Hadisenin üstünden epey vakit geçtiği için artık yazılabilir. Yani yaşadığımız bazı şeylere böyle devlet belgesi muamelesi yapabiliyoruz.
Ama nedir, biz belgeleri 40 yıl, 50 yıl değil de 3-5 yıl bekletiyoruz.
Girişi lüzumsuzca uzayan yazılar galerisinde kendine değerli bir yer bulacağına inandığım bu yazıya artık gireyim di mi ben?..
Bugün 14 Şubat. Kaçırmış olmanıza imkan yok. ‘Abi siz ayrılın bence daha iyi’ dedirten sevgi ilanları, boy boy kalpler, güller, sevgi yumakçıkları filan, bunları çok konuştuk...
Ama nedir? Geliyor işte yılda bir kez bu Manitalar Günü... 14 Şubat’ı geç bulmuş, çabuk abartmış bir millet olarak çeşitli şekillerde kutluyoruz bugünü.
Fakat Topesto ve benim açımdan bugünün manası daha bir derin. Aslında Topesto için derin fakat ben de bir kader ortağı, bir çizgi roman kahramanının yancısı pozisyonunda katılmış bulunuyorum hadiseye.
*
Topesto, Sevgililer Günü’nün memleketimizde ilk kez telaffuz edildiği yıl, tam 14 Şubat’ta, ona sorarsanız ‘hayatının aşkı’ olan şahıstan ayrılmayı başarmıştı.
İlişkiler başlayabilir ve bitebilir, bunda ne var demeyin. Çok şey var çünkü arkadaşı teselli etme görevi bana düşmüştü.
Bilmeyenler için söylüyorum (Bilen yoktur zaten ya, her neyse) Topesto’yu teselli etmek; üç gün sürecek bir başağrısı, kendini yüksek bir yerden aşağı bırakma hissi, hırka giyip dağa çıkma ve mümkünse bir 20 yıl filan aşağı inmeme isteğini de beraberinde getiriyor.
‘Manital enfeksiyon’ adı altında tıp alemine hediye ettiğimiz bu insan hali, kendinden çok etrafındakilere zarar vermek suretiyle kendini belli ediyor.
Her yıl 14 Şubat geldiği anda manital enfeksiyonun pençesinde kıvranan arkadaşınız sabahın köründe kapınıza dayanıyor.
Hatta 13 Şubat gecesi bende kalmışlığı bile vardır. Neyse, siz uyanıyorsunuz ve yıllardır değişmeyen şu diyaloğun bir parçası oluyorsunuz.
- Günaydın usta.
- Ne günaydını yaaa!
- Kahve yapayım mı?
- Ne kahvesi yaaa!
- Hint kahvesi! Ne kahvesi olacak işte, kahve içiyoruz ya sabahları, böyle bir adetimiz var ya...
- İyi, yap yaaa!
- Her lafı ‘yaaa’ diye bitirmez misin?
- Üff, haydi yap kahve mi yapacaksın, rakı mı koyacaksın. neyse ne yaaa!
- Oha! Ne rakısı?
- Ne bileyim canım çok sıkkın benim. Öğle rakısı işte yaaa!
- Günün bu saatine öğle değil, sabah deniyor!
- Müzik niye çalmıyor.
- Pardon abi gece yatarken kapatmışım. Yahu sen uyandırdın beni!
- Şu Tanju Okan’ın Best Of’u vardı, nerede o?
- Geçen sene bıraktığın yerdedir abi!
- Valla öyleymiş...
- Abi günün kalan kısmını kolaylaştırmak açısından ben klasik programımızı açıklayayım mı: Şimdi sen önce Tanju Baba’dan ‘Hancı’yı koyacaksın. Sonra rakı içmeye başlayacaksın. Benim midem bulanacak sabah sabah rakı kokusundan. Sonra sen 20’nci kez ‘Hancı’yı çalmaya başladığında ben de aklımı kaybedip, hayata ve sana katlanabilmek için içmeye başlayacağım. Sonra iki saat içinde armut gibi olacağız. Sen çok iyi söylediğini düşünerek (oysa böğürme deniyor buna) ‘Hancı’yı söyleyeceksin. Ben bir an önce sızmak için içkinin dibine vuracağım. Sızacağız.