Paylaş
“Ahmet ve Nedim’in gazeteci arkadaşları” olarak “Adaletin Kara 100’ü” için Galatasaray Lisesi önünde toplanmıştık o gün.
Ahmet Şık ve Nedim Şener’in ortaya bir delil bile konmadan cezaevinde tutulmaya başlanmalarının üstünden 100 gün geçmişti.
Galatasaray’dan Taksim’e yürünecek, hazırlanan bildiri bu kez Rıdvan Akar tarafından (Sedat Ergin, Ruşen Çakır, Özgür Mumcu, Can Dündar da okudular bildirileri benzer buluşmalarda) okunacaktı.
Daha önce de yürümüştük Ahmet ve Nedim için. Aslında sadece onlar için de değildi bu yürüyüşler; cezaevlerinde 60’tan fazla gazeteci vardı.
Ve iktidar ile onun destekçileri bugün de kullanılan argümandan başka bir şey koyamıyordu ortaya: “Gazetecilikten dolayı içeride değiller!”
Malum, “Kitap bombadan daha tehlikeli olabilir” günleri işte canım...
*
O yürüyüşlere katılmak bile, komik gelecek ama bir cesaret işi sayılabilirdi.
Elinde “Ergenekoncu... Darbeci... Postal yalayıcı...” gibi yaftalarla köşelere yerleştirilmiş tipler çirkef yağdırıyordu yürüyüşe katılanlara.
Zaten 19 Haziran 2011’de sayı olarak epeyce azaldığımızı fark etmiştik.
Hatta şöyle trajikomik bir hadise de yaşandı o gün.
Yürüyüşe katılanların sayısındaki düşüşü konuşarak Taksim’deki tramvay durağına doğru ilerlerken, Demirören AVM önünde müthiş bir kalabalıkla karşılaştık.
Kortejde “Bunlar kim?” sorusu gezmeye başladı, o kadar gazeteci olunca cevap da hemen bulundu: “Real Madrid’in dünya yıldızı futbolcusu Cristiano Ronaldo imza günü için gelmişti...”
Daha sonra kalabalıktan dolayı iptal edilecek bu imza gününe gelenlerin yanından elimizde pankartlarla geçip giderken yanımdaki arkadaşım “kara mizah” dolaylarından patlatmıştı espriyi:
“Abi Ronaldo’yu izlemeye daha fazla basın kuruluşu gelmiş... Bastır Barcelona!”
*
Bugün yaşananlara bakarken “Etme bulma dünyası” diyenler kervanına katılmayacağımı söylemeliyim.
Lafın arkasında durmak, basın özgürlüğüne bütünüyle sahip çıkmak gerekiyor.
Ortaya “makul delil” konmadan “makul şüpheli” kovalamak gibi bir huyumuz yok, olmasın da...
Şu anda yaşadıklarımıza bakınca kimlerin yerinde durduğunu, kimlerin nerelere savrulduğunu ibretle izleme hakkımız ise bakidir.
2011’de, “Gazetecilikten dolayı içeri alınmadılar” yayını yapan, talimatla çirkef havuzuna el daldıranların çoğu bakıyorum yine aynı havuza koşuyor.
Aynı yerde sayılırlar(!), bu istikrarı tebrik etmek lazım.
Kayıp vaka oldukları için eski yazılarını, manşetlerini, kullanışlı aptallıklarını, hukuksuzluğa, kumpasa payanda olma heveslerini, ayın başarılı servis elemanı seçilme çabalarını hatırlatmak manasız.
Herkes neyin ne, kimin kim olduğunu biliyor çok şükür.
Bana asıl ibretlik gelen, o günlerde dost kisvesiyle telefon açıp, sosyal medyadan mesaj sarkıtıp “Ne işiniz var o yürüyüşte?” diyen bazı meslek büyüklerimizin hali.
Ben olsam utançtan sokağa çıkamam vallahi!
Rıdvan Akar, o gün okuduğu bildiriyi şöyle noktalıyordu:
“Biz ısrarla vurgulasak da bir konu dikkatlerden kaçırılıyor. Basın özgürlüğü, herkese lazım. Çünkü gazetecilerin özgürlüğü, aynı zamanda halkın haber alma özgürlüğüdür. Çünkü biz yazmazsak hiçbir yolsuzluk, hiçbir ihlal haber olmayacak. Yapanın yanına kâr kalacak, kimse yanlış gidenleri öğrenemeyecek.
Eşit, özgür, demokratik, müreffeh toplum, ancak prangalarından kurtulmuş bir basınla mümkün olabilir.
Özgür basın şiarımıza ulaşmak için biliniz ki yansak da dokunacağız.”
Sözümüzün arkasındayız, pozisyonunu prensipler yerine muktedirin üfürdüğü rüzgâra göre değiştirenlere de selamet dilerim...
Paylaş