Paris ovası, medya yuvası

SABAH bunaltıcı düşlerden uyandığımda kendimi Paris’te buldum.

Haberin Devamı

St-Germain’de, daha önce de kaldığım ucuz oteldeyim.

Geceyi “Paris Left Bank”ta gömmüş olmalıyım.

Frog&Princess’tan başlayıp, Bombardier, Le Cavern, Violin Dingue, Le Pomme d’Eve diye bar bar gezerken bir ara İsmet Berkan’ı gördüğümü sandım.

Fakat yanılmış da olabilirim.

Çünkü o saatlerde Akif Beki’yle birlikte Paris’in bir başka semtinde Sezen Aksu konserinde olduklarını biliyorum.

* * *

Acil müdahale kahvesini otelde içip, daha manalı bir kahve peşine düştüm.

Notre-Dame civarında Ed Adler resimleri görebileceğim bir galeri var; amacım oraya ulaşmak.

Nehir kenarındaki kitapçı tezgâhlarından birinde Oray’ı eski I-D dergilerini karıştırırken gördüm.

Sesimi duyurabileceğimi bilsem “Aklında bulunsun Guido Crepax’nın ilk baskı albümlerini arıyorum...” diye bağırırdım fakat sabah sabah Paris’i inletmek gereksiz.

Yüzü hâlâ asıktı.

Haberin Devamı

“Bruges’da ben de sıkılmıştım, yazık; açılır neyse Paris’te” diyerek yoluma devam ettim.

* * *

Galeriyi buldum. Ed Adler istihbaratı doğru çıktı. Fakat henüz açılmamış.

Bu arada dönüp dolaşıp St-Germain’den uzaklaşmadığımı fark ettim.

Aklıma görüştüğüm tek gazete sahibi insan olan yüce Okay Gönensin’in kitap siparişi geldi.

Entel ve turist ve hem entel hem turist kitlenin gözde kahvelerinden Deux Magots’nun (Kuğulu Kahve veya Guulu Ga’ve! diye de bilinir) karşı köşesindeki kitapçıya yöneldim.

Bir yandan “Akıllı adam tabii patron. Bayram sonrası gelecekmiş Paris’e. E, peki ben niye ona şimdi kitap alıyorum? Köle Kanat! İsyanım kadere!” diye söyleniyorum.

* * *

Kuğulu’nun önünden kıvrılmışken “ibrahimsadrivari” bir duygulu ses yükseldi köşeden:

“Üç şanlı harbin arş’a asılmış silahları

Parlardı yaşlı gözlerle bayram sabahları...”

Hafiften irkilip sonra “Oh la la! Yahya Kemal’in ruhu dürttü Paris’i galiba!” diyerek sesin geldiği tarafa döndüm ki; Akif Beki!

Üç gün Paris’te takılıp memleket hasreti muhabbeti çekemeyeceğimi hissettim.

Elimdeki kruvasanla yüzümü saklayıp kitapçıya kapağı attım.

* * *

Dip taraftaki çizgi roman bölümüne ilerledim.

O sırada birilerinin Türkçe konuştuğunu duydum.

Haberin Devamı

Bayramda Paris’te şok etkisi yaratmayacak bir durum ama kulak kabarttım:

“Yok yahu ne Umre’si, Paris’teyim. Galliano ile İhram Koleksiyonu tasarlayacağız ha-ha-ha!” gibi cümleler.

“Yoksa, yoksa...” diyerek sesin geldiği yere yürüdüm.

Mon diyö! Ertuğrul Özkök!

Elindeki tuğla gibi cildi sallayarak “Bak bütün dünya kısa yazıyor, kısa yaz, daha kısa!” dedi yine.

Olaylar bu noktaya varınca “Yeter artık, sanırım uyanmak istiyorum” dedim kendi kendime.

* * *

Ve evet, uyandım.

İstanbul’dayım.

Gerçekte Paris’e filan gitmedim.

Ama yukarıda saydığım herkes (Lö Patron Okay Bey hariç) ve daha fazlası şu anda Paris’te.

Bayram, İstanbul’da Paris yazıları okuyarak geçiyor.

Haberin Devamı

Eh bizim başımız kel mi? Gitmiş gibi yapıp yazarız olur biter.

Hem işin sevinilecek yanı da var.

Gidip Akif Bey’den Yahya       Kemal remiksi yemek de vardı kafaya:

“Bu ziyârette vakit geçti, güneş battı, yazık!

Haz ve duyguyla Paris ilinde bir gün yaşadık...”

Paris’tekilere de iyi bayramlar.

(Not: Dönüşte James Ellroy’un yeni kitabı Blood’s A Rover’ı bana getireni affederim.)

Yazarın Tüm Yazıları