Patates de yalan, soğan da yalan

GEÇEN hafta, apolitik Topesto'nun kız meselesi yüzünden bir anda bilinçlenmesinin ibret dolu hikayesini anlatmıştım. Herkes geçen haftaki yazıyı okumuş olamaz..

Bu sebepten çıkan kısmın özetini vermek gerekiyor... Bizim Topesto, yaz tatilinde tanıştığı bir kızı araklayabilmek için ‘‘Antik Cam Atölyelerini Kurtaralım’’ şeklinde bir eyleme katılmıştı. Eylem başarılı, fakat Topesto başarısız olmuştu.

Tatil dönüşü bu güzide eylemden elimizde kalanlar Topesto'nun hafif çatlamış kalbi ve bir adet megafondan ibaretti.

Topesto'nun kalp kırıklığı fazla sürmedi. Fakat o megafon Riko, ben ve adını asla bilemeyeceğimiz bir patates-soğancı arasında yıllarca unutamayacağımız bir anının baş kahramanı oldu...

*

Megafon, geldiği günden itibaren evin en önemli eşyası oldu. Normal bir evin mutfağı veya tuvaleti kadar bir salonda, dar alanda mücadele şeklinde geçiyordu hayat.

Bir gün Riko, ateşli bir tartışmanın orta yerinde fikrini duyuramayınca megafona sarılmıştı. Biz anormal anormal tartışırken, odada Riko'nun sesininin alışılmışın ötesinde bir tonda yankılanması resmen kanımızı dondurmuştu.

O gün neyi tartışıyorduk hatırlamıyorum şimdi. Ama Rİko, bu klas ve umulmadık hareketiyle o günkü tartışmanın kesin galibi ilan edilmişti.

Yani hálá takdirle karşılarız bu megafonla tartışmaya müdahale fikrini...

Megafon sonra çeşitli amaçlarla kullanılmaya başlandı.

Mesela bana telefon geliyor. Ben o sırada arkada, küçük odada Butthole Surfers dinleyip, birşeyler okumaktayım. Butthole Surfers dinlemiş olanlar, bu topluluğu dinlerken bir şeyler okunamamayacağını söyleyecektir. Doğrudur aslında... Fakat ben, Ende'nin ‘‘Never Ending Story’’sini ağırlıklı olarak Butthole Surfers dinlediğim dönemde okuyup bitirmiştim. Neyse...

Riko odanın kapısına kadar gelip ‘‘Huooop! Telefon!’’ diyordu. Böylece iletişim alanında hız kazanmış oluyorduk...

*

Aslında bütün bunlar tıraş; megafonu unutulmaz objeler arasına sokan olayı anlatmak gerekiyor.

Megafonun hayatımızda en etkili olduğu dönem. Klasik bir huysuzlar sabahı yaşanmakta. Yine karşılıklı oturulmuş, konuşulmuyor. Bir koltukta Topesto, bir koltukta ben...

Balkon kapısı açık. Hafif bir rüzgar var. Huzur ırmakları akmakta evin içinde. Tam o sırada bir ses barajı kuruveriyor huzur ırmağımızın üzerine: ‘‘Badadiz suvaaaan!’’

Gelir geçer nasıl olsa diye düşündüğümüzden istifimizi bozmuyoruz. Bu arada günün ilk cümlesini kuruyor Topesto, ‘‘Kahve istiyon mu birader?’’

‘‘Hayır demişliğim var mı ha?’’ gibilerden bakıyorum.

Topesto'nun kahve yaparken söylendiğini duyuyorum derinden ‘‘Ne bu be sabah sabah... Soğan... Patates...’’ filan diyor.

Kahveyi getiriyor ve koltuğuna kuruluyor.

Bu arada dışarıdaki eleman ısrarcı: ‘‘Badadiz suvaaaan!..’’

Bir anda Topesto'yla gözgöze geliyoruz, megafonu kaptığımız gibi perdenin arkasında zulalanıp adama aynı tondan (megafon tonundan) karşılık vermeye başlıyoruz: ‘‘Yalaaan, yalaaan! Badadiz de yalan, suvan da yalan!..’’

Adam tırsmış bir halde etrafa bakıyor, sesin nereden geldiğini anlamaya çalışıyor, sonra ‘‘Hiç bulaşmayayım’’ gibilerden pikapı çalıştırıp mahalleyi terk ediyor.

‘‘Badadiz suvan’’ elemananı püskürtmüş olmanın rahatlığıyla, yeniden koltuklarımıza kuruluyoruz.

‘‘Çok kral alet lan bu megafon’’ diyorum Topesto'ya...

‘‘Öyledir, öyle...’’ diyor.


İşkembe testi


YAMYAMLIK, seri cinayetler vesaire konusunda uzman olmasam da çok kitap okudum. Arada beni sarsan tek şey, Jeffrey Dahmer'in FBI'a verdiği mülakat olmuştu.

Onun dışında ne kanlı sahnelerde, ne de detaylı cinayet anlatımlarında fenalaşmam...

Ancak ‘‘Her Gün Bir Başka Bela’’ filminde bazı sahnelerde ciddi ciddi rahatsız oldum. Filme girdiğimde karnım hafiften açtı. ‘‘Çıkışta birşeyler yerim’’ diyordum. İki saat bir şey yiyemedim.

Filme güzel veya kötü demiyorum. Ama hakiki manada hastası olduğumuz Beatrice Dalle ablamızın, çocuğu sevişirken canlı canlı yemesi bizi bayağı bir tedirgin etti.

Öldürüp yese itirazımız olmayacak gibi bir hava doğduğunun farkındayım... Ama canlı canlı... Balık yiyemezsin be öyle!..


Yatılı Meyhane


GEÇEN Cumartesi günü, kontrolden çıkmış vaziyette gazete okuyorum. Bazı günler böyle oluyor. Otomobil kullanmayı bilmeme rağmen, otomobil ilanlarına kadar okuyorum gazeteyi.

İlanlara bakarken bir anda şöyle bişeye takılıyor gözüm Hürriyet'in 15'inci sayfasında:

‘‘YATILI MEYHANE. Şile Hotel Değirmen.

Meyhane+ Canlı Müzik+ Konaklama+ Kahvaltı. 28 milyon 500 bin TL. İki Gece: 49 milyon 500 bin lira...’’

Yani, hakiki manada yaratıcı bir hadise. Topesto'yu arıyorum ve ‘‘Sen böyle bir şey duydun mu daha önce?’’ diyorum.

‘‘Yok ama adamlar, hizmette sınır yok kavramını ciddi şekilde geliştirmişler’’ diyor.

Yani gidiyorsunuz, anladığım kadarıyla evin yolunu bulamayacak kadar çok içiyorsunuz ve orada kalıyorsunuz. Sabah da kahvaltınızı verip evinize yolluyorlar.

Harbiden ilginç. ama ben bir şeyi anlamadım. Bir gece 28 milyon 500 bin lira ise, iki gece en fazla 47 milyon olur değil mi? Yani ya daha ucuz olur, ya da bir gece fiyatının tam iki katı...

Biraz enteresan bir hesaplama şekli olmuş...
Yazarın Tüm Yazıları