ENDİŞELİYİM...Hasan Cemal’le bayramlaştığımdan beri endişeliyim.
Hasan Cemal “Kitabı bitirdim, ekim gibi piyasada olacak herhalde” dediğinden beri endişeliyim. Niye mi?
2003-2004 futbol sezonu. Fatih Terim’in Galatasaray’daki ikinci teknik direktörlük dönemi. 10 Aralık 2003’te San Sebasian’da, Real Sociedad ile Şampiyonlar Ligi maçına çıkmış Galatasaray. Maçı beklediğimiz 2 gün boyunca Hasan Cemal ve Mehmet Demirkol ile San Sebastian’ın “pintxos” barlarında (Pinços gibi okunuyor, Bask insanı tapas demiyor, aslen kürdan manasına gelen pintxo kelimesini kullanıyor) semirmişiz.
Maç 1-1 bitiyor, Anoeta Stadı’nın altına, basın toplantısına iniyoruz. Toplantı sonunda İmparator Terim yanımıza doğru geliyor ve “fundamentalist Galatasaraylı” Hasan Cemal’e “Hasan Bey, kitabınızı, Kürtler’i okudum” diyor. Biraz lafladıktan sonra dışarı çıkıyoruz. Dayanamıyorum ve söylenmeye başlıyorum: “Yazmışsın tuğla gibi kitap, sonra ‘Frank de Boer niye böyle, Hakan Şükür niye öyle? N’olacak Cimbom’un halları?’ diye beni bitiriyorsun. Ne oyalıyorsun hocayı? Belli ki senin kitaba girmiş, takım düşük yoğunluklu antrenman sistemine geçmiş...”
Hiç sevmesem de “Bu tabii işin şakası” kalıbını kullanmanın tam yeri burasıdır. Çünkü sezon boyu Hasan Cemal Galatasaray’ı her beğenmediğinde -ki 8-0 kazansak “O 9’uncu gol kaçar mıydı?” diyecek türden Galatasaraylıdır- “Ulan Kanat! Sen bana uğursuz mu demek istedin yoksa?” telefonları alacağım. Çünkü Fatih Hoca “Vay Kanat Bey! Bu takımı Rus klasikleri yıkamaz, bir kitapla dağılacak takım mıyız biz? Gel bir ter antrenmanı yapalım takımla beraber” sitemini topun gelişine vole şeklinde ağlara gönderecek. Neticede Hasan Cemal tatilde kitabı bitirmiş. Adını bilemiyorum ama “Kürtler 2” şeklinde gelişiyor kitap, orasını biliyorum. Endişemin sebebi budur...
Barışa erken çağrı
BUGÜN “1 Eylül Dünya Barış Günü”... Mü acaba? Türkiye’ye göre Dünya Barış Günü 1 Eylül de, dünyanın geri kalanını buna inandırmamız gerekiyor. Çünkü Birleşmiş Milletler’e göre Dünya Barış Günü 21 Eylül. 1981’den bu yana, tam 30 yıldır 21 Eylül’de Barış Çanı çalınıyor BM’de falan filan. BM savaşların sona ermesi hakkında demeç demeçliyor, kâğıt üstünde el ele tutuşup sevgi çemberi oluşturmamız gerektiğini duyuruyor âdet yerini bulsun diye.
Peki 1 Eylül nereden geliyor? 1939’da Nazi birlikleri Polonya’yı 1 Eylül’de işgal ediyor. Doğu Bloku ülkeleri de faşizme karşı direnişin başladığı tarih olarak gördükleri bu tarihi Dünya Barış Günü olarak kutluyor. Ne zamana kadar? SSCB, dolayısıyla blok dağılana kadar. Artık sadece Türkiye’de ve yavru vatan Kıbrıs’ta geçerli bir tarih 1 Eylül. Bu tarihte kutlayan başka bir yer daha yok haritada.
Askeri operasyonları “Gol” efektiyle yayınlayan televizyonların bulunduğu, konjonktürün/hükümetin nabzına göre bir açılımlanan bir şahin kesilen borazanların biteviye öttüğü, ülke tansiyonunu pusuların, baskınların alçaltıp yükselttiği, gencecik evlatların tabutlarına kapanan acılı insanların “Artık yeter!” cümlelerini silah seslerinin boğmayı hep başardığı, “Diyalog çok mühim” diyenin iki gün sonra kendi gibi düşünmeyeni açıkça hedef gösterdiği, bir kardeşe Barış adı verilirken diğerine kafiye olsun diye Savaş isminin verildiği (Tolstoy hayranlığı da olabilir tabii!) bir memleketiz. Ha 20 gün önce, ha 20 gün sonra... Barışı önce kalpten isteyelim, takvimi ayarlamak kolay iş. Barış Günü’nüzü kutlarım. İster bugün kullanın bu tebriki, ister saklayın 20 gün sonra kabul edersiniz.