Lafı dağdan tepeden, gölden göletten aşırmadan önce yazının ana fikrini vereyim ağzınız tatlansın: Led Zeppelin’in solisti, müzik tarihinin gelmiş geçmiş en karizmatik isimlerinden Robert Plant, İstanbul Caz Festivali’ne gelecek bu yaz.
"Sen nereden biliyorsun çekirge?" diyen çıkabilir. Bunu öğrenmek uğruna geçen hafta sonu sizler için kendimi feda etmem ve Dubai’ye gitmem gerekti!Hadise bir casus filmi tadında başladı. İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı’ndan, İdil’den şöyle bir SMS geldi önce: "Pısssssst! Kanat! Pasaportun ne durumda?"
"Pasaport iyi işte, öyle damgalar, vizeler ve abuk bir fotoğrafım yapışık vaziyette duruyor. Seni sormalı sen nasılsın; tapu kadastro belgelerin, nüfus cüzdanı suretin filan nasıllar?" dedim hafif tedirgin vaziyette.
Sonra mesajların giderek acayipleşebileceğini anlayıp konuşmaya karar verdik.
"Pasaportumu ne yapacaksın İdilcim?" dedim, "Damga vurup geri verecek halim yok, Dubai’ye gidiliyor. Sen, Rolling Stone’dan Mehmet Tez, Vakıf’tan Ayşe ve Harun... Görevin -tabii eğer kabul edersen- Desert Rock Festival’de Robert Plant’i izlemek."
Kısa ve acısız bir program, kafa bir ekip ve çölde rock. Kendimi bahtı açık bedevi gibi hissediyorum...
*
Bu yıl dördüncü kez yapılıyor Desert Rock Festival. İlk gün, yani cuma gününü yolda olduğumuz için kaçırıyoruz. Iron Maiden, Prodigy gibi daha önce seyrettiğimiz isimleri kaçırdığımızdan kendimizi çok kötü hissetmiyoruz. Festivalin kaçırdığımız ilk gününde "Tüh be!" dememize yol açan tek topluluk Mastodon oluyor.
Ama kaçırdıklarımıza dövünerek hayat geçmez. Hem asıl hedefimiz ikinci gün sahneye çıkıyor: Robert Plant. İkinci gün listede The Bravery ve İstanbul’dan Dubai’ye beraber gittiğimiz Incubus var. Bonus olarak da Prime Circle ve Junkyard Groove dinleyeceğiz.
Hepsinden önemlisi Arap Yarımadası’nda, çöl ambiansında rock dinleyeceğiz. Güzel deneyim diye buna denir.
Birleşik Arap Emirlikleri’yle ilk temasımız Mehmet ve benim açımdan pek iyi olmuyor. Uzun saç hadisesine "Hımmm, bu zibidiler azılı suçlular olmasaydı saçları da uzun olmazdı" şeklinde ilginç bir mantıkla yaklaşan görevliler Mehmet’le ikimizi bir güzel arıyor.
"Arama, gıdıklanıyorum" diyecek halimiz yok; "Bakın şurada da sizin göremediğiniz bir göz var çantada, orada da lav silahı yok!" seviyesinde yardımcı oluyoruz.
Kısa arama macerasının ardından elinde isimlerimizi tutan elemana "Yallah otele. Ayva?.." diyoruz. Dubai’de gece saat 02.00 ve hava limonata gibi...
Sabah festivale gidene kadar 3-4 saatlik bir boşluğumuz var. Otel resepsiyonu yakınlarında tezgah açmış turizm insanına danışıyoruz: "Hello biz bildiğiniz manada salak turistleriz. Dubai’de 3-4 saatimiz var. Şöyle salınıp iki enteresan şey görmek, bir kafede oturmak istiyoruz. Şehirde gökdelen ve denize palmiye inşaatı dışında böyle bir yapılaşma mevcuttur herhalde. Bizi oraya yönlendirir msiniz?"
Kadın bizi ısrarla müzeye veya "Gold Market"e yollamaya çalışıyor.
Müze gezmeye bayılırım ama bir şehirde üç saatim varsa ilk tercihim olmaz. Ekip de aynı fikirde. Fakat kadın öyle bir ısrar ediyor ki; "Belki Altın Market’e ulaşan her turiste bir külçe altın veriyorlardır, petrol zengini bir memleket burası" diyerek ikna oluyoruz.
Bizi yolladığı yer, hayatımda gördüğüm en sıkıcı ve en kıro yerlerden biri çıkıyor. Toptan elma çayı, burun kremi satıcıları ve insanın sersemlemesine yol açacak kalınlıkta bilezikler sergileyen kuyumcular var. Bir de sürekli olarak taklit saat ve taklit çanta satmaya çalışıyorlar.
