Paylaş
Bir akşamüstü Tatar İlhan’la Beyazıt’tan aşağı vurmuştuk kendimizi; hedef Köprüaltı’ydı.
İtilmişlik hissimize ilaç arıyorduk. Solcuyduk, uzun saçlıydık, bazı kızlara anlatacak hikâyeler arıyorduk herhalde, ne bileyim be abi?
Köprüaltı’nda Melike Demirağ, Zülfü Livaneli, Çağdaş Türkü çalan birahaneler vardı ki; itirazımız yoktu onlara aslında. Ama canımız Aylak Adam’ın piyano çalan bir radyo istasyonu istemesi gibi Led Zeppelin çalacak bir kuytu çekiyordu.
Tatar İlhan’ın boynuna astığı ve üstünde “Damn Yankees!” yazan ABD ordusu çıkması çantasında bir adet Led Zeppelin “Dördüncü albüm” kasedi vardı, ona güveniyorduk.
Güneş Süleymaniye’yi sıyırıp Haliç’e gömülürken, bira fıçıları üstüne sini yerleştirince “piknik” diye anılan masalardan birine oturduk.
Yanımıza zayıf, incecik bir adam geldi; “Merhaba gençler” dedi. Herkesin “Merhaba”sını kendimizce tarttığımız yaşlardaydık, gözlerindeki samimiyeti sevdik, onayladık acemi insan sarraflığımızla ve “Merhaba usta” dedik.
Tatar İlhan çantasına davrandı “Çalabilir miyiz?” diyerek kasedi uzattı.
Kemancı’da ilk gitar gürlemesi Erkin Baba’yı saymazsak gitarlar çarpar bizi- böylece duyuldu işte.
Laz İlyas, Dalgıç Kadir, genç ve güzel ölen arkadaşlarımızı temsilen Sinan; uzatmayayım sistemin yüzüne tükürdüğü ve karşılığını ziyadesiyle aldığı tipler olarak bir “piknik” etrafında böylece toplanmaya başladık.
Haliç’e düşen bira fıçılarının arkasından suya daldık, sert müzikler dinledik, hayatı defalarca çözdüğümüzü sandık, balıkçı teknelerinden kasayla hamsi alıp sabahı sabah ettik itilmişler olarak.
Tehlikeli sözler ettik, bazı tehlikelerin arkasından koşarken ölen arkadaşlarımız için biralar devirdik, kimi sentetik kimi ciğerden ruh dalgalanmaları yaşadık; işte böyle yaşadık ve öldük o Köprü’nün altında.
Bir gece yandı kuytumuz, sığınağımız, zırhımız. Ertesi sabah çekilmiş bir fotoğraf duruyor bulamadığım bir kitap arasında: Zeki, Laz İlyas, Dalgıç Kadir, Hadiye, Punk Ayhan, ben filan...
Zeki’nin –ulan kahpe kader!- tam da o gün bir oğlu olmuştu: Ata. Erkin Baba şarkılarıyla sevdiği karısı Enise üzülmesin diye “Kuytumuz yandı” diyememiştik; şimdi aslan gibi bir delikanlı olan Ata böyle bir yangın yerine doğmuştu işte.
O gün Ortaköy’e gittik, “N’olucak hallarımız lan bu hallar içinde?” diye dertlenirken bir Köprüaltı bitirimi “Pavyon var Beyoğlu’nda, orayı Kemancı yapalım abi!” demişti; ne gülmüştük, geçmiş zaman işte.
O aynalı pavyonu Kemancı yaptık; uzun saçlarımızda, sıkışmışlığımızda sakladığımız bütün acayiplikleri döktük, saçtık.
“Aman ha!” diyenlere inat tombalacılarla kavga ettik, heyecanımızı taşırdık sokaklara; sahtekâr, âşık, ölü filan olduk; bilirsiniz işte, insan halleri...
“Zeki öldü.”
Tolga Akyıldız, canım kardeşim, cuma gecesi bunu böylece söyledi. İçimde Şebnem Ferah ve Teoman’a minnet duygusuyla Zeki’yi en çok onlar destekledi, haklarını ödeyemem-, hatıramda Süleymaniye üzerinden Haliç’e “Cız!” diye değen o akşamla kaldım.
Yoksulluk kardeşim Zeki, elveda.
Hep konuştuğumuz, genç ve güzel ölen arkadaşlarımızın beklediği bir cennet vardı; orada bekle işte...
Paylaş