FANATİK Gazetesi, bir süredir süper bir kampanya sürdürüyor. Aslında kampanya demek doğru değil, fakat aklıma mevzuyu karşılayacak başka kelime gelmedi.
Fanatik, Süper Lig'in başlayacağı gün için geri sayım yapıyor. Kullandıkları slogan, askerlikte tezkere günü için yapılan geri sayımı temsil eden ‘‘Şafak...’’
Bugün, ‘‘Şafak 13’’ diye çıktılar mesela.
Bir futbolseverin ruh halini bu kadar iyi yansıtan bir slogan zor bulunur herhalde. Fanatik ekibini kutlarım.
*
Futbola meraklı olmayan birine sözlerimin çok abartılı ve tuhaf geleceğini biliyorum. Fakat futbol meraklılarının sezon sonuyla, yeni sezon arasında yaşadığı yalnızlık o kadar dramatiktir ki.
Bu sene Dünya Kupası vardı. Milli Takım da çok iyi gitti diye biraz olsun rahatladık.
Plaj futbolu elbette oynaması zevkli bir spor hadisesidir ama normal bir futbol meraklısı için, badminton veya neydi o buz üstünde elinde süpürgeyle yapılan spor; işte ondan bir farkı yoktur.
*
Arada internet sitelerine girip geçmiş yılların gollerini filan seyrediyorsun ama kesmiyor. Dondurulmuş gıda tadında oluyor.
Lig TV var gazetede. Orada ‘‘Futbol Nostaljisi’’ adı altında eski maçları yayınlıyorlar. Bazen hiper alakasız maçları bile oturup seyrediyorum.
Mesela, demin TRT 3'te, Galatasaray'ın Sakaryaspor'la 1987-1988'de oynadığı maçın özetini veriyorlardı. Yazıyı yarıda kesip onu seyrettim.
Merak edenler için söyleyeyim. Galatasaray, Tanju'nun iki golü ve Yusuf'un golüyle 3-0 öne geçti. Sonra Sakaryaspor'dan Sinan, takımının şeref golünü kaydetti.
Yaa, bakın futbolsuzluk adamı ne hallere düşürüyor.
*
Hazırlık maçları bir nebze ilaç oluyor sezon öncesinde. Mesela Galatasaray'ın Grasshoppers maçını sabırsızlıkla bekliyordum. Ama ne oldu, Grasshoppers'ın tırsaki teknik direktörü, oyuncuları sakatlanabilir diye maça çıkmayacaklarını açıkladı.
İsviçre takımları bir türlü Şampiyonlar Ligi'ne çıkamıyor. Ama olur da bir gün Galatasaray'la eşleşirse, çekecekleri var benim gözümde.
Böyle futbol özlemiyle yanıp tutuşurken, pek sevdiğimiz bir biraderimizden mesaj geldi. Mesaj aynen şöyleydi: ‘‘Londra'dayım. Sana bir kitap aldım. Pazartesi yollarım...’’
Bu sevgili arkadaşımız, Galatasaray'ın yeni yöneticilerinden Orhan Yüzen. Ama biz yöneticiliğinden önce tanışıyoruz. O sebepten kitap herhangi bir mevzuda olabilir.
Orhan, ilgi alanlarımızı bildiğinden, seri cinayetlerden tutun da, eeeeeee başka neyle ilgilenirim ben, çizgi romana kadar herhangi bir mevzuda kitap almış olabilir.
Pornografik bir hadise de olur, müzik de olabilir.
Ben merak içinde kitabın yolunu gözlemeye başladım haliyle.
*
Paket geldi sonunda. Heyecan içinde açtım. ‘‘Barça’’ diye bir kitap.
Kitap, adından da anlaşılabileceği üzere (Futbolla ilgisi olmayan biri nereden anlayacak, saçmaladım işte) ‘‘Barcelona’’yla ilgili.
Orhan'la bu konuyu konuşmuş muyduk hatırlamıyorum. Ama İspanya Ligi'nde favorimizdir Barça. Nasıl Almanya'da St. Pauli'yi (Düştüler ya bu sene, yazık oldu), Arjantin'de Boca Juniors'u, İskoçya'da Celtics'i filan tutuyorsak, İspanya'da da Barça'yı tek geçiyoruz.
Kitabı Jimmy Burns yazmış.
Baktığında bir futbol kulübü üzerine yazılmış, haliyle futbol kitabıdır diyorsun.
Fakat satır aralarında İspanya tarihini de okuyorsun, Katalanya'nın asi ruhunu da...
Okuyup bitirelim, belki Tribün Dergisi'ne bir yazı çıkarırız.
Bu arada Tribün de çıksın artık. Bekle bekle, patladık sıkıntıdan.
*
Yahu, bu arada 1987-1988 Beşiktaş-Galatasaray maçının özetlerini vermeye başladı TRT 3. O zamanlar maç yayınları ne komikmiş. İsmail Galatasaray'ın golünü attı. Tribüne koştu ve yerde kaydı. Arkadaşları da koştu kutlamaya. Yerde seviniyorlar. O sırada TRT muhabiri daldı aralarına ve İsmail'e mikrofonu uzatıp sordu: ‘‘İsmail nasıl oldu gol?’’ İsmail cevapladı: ‘‘Harika!’’ Ne kadar acayip geliyor şimdi değil mi?
Maçı soruyorsanız. Ben o gün İnönü'deydim. 2-2 bitmişti.