BUNDAN birkaç sene önce evin balkonunda oturmuş laflıyoruz. Klasik kadro; Riko, Topesto ve ben...
Nasıl bir boş konu seçmişiz o gün için şimdi tam hatırlamıyorum. Tek hatırladığım Topesto'nun üstündeki feci tişört.
Biz Riko'yla tişört hakkında ileri geri konuşurken kapı çaldı. Dördüncü beklemediğimiz bir gün. Kapı açma sırası Topesto'daydı.
Kalktı gitti kapıyı açmaya. İçerden ‘‘Vaaaaaaay! Güzel ablacığım. Hemşire nereden çıktın sen?’’ gibi sesler gelince, biz de kapıya yöneldik.
Aaaaa! Hakikaten çalışmadığımız yerden gelmiş misafir. Bu bizim Mişel Abla...
Abla diyerek terbiyesizlik yaptığımıza bakmayın; Mişel hepimizden birkaç yaş küçük. Fakat çok sevdiğimizden ‘‘Abla’’ diyoruz.
Zaten Mişel de kendisine ‘‘Abla’’ denmesini seviyor. Şimdi hangimiz olduğunu söylemeyeyim ama birimizin eski sevgilisi aynı zamanda Mişel.
*
Mişel hayatımıza sürpriz bir şekilde girmiş ve bir daha da çıkmamış kadınlardan biri.
Annesi Kanadalı, babası ise Türk. Tanıştığımız vakit hap kadar bir kızdı. Hoş biz de draje boyutunda sayılırdık ya o zamanlar her neyse...
Mişel tatlı bir kızdır. Ama asıl efsane olan şahsiyet annesidir.
Mişel'in annesi, yabancılarla evlenen çoğu yabancı kadın gibi Türkçe'yi çok çabuk öğrenmişti. Fakat aralarda kelimeleri yanlış kullanıyordu.
Tabii bunda bizimle sık görüşmesinin de etkisi vardı.
Mesela biz minibüsten ineceğimiz vakit şoföre, ‘‘Usta bizi kenarda salla!’’ diyoruz, hooop Mişel'in annesi bunu kaydediyor.
Kaydetsin bir zararı yok. Fakat Mişel'in annesi bu kayıtları olur olmaz yerde kullanıyor.
Bir gün hep beraber Taksim-Bostancı minibüsüne binmişiz, Mişel'in annesinin Kanada-Türk mutfağı sentezlerinden birinin daha kurbanı olmaya gidiyoruz.
Biz geyiğe dalınca şoförü uyarmak işi Mişel'in annesine kaldı. Biz müdahale edemeden, en tombul, en şirin ve en tatlı haliyle ‘‘Usta bizi köşede salla’’ dedi. Şoförün ifadesini görmenizi isterdim.
Mişel'in annesinin en sık yıktığı kişi ise mahalle bakkalıydı.
Bir keresinde biz yine Mişel'in annesinin evindeyiz. Oturmuş ‘‘Evil Dead’’ seyrediyoruz. O korktuğu için seyredemezdi bizimle.
Canı sıkıldı tabii ve ‘‘Ben dışarı geliyor gençlik’’ dedi. Artık o kadar yorulmuşuz ki konuşmasını düzeltmekten, ‘‘Tamam güzel teyzem, tamam canımın içi’’ diye yolladık bunu.
1 saat sonra filan döndü Mişel'in tombul, tatlı ve şirin annesi elinde poşetlerle. Fakat tuhaf bir durum var Mişel'in annesiyle ilgili. Gülmekten katılıyor ve sürekli ‘‘Ay altıma katılıcam’’ diyor...
Elindeki poşetleri kaptık, bunu sağlam bir yere oturttuk ve sorduk ‘‘N'oldu?’’ diye.
‘‘Bakkal Bey.. Hihihihihi. Bakkal Bey...’’ diyebiliyor bizim çözebildiğimiz kadarıyla ve tekrar gülmeye başlıyor.
Beş dakika sonra filan açıldı ve hikayeyi anlattı. İki dakika muhabbet etmek ve bir iki parça alışveriş yapmak için mahalle bakkalı Nuri Bey'e gitmiş.
Nuri Bey, Mişel'in annesinin konuşmalarına bir türlü alışamıyor. Bakkal Nuri'nin Türkçesi de zaten pek parlak değil.
Mişel'in annesi dükkana giriyor ve yekten ‘‘Bakkal Bey, bana 10 tane yumurtla’’ diyor.
Bakkal Nuri en kibar haliyle ‘‘Neeeeey?’’ diyor.
Mişel'in annesi ısrarlı: ‘‘10 tane yumurtla bana istiyorum...’’
Bakkal Nuri o dakika kopuyor: ‘‘Hanfendü, sen beni davuh mu sandın?’’
Mişel'in annesi yumurta ile yumurtla arasındaki farkı geç de olsa çözüyor ve direkt eve yöneliyor...
*
Mişel'e bu hikayeyi yine anlattık, yine güldürdük kızı. Mişel, annesinin durumundan kendisine ders çıkardığından Türkçe öğrenmek için ciddi bir girişimde bulunmadı. İngilizce anlaştık hep.
‘‘Eeeee, daha daha nabiyon güzelim. Kanada hala müreffeh mi?’’ gibi sorular soruyoruz. O da bize, ‘‘Hala bu balkonda pineklemekten bıkmadınız mı?’’ diye soruyor.
Canım Mişel Abla, üşenmemiş bize Kanada'dan bir şişe viski getirmiş. Biz o çulsuz halimizle viskiyi parçalamaya başladık.
Bir yandan demleniyoruz, bir yandan Mişel'e hayatımızın nasıl da değişmediğini filan anlatıyoruz.
O esnada balkonun kenarına bir kuş kondu. Riko'nun kafası iyi ya ‘‘Cik cik’’ dedi.
Mişel, ‘‘Kuşa cik cik denmez, tviti tviti’’ denir dedi. Riko, ‘‘Kuş değiliz ama kuş cik cik diyor biz de öyle karşılık veriyoruz’’ dedi.
Bu kez Mişel, ‘‘Köpek nasıl der?’’ dedi. ‘‘Hav hav’’ dedik, yarıldı bu gülmekten ‘‘Barf Barf’’ der dedi. Bu kez biz koptuk.
At nasıl ses çıkarır, kurbağa ne der, yılan ne der ve aslında ne demek ister diye konuşa konuşa günü eskittik.
Hey gidi Mişel Abla... Çantasından bir tomar fotoğraf çıkardı. Evlenmiş. Damadı da getirmiş İstanbul'a ama yekten karşımıza çıkarmaya cesaret edememiş. ‘‘Getir çocuğu görelim’’ dedik. Ve Endruv ile öyle tanıştık.