Mendebur Ceyar’la Kariye’de bir sabah

Gazeteciliğe ilk başladığımda Türkiye’ye gelen yabancılarla röportaj yapmak gibi bir görevim vardı. İzini bin bir güçlükle bulduğum Dallas’ın Ceyar’ıyla konuşmak için de kaldığı sota adrese sabahın köründe damlamıştım

Aradan çok zaman geçti, tarihi karıştırma ihtimalim yüksek.Ama Hürriyet’te çalışmaya başlayalı çok olmamıştı, ki 20 yıla yakın bir zaman geçmiş. Bu noktada affınıza sığınarak kendime “Oharillo!” dedikten sonra devam etmek isterim.Hürriyet’te yapmaya başladığım ilk işler arasında Türkiye’ye gelen yabancılarla röportaj yapmak var.Sevdiğim, peşinden koşmaktan yorulmadığım bir görev türü.Bu sayede hayranı olduğum pek çok ünlüyle tanışma imkanı buluyorum.Uzun bir kovalamanın ardından nerede kaldığını öğrendiğim Roman Polanski ile Sultanahmet’teki Soğukçeşme Sokak’ta bir ileri bir geri volta atarak konuşuyorum mesela. Polanski Emmanuelle Seigner’le evlendikten sonra gelmişti İstanbul’a; röportaj sonrasında üçümüz çay içmiştik. Genç bir gazeteci için rüya sayılır...Carlos Santana’yla Boğaziçi Üniversitesi’ndeki tenis kortunda şoförüne getirttiği kutu bira eşliğinde röportaj yapmıştık.Üstünde bir Bob Marley tişörtü vardı. Menajeriyle tenis oynamak için küçük bir kaçamak yapmıştı.Kendimi tanıtıp gazeteci olduğumu ve röportaj yapmak istediğimi söylediğimde şaka yaptığımı düşünmüştü önce.Santana’nın “Nasıl buldun bizi burada?” sorusuna çocukça, saf ve inanmış bir şekilde “Kaynaklarımı açıklamak zorunda değilim” cevabını vermiştim, çok gülmüştü.Bu kahkaha sayesinde kapmıştım röportajı.

ŞOFÖR ARKADAŞ SAĞOLSUN

John McLaughlin’le kahvaltıda röportaj (Sevin Okyay’ın kulakları çınlasın), Ahmad Jamal (Ahmed Cemal deseniz de oluyor tabii) ile Açıkhava’nın sahnesinde piyano koltuğuna kurularak laflamak filan harika deneyimlerdi.Gittiğim diğer haberlerde bu kadar mutlu olmayabiliyordum. İyi bir röportajcı da sayılmazdım ama bu insanların yakınında bulunmak bile başlı başına bir dersti. Haliyle ailem de benimle gurur duyuyordu.Ta ki...Bir sabah yazıişleri toplantısının yapıldığı salona çağrıldım ki; o yıllarda bu pek hayra alamet sayılmazdı. Arkadaşlarım tarafından “Kesin fırça yiyeceksin olum!” diye güzel bir şekilde uğurlandım.Cağaloğlu’ndaki binanın asma katındaki salona “Destur!” diyerek girdim. Ve şöyle bir cümleyle karşılandım: “Hah, Kanat geldin mi? Ceyar İstanbul’daymış, bulup bir konuş...”Bu kadar: Ceyar İstanbul’daymış, bulup bir konuş...”Oldu, zaten Ceyar da beni bekliyordu. Oldu, zaten İstanbul’a gelince ilk iş arayıp bana adresini vermişti. Oldu, zaten adamın İstanbul’da kaldığı kesindir, Bodrum’a filan gitmemiştir.Ama benim de kendimce yöntemlerim var Ceyar Efendi! Mesela Ceyar’ın kalabileceği türde otel sayısı o zaman 15-20 tane filandı herhalde. İlk iş 4-5 yıldızlı otelleri aradım. Larry Hagman (gerçek adı) adına kayıt yok.Sonra zaten sayısı o yıllarda çok az olan otomobil kiralama şirketlerini aradım.Bingo! Tanıdık bir şoför, “Ceyar’ı bizim arkadaş gezdiriyor. Akşam aratırım seni. Hürriyet ajandası var di mi?” dedi.Ajanda kurban olsun sana canım kardeşim. İki adet ajanda yedekleyip (masum rüşvet!) telefonun başında beklemeye koyuldum.Haber geldi: “Kariye’de kalıyorlar...”

GÜNÜMÜZ KÖTÜLERİNİN YANINDA HEIDI GİBİ KALIYOR

Kariye’de nerede kalınıyor ki? Meğer o yıllarda yeni bir özel belgeli otel açılmış.Ceyar’a bak sen, ihtiyar kurt, nasıl sota bir adres bulmuş.Sabah çook erken saatte Kariye’ye gittim ve beklemeye başladım.Cep telefonu yok, yanımda kitap yok, o kadar erken ki saat gazeteler bile dağıtılmamış henüz.Beklerken ne düşüneceksin, haliyle Dallas ve Ceyar hatıralarını zihin perdesine projeksiyon makinesiyle yansıtmaya başladım.Dallas’ın zaten tek kanal olan televizyonda yayına girdiği saatlerde boşalan sokaklar...Ağzından hiç kötü laf duymadığım rahmetli anneannemin televizyon ekranına “Puuu, mendebur adam seni!” deyişi...Üsküdar Cuma Pazarı’nda anneanneme plastik kabartma Kaptan Kirk baskılı tişört aldırmaya çalışmam ama aynı tezgahta Ceyar tişörtü görünce “Yürrüü!” deyişi...“Kim vurdu Ceyar’ı?” sorusunu öğretmenin sınavda soracağını söyleyerek keklediğimiz arkadaşımız Taşkafa Ertan...Libido oluşum aşamasında sayısız katkı sağlamış Lucy...Derken Ceyar ve ailesi otelden “çıkış yaptı”. En şirin halimle kendimi tanıttım. Hiç zorluk çıkarmadı. Fotoğraflar, röportaj filan 20 dakika içinde bitti.Haber yayınlandı ve anneannem aradı: “Ne işin var senin o mendeburla?”Dallas ekrana dönüyormuş.Günümüz dünyasında ve kötü kahramanları arasında Ceyar artık bir Heidi sayılır.Ama gelsin bakalım, biz değiştik, bir de onu görelim.(Not: Müziğine ayrıca hastayım, belirteyim...)

Yazarın Tüm Yazıları