlantic Records arşivinde gezeceği geceye gitmek için de elimden geleni yaparım bu senenin programında...
İyi ki var The Festival, olmasa ne yapardık hakikaten bilmiyorum...
ÇEŞME KÜLTÜR HAFIZASINDA BOŞA AKAR
“KAYBETTİ asrımızda ölüm eski hüznünü/ Lakayd olan mühimsemiyor gamlı bir günü...”
Yahya Kemal’in Aşiyan’daki mezarının yakınına yapılmış olan çeşmenin harap halini görünce bizzat üstadın bir şiirinden (‘Duyuş ve Düşünüş’) hatırımda kalan bu mısralar geldi aklıma.
Fotoğrafı sosyal medyada gördüm, izini sürdüysem de kimin çektiğini, ne zaman çektiğini tam olarak öğrenemedim.
Ancak tarihi, simgesel, anıtsal çeşmelere zaman içinde neler yapıldığını düşünürsek, Yahya Kemal’in çeşmesinin de bu hale getirildiğinden emin oluveriyoruz işte...
Eğer bir caminin içinde kalmak şansını yakalamamışsa, zamanla ayna taşı kırılır, kitabesi sökülür, lülesi çalınır bir hadisedir çeşme. Kültürel hafızada bir boşluk, nimeti unutulmuş bir güzelliktir...
Fotoğrafın sosyal medyada yayılması vesaire bir ihtimal yetkilileri dürtecek ve Yahya Kemal’in çeşmesi de kurtulacaktır diye ümit edelim...
Biz üstadı içinden çeşme de akan “Hüzün ve Hatıra” şiiriyle anmış olalım bu vesileyle:
“Gurbette duyduğum sonu gelmez hüzünleri
Yaprakların döküldüğü hicranlı günleri
Andım birer birer, acıdım kendi hâlime.
Tenhâ Emirgân’ın Çınaraltı’nda kahvesi
Poyrazla söyleşir gibi yaprakların sesi.
Hem başka hem de hayli yakın karşı mabede
Mermerle kaplı çeşmede, mevzun kitâbede
Baktım Yesâri hatlarının bir nefîsine
Daldım coşup giden denizin mûsıkîsine...”
Paylaş