Paylaş
Önceki gün elime geçen “Colors” dergisini karıştırırken “21 Aralık’ta ne olur bilemem, fakat bir tür kıyameti zaten yaşıyoruz. Ve engelleyebileceğimiz büyük kıyameti kendi ellerimizle hazırlayıp duruyoruz” dedim.
Colors’ın “Kıyamet: Bir Hayatta Kalma Kılavuzu” temalı sayısı, olası felaketlere karşı öneriler içeriyor.
Barınak nasıl hazırlanır, yanardağ patlarsa ne yapılır, evde nükleer santral nasıl kurulur, kıtlık durumunda ne yenir ve ne içilir, ıvır zıvırdan nasıl silah üretilir gibi sorulara denenmiş örneklerle cevap veriyor.
Yeme içme mevzuunda 33 yaşındaki Macar vatandaşı Istvan Bartos’un yıllardır sürdürdüğü diyetten burada bahsetmeyeyim, mide kaldırmaz!
* * *
Colors’ın açılınca bir postere dönüşen kapağında yakın gelecekle ilgili haberler var. Bir kısmını paylaşayım:
2030’da dünyanın akciğeri olan Amazon’daki yağmur ormanlarının yüzde 40’ı tükenmiş olacak.
30 yıl sonra Kuzey Kutbu olarak andığımız Arktika’da yazları buz olmayacak.
2040’tan itibaren her iki yılda bir Avrupa’da ölümcül sıcak hava dalgaları oluşacak.
2050’de her 5 kişiden 2’si içecek su bulamayacak.
10 yıl içinde dünyanın günlük petrol tüketimi sadece Çin’in günlük ihtiyacını karşılıyor olacak.
2130’da kömür kalmıyor; doğacak enerji boşluğu için bugünden başlayarak 3 haftada bir yeni nükleer santral açmak gerekecek!
2020’de sadece Kenya topraklarına 18 bin ton kişisel bilgisayar gömülecek. Malum, zehir ekince buğday vermiyor toprak...
* * *
Bu tarz “alarm” haberlerini çoğaltmak mümkün. 1980’lerden itibaren yaklaşan tehlikeye dikkat çeken kişi ve kurumlar pek çok rapor yayınladı, yaklaşan kıyameti işaret etti.
Bu arada savaşları, katlanarak büyüyen tüketim iştahına karşı azalan kaynakları vesaire de sayarsak 21 Aralık’tan önce kopmamasına şaşmak gerek kıyametin.
Peki bizim durumumuz nedir, kendimizle savaşmak, çevremizle sürtüşmek, yeşil alan yemek, dere kurutmak, körfez kirletmek, betonarme beslenme diyetine geçmekten öte?...
Bir örnek olması bakımından Doha’da halihazırda sürmekte olan Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi 18. Taraflar Toplantısı’ndaki durumumuza bakalım.
Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı
Taner Yıldız’ın Erbil’e petrole yola çıkarken Kayseri’de mantıya razı olduğu gün, Greenpeace Türkiye web sayfasında Türkiye’nin bu toplantıdaki pozisyonunu şöyle aktarıyordu:
* * *
“Sözleşmenin EK 1’inde yer alan ancak herhangi bir yükümlülüğe sahip olmayan Türkiye, 2008 yılında Kyoto Protokolü’ne taraf olmuştu. Bu taraf olma durumu, Türkiye üzerine 2012 yılına kadar herhangi bir ek yükümlülük getirmedi.
Bugün gelinen noktada, küresel kömür yatırımlarında dünyada 4. olan ve fosil yakıtlara bağımlılığını giderek artıran Türkiye, Kyoto protokolü ikinci yükümlülük döneminde de salım azaltım hedefi belirlemiyor.
Enerji Bakanlığı 2012’yi kömür yılı ilan etmişti. Türkiye’nin 1990 yılında kişi başına 3.3 ton olan salımları, 2010 yılında 5.5 tona çıktı.
Türkiye’nin 2023 enerji vizyonu stratejisi ile bu rakam 2 katına çıkabilir.
Türkiye rüzgâr kapasitesinin sadece yüzde 10’unu kullanıyor.
Güneş enerjisinde ise durum daha da olumsuz. Güneş yatırımları 600 MW ile sınırlanıyor. Oysa Türkiye’nin rüzgâr ve güneş potansiyeli, fosil yakıtlara olan bağımlılığı sona erdirmeye yetecek seviyede.
Buna eklenecek enerji verimliliği politikaları ile Türkiye temiz enerjiye dayalı ve enerjide bağımsız bir ülke haline gelebilir. Aksi halde, hem iklim değişikliğinden etkilenecek hem de iklim değişikliğine sebep olmaya devam edeceğiz.
Türkiye bugün enerji teknolojisini yurtdışından sağlıyor. Buna yakıt maliyetleri de eklendiğinde, enerji politikalarının sürdürülemez olduğu açıkça görülüyor. Bu politikaların çevre ve insan sağlığına olan maliyetleri ise söz konusu bile olmuyor.
Türkiye yenilenebilir enerji teknolojilerine yatırım yaparak istihdam, bilim insanları ve AR-GE kapasitesini geliştirmeli. Bu aşamada akademi ve sivil toplum kuruluşları gerekli desteği vermeye hazırlar.”
* * *
Kıyamet için 21 Aralık’a bakalım, eğlenelim, istersek endişelenelim. Ama Maya takviminden daha somut gerçekler, “Kıyamet budur, bugündür” demekte, gözümüzü açalım.
(NOT: Küçük bir seyahat zamanı. Pazar günü yokum affınıza sığınarak...)
Paylaş