Daralıp kendimi yola vurmuş, soluğu Tarihi Yarımada’da almışım. Klasik turu biraz daha genişletip Kapalıçarşı’yı da dahil edip Tarihi Subaşı Lokantası’nda yemek yiyip, Şark Kahvesi’ne ulaşmayı da başarmışım.
Yanımda Cyril Aydon’ın yazdığı Charles Darwin biyografisi var. Ali Cevat Akkoyunlu yine su gibi okunacak şekilde çevirmiş kitabı; Darwin’i Galapagos’a da taşıyan Beagle gemisiyle beraber ben de geziyorum oturduğum yerden.
"Çayın su gibi aktığı" bu mükemmel eğlence ortamında rotayı Türk kahvesine çevirmek üzereyken, tam "Yahu biraz fazla huzurlu bir gün oldu, kesin arıza çıkacak" derken...
*
Arıza çalışmadığımız yerden geldi; Topesto arıyor.
- Neredesin birader?
- Şark Kahvesi, Kapalıçarşı.
- Niye haber vermedin?
- ?..
- Ben de gelirdim.
- Topesto, sen çalışıyorsun abi. Salı günü işi kırsan bile benimle Şark Kahvesi’ne gelmezdin zaten. En azından ben gelmezdim...
- Ne malum? Haber versene kardeşim!
- Ben Cumhurbaşkanı değilim, biiir. Günlük programım da yok dolayısıyla (Ayrıca meslek seçerken frak giymeyeceğim bir meslek olsun istemiştim) bunu sana bildirecek bir genel sekreter veya basın bürosu da barındırmıyorum...
- Yine de söyleyebilirdin...
- Usta sen arıza çıkaracaksan, buyur yani gözümün üstünde kaşım var, oradan yüklen. Hatta iki kaşın ortasından aşağı doğru bakarsan burun var, ona bozul mesela...
- Yok ya, sana bozulmadım da, kafada genel manada bir bozukluk var.
- Bilmem mi?
- Ne dedin?
- Yok bir şey. Dışarıdaysan ortada bir yerde mesela Galata Köprüsü’nde filan buluşalım. Ne zamandır tavla oynamadık, gel seni bir eskiteyim pullar ve zarlar diyarında.
Şark Kahvesi’ndeki huzur dolu masayla vedalaşıp, yekten Riko’ya gittim. Haberlerde verilen "10 bin köy yolu kapalı" türü haberler var ya, bunlardan biri de bizim Riko’nun oturduğu sokak bence.
Millet 60 faktör korumalı krem sürüp vücudun rengine genel müdahaleye hazırlanıyor, bunun sokakta hálá bir St. Moritz havası hakim.
Kartopu hazırlayıp çıktım yukarı. Eleman kapıyı açar açmaz, çoooooot diye kartopunu bunun halıya patlattım.
Riko’nun "Yuh!" tepkisi yerindeydi. Benim eve biri girip bu hareketi yapsa, herhalde daha sert bir tepki verirdim.
"Sen hálá inanıyorsun di mi buna?" dedi. "Öyle tabii, halıyı temizler" dedim ama çıkış şekli, özgüvende hafif bir sallantıya yol açtı tabii.
"Ben de yıllarca bir türküyü ’Geliyooo geliyooo merdane’ şeklinde yorumlamıştım. Sana acı bir haberim var usta, halıya kartopuyla saldırı düzenlemenin hijyenik açıdan bir faydası yok, küçükken inandığımız şeyler bunlar" dedi.
"Küçükken inandığımız şeyler?.." dedim fakat elemanın haklı olma ihtimalinin giderek yükseldiğinin de farkındayım ve panikteyim.
"Christopher Reeve’in hakikaten uçtuğuna inanıp pelerin yapmak, Mandrake’nin sözlerini tekrarlayarak taştan altın yapmaya çalışmak, tabakta bırakılan yemeğin -söz gelimi kapuskanın- ağlayarak arkamızdan koşacağını düşünmek gibi şeyler... İşte, küçükken safça ve kalpten inandığımız şeyler" dedi.