30 derecenin şoku ve arife günü Eminönü Alt Geçit Çarşısı ortamı üstümüze geliyor. Çözemediğimiz bir harita sistemi ve "Çin’e gidiyoruz, gece tarifesi aç!" deseniz bile mutlu olmayan taksi şoförleri de moralimizi bozmuyor. (Bir tanesi kapıları kilitledi ve bizi almadı. Dünya güzeli değiliz ama taksicileri korkutacak kadar çirkin olmadığımızı da biliyoruz.)
Sonunda iyi kalpli bir tur otobüsü rehberi bizi enteresan bir alışveriş merkezine yönlendiriyor. Yelken Otel’in yanında bir suni vadi...
Arap ülkesine bir İngiliz rock efsanesini izlemek üzere gelmiş dört Türk olarak İtalyan lokantasına gidiyor, Hollanda birası eşliğinde yemek yiyoruz. Garsonumuz Çinli, yan masamız Amerikalı, onun yanı Alman... Tam bir "küreselleştim de duruldum" vaziyeti.
*
Yemeğin ardından bir süre şuursuzca dolaştıktan sonra festival alanına doğru hareketleniyoruz.
Dubai Country Club’ın içinde çevrili bir alandayız. Yer hakikaten çölde. Sahne güzel, seyirci kitlesinin büyük bölümünü ailelerinin işi dolayısıyla Dubai’de yaşayan Batılı gençler oluşturuyor.
Türkiye standartlarına göre iyi bir festival sayılmayabilir. Ama 21 yaşı geçtiyseniz içki alabiliyorsunuz, yiyecek bir şeyler var ve festival tişörtü satılan stand da bulunmakta. Yani rock festivali için gerekli temel doneler sağlanmış. Biz de uyuz insanlar olmadığımızdan hemen ortama uyum sağlıyoruz. Gölge bir yer bulup Smirnoff Ice eşliğinde müzik dinliyoruz.
Iron Maiden’ın 15 bin kişi topladığı söyleniyor. Bence atıyorlar. İkinci gün seyircinin en kalabalık anda 5-6 bin olduğunu tahmin ediyoruz.
Seyirci coşkulu ve katılımcı değil. Incubus’u İstanbul konserinden sonra kesmiyor ortam, hemen anlaşılıyor...
Robert Plant sahneye çıkmadan, kuliste bekliyoruz. O sırada Robert Baba beliriyor. Ben İstanbul’dan yanımda getirdiğim Led Zeppelin IV albümüne davranıyorum. Menajer "İstemiyor, konserden sonra belki..." diyor. Sanatçılardan topladıkları veya taklit ettikleri imzaları E-Bay’de filan satan arkadaşlara okkalı bir küfür sallıyorum. Sanatçılar artık imza vermekten korkuyor...
*
Robert Plant sahneye çıkıyor ve ilk 20 dakikada üç adet Led Zeppelin şarkısı patlatıyor. Müthiş bir adam. Daha önce Jimmy Page’le İstanbul konserlerini hatırlıyorum. Etnik müzikleri kendi şarkılarına taşımayı sevdiğini biliyoruz. Ekibi de süper.
Ancak seyirci biraz donuk. Baba seyirciyi zorluyor vazgeçmiyor ve sonunda başarılı oluyor. Cayır cayır rock müziği hem de en kalitelisinden...
Festivali bitirdiğimizde yorgun, çöl kumu yutmuş ama mutlu insanlarız.
Caz Festivali’nde daha önce Björk, Nick Cave & The Bad Seeds, Tori Amos gibi ağır silahların sponsoru olan Emirates, Robert Plant konserinin de sponsoru olacak.
Emirates’e duyduğumuz saygı, dönüşte havaalanında bir kat daha artıyor.
Ayşe check-in masasındaki adama "Bize lütfen acil çıkış kapısının yanındaki sırayı verin!" diyor. Amacı daha geniş koltuk aralığında seyahat etmemizi sağlamak. Bu benim "Sıkılırsan dışarı da çıkabilirsin" türü kötü espriler yapmama yol açıyor. Ekibin kalan kısmı şiddetle kınıyor beni.
Fakat check-in masasındaki eleman "Siz şimdi business’ı bırakıp, ekonomide acil çıkış sırasını mı istiyorsunuz? Bunca yıldır bu işi yaparım, böyle acayip insanlar görmedim" diyor. Böyle demiyor tabii ama herhalde böyle düşünmüştür.
Meğer biletlerimiz bir üst sınıfa alınmış bizden habersiz. Business class’ta çölde rock konserinden dönüyoruz.
Bahtı açık bedevinin Arap ülkesi macerası ancak bu kadar iyi bitebilirdi.
Robert Baba’yı bekleyin yani, az kaldı, bu yaz İstanbul’a geliyor. Ben de plağımla beraber bekliyor olacağım. O albüm imzalanmadan uyku yok bana!..