Manevi edebi detoks

HİLMİ Yavuz, çarşamba günü Zaman’da yayınlanan yazısında Ahmet Hamdi Tanpınar’ın öldüğünde kütüphanesinde kalan kitaplardan bahsediyordu.

Haberin Devamı

Tanpınar’ın kitap mirası durup dururken aklına düşmemişti şairin.

Doçent doktor Handan İnci, Tanpınar’ın ardında bıraktığı kitapların listesini yollamış, bir yazı istemiş.

Hilmi Yavuz 371’i yabancı dillerde toplam 586 kitaptan oluşan kütüphaneyi “zayıf” bulduğunu belirtiyordu.

Yavuz’un makalesi bir kenara ayrılacak türden hem ruhu olan, hem kafa kaşıtıcı/karıştırıcı sorular soran (Örnek: Acaba Wittgenstein, o da yalnız ve bekârdı, öldüğünde kaç kitap bırakmıştı? Belki de, hiç!) türdendi.

Okur olarak teşekkürü borç bilirim.

* * *

Gelelim benim konunun etrafında dolaşma nedenime...

Dünya döndükçe okunası William Faulkner’in kişisel kütüphanesinde kaç kitabı vardı bilmiyorum.

Ama her yıl muhakkak Cervantes’in “Don Kişot”unu bir kez okurmuş, bunu biliyorum.

Ünlü bir yazarın alışkanlığına yaslanıp, omuz verip, kendime pay çıkarmak ayıp olacak ancak varmak istediğim noktaya hareketlenmek için böyle yapmam gerekiyor.

Dön dolaş aynı kitabı/kitapları okumak, o kitaplara sığınmak gibi bir alışkanlık var bu fakirde de.

Hayat yorgunluğuna ilaç niyetine okunan şairler bir yana...

Yusuf Atılgan’ın Aylak Adam’ı, Oğuz Atay’ın Tutunamayanlar’ı ve Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Saatleri Ayarlama Enstitüsü üç sağlam limandır, bir nevi hayatı kullanma kılavuzudur.

Belki de bu kitapların ilk okunduğu günlere duyulan, hafifçe geri çekilip tekrar bakılınca dalga geçilecek bir özlemdir, bilemem.

Manevi, edebi bir detoks işlemi diyelim vesselam.

* * *

Haberin Devamı

Ama tesadüf bu ya...

Radikal’den Ayça Örer’in “Parasız eğitim istiyoruz” pankartı açtıkları için 8.5 yıla mahkûm olan “Berna ve Ferhat”la yaptığı röportajı okuduğum sabah saatlerinde...

Hilmi Yavuz’un Tanpınar’ın kütüphanesinden bahsettiği günün sabahında...

Saatleri Ayarlama Enstitüsü turuma başlamıştım.

Gündem “şeyleri”; mesela anayasa, kürtaj, uzlaşma kültürü, salı sallantıları yanımdan geçip giderken, Berna ve Ferhat bu ulvi tartışmaların gölgesinde bir pankart için 8.5 yıl yatmaya hazırlanırken...

Ulu çınar Tanpınar, “hürriyet” kavramıyla ilişkimizi kahramanı Hayri İrdal’ın ağzından şöyle anlatıyordu...

* * *

Haberin Devamı

“...Benim çocukluğumun belli başlı imtiyazı hürriyetti.

Bu kelimeyi bugün sadece siyasî manasında kullanıyoruz. Ne yazık! Onu politikaya mahsus bir şey addedenler korkarım ki, hiçbir zaman manasını
anlamayacaklardır.

Politikadaki hürriyet, bir yığın hürriyetsizliğin anahtarı veya ardına kadar açık duran kapısıdır.

Meğer ki dünyanın en kıt nimeti olsun; ve bir tek insan onunla şöyle iyice karnını doyurmak istedi mi etrafındakiler mutlak surette aç kalsınlar.

Ben bu kadar kendi zıddı ile beraber gelen ve zıtlarının altında kaybolan nesne görmedim.

Kısa ömrümde yedi sekiz defa memleketimize geldiğini işittim.

Evet, bir kere bile kimse bana gittiğini söylemediği halde, yedi sekiz defa geldi; ve o geldi diye biz sevincimizden, davul zurna, sokaklara fırladık.

Nereden gelir? Nasıl birdenbire gider? Veren mi tekrar elimizden alır?

Yoksa biz mi birdenbire bıkar, ‘Buyurunuz efendim, bendeniz artık hevesimi aldım. Sizin olsun, belki bir işinize yarar!’ diye hediye mi ederiz?

...Bir türlü anlayamadım.

Nihayet şu kanaate vardım ki, ona hiç kimsenin ihtiyacı yoktur.

...Hakikaten muhtaç olsaydık, hakikaten sevseydik, o sık sık gelişlerinden birinde adamakıllı yakalar, bir daha gözümüzün önünden, dizimizin dibinden ayırmazdık.”

Haberin Devamı

(Madem yazıyı Hilmi Yavuz’a borçlandık; yazarlar ve kütüphaneleri konusunda bir kitap önererek bir taksit ödemeye çalışalım.

Leah Price’ın “Unpacking My Library: Writers and Their Books” adlı çalışması, Yavuz’un merakını bir ölçüde giderebilir.

Wittgenstein’ın kütüphanesi yok ama mesela Yeats’inkine baktım da çok zayıf geldi bana!)

Yazarın Tüm Yazıları