*
Salı akşamüstü itibariyle biri neye sinirlendiğini bilmeden sinir küpü olmuş, diğeri rüyasında Konfüçyüs’ün sakalını görmüş gibi bilge bilge konuşan iki arkadaşım olduğunu düşündüm ve bu düşüncemi Riko’yla da paylaştım.
"Ben rakı koyacağım, ister misin?" dedi.
"Yok usta ben almayayım, hatta sen de alma istersen, saat daha erken di mi?" dedim.
Bu esnada zil çaldı ve Topesto geldi. "İstersen kapının önünde karşılayıp bir üst araması yapalım, ruh hali normal değildi gencin. Ben birayla beslenmiş Kobe danası gibi yumuşacıkken kartopu patlattım, eleman çığ hazırlamış olabilir" dedim.
Topesto herhangi bir kar cismi hazırlamamış fakat yanında paranoyasıyla gelmiş: "Benden mi konuşuyordunuz?" diye girdi eve.
"Yok ya, küçükken inandığımız şeyler türü mevzular açıyordu Topesto, bunalıyorduk öyle..." dedim.
"O ne demek?" dedi.
"Ya, işte yere kartopu attım temizlik maksadıyla, Riko ’Yok öyle bir şey küçükken uyutmuşlar seni’ şeklinde yaklaştı olaya...
"Kar temizler oğlum halıyı" dedi Topesto.
Riko "Ben de bir türküyü yıllarca ’geliyooo geliyooo merdane’ şeklinde söylemiştim. Bunlar boş işler abi..." dedi.
Topesto "E, o türkü öyle değil mi zaten" dediği noktadan sonrasını hatırlamıyorum. Tek bildiğim "Bana da ver bakalım o rakıdan bir duble" dediğimdir.
Topesto’nun derdi ne miymiş? Ne bileyim, anladığım kadarıyla "manital enfeksiyon..." Cep telefonu iki kere ditleyip de gelen mesajı okuyunca Hulusi Kentmen gibi pamuk kalpli oldu şerefsiz. Bizi de içirdiğiyle kaldı...
Grammy gecesi neler olacak
Tutup "Şu eleman şu kadar ödül kazanacak..." diyemeyeceğim, kusura bakmayın. Ödül törenini seyrederken neler göreceğinizle ilgili bir takım pratik bilgiler vermekle yetineceğim.
Yazıya oturmadan önce Şafak Ongan’ı aradım. Malum, bu sene 48’inci kez dağıtılacak Grammy Ödülleri ve töreni de Dream TV yayınlayacak.
Şafak’a, "Birader, öksür bakalım, hangi gün, saat kaçta yayınlıyorsunuz töreni" dedim.
Şöyle bir cevap geldi: "8 Şubat’ı 9 Şubat’a bağlayan gece 03.00’te canlı olarak yayınlayacağız. ’Aaa, o saatte kim izleyecek bunu, kafayı mı yediniz?’ diyenler için de 10 Şubat’ta saat 21.00 de, o da yetmedi ’Cuma akşamı dışarı çıkacağız, alemlerde sürteceğiz’ diyenler için de 12 Şubat pazar günü saat 14.00’te tekrar vereceğiz..."
Yani net bir şekilde görüleceği üzere Dream TV’deki bu üç programdan birini muhakkak yakalarsınız.
Kimler olacak peki? Benim bildiğim; U2, Aerosmith, Mariah Carey, Maroon 5, Mary J. Blige gibi isimlerin performansları olacak. Dahası da vardır tabii.
Sunuculardan biri de Tom Hanks olacak.
Grammy olmuş bitmiş, seyredemedik demeyin diye dostça uyarıyorum. Bu uyarının alternatifi yazıyı taşa sarıp "Bir dost" imzasıyla camınızdan atmak olur ki; çirkinleşmeyeyim di mi?