Paylaş
GEÇTİĞİMİZ perşembe, 'Derin Hürriyet'ten bazı arkadaşlarla oturmuş, bir gece önceki Altın Kelebek Töreni'nin değerlendirmesini yapıyoruz. Doğal olarak laf dönüp dolaşıp manken Didem Taslan'a geliyor.
Bu hanımı hiçbirimiz tanımıyoruz. Ama nedense çok iyi tanıyormuşuz gibi bir havamız var. Normal kabul etmek gerekir bu şok sonrası geyikleri. Çünkü hiçbirimiz gazetede bütün gün çalıştıktan sonra akşam bara inince süper dekolteli bir kadın görmeye alışkın değiliz. Müteşekkiriz bir yerde manken Didem Taslan'a...
Tam geyiği boynuzundan tutup yere devirme kıvamına gelmiştik ki; bir telefon geldi. Meğer yazıişleri tayfası olarak bir yere yemeğe gidiliyormuş. Yaptıkları işten dolayı yazıişleri çalışanlarına pek normal insan gibi bakılmaz. Özellikle arıza tiplerin bu iş için devşirildiğini bile düşünebilirsiniz.
Bana telefon açan ise bunların içinde en orijinal olanlarından biri, Doğaner Gönen. Şimdi Doğaner çağırıyorsa gidilecek tabii ki. Kulağı çınladığı için bir ilaç mı vermişler buna ne, o yüzden 10 gündür içki de içmiyor. Yani normalden daha da asabi olabilir.
Neyse Doğaner'in 10 numara otomobiline bindik. Aslında bunun kullandığı alet, dev gibi bir Amerikan. Kıl tüy Japon arabalarından üç tane yan yana koyduğunuz vakit, bunun arabanın hacmine ancak ulaşıyorsunuz. Ön tarafta, açınca ışığı yanan 'manita aynası' bile var yani.
Ancak yola çıktıktan sonra ‘‘Nereye gidiyoruz biz?’’ demeyi akıl ettim. Cevap ‘‘Keresteci Hakkı Sokak’’ olunca biraz tırsmadım desem yalan olur. Yani siz de kabul edersiniz ki; pek kibar bir sokak ismi değil bu. ‘‘Nerede?’’ dedim bu kez. Ahırkapı'daymış, Armada Oteli'nin hemen yanında.
Doğaner'in otomobiliyle Cankurtaran'ın ara sokaklarından geçmek fantastik bir olay tabii. Bilgisayar oyunu yapsan acaip satarsın filan. Böyle bir heyecan kasırgasının ardından restore edilmiş bir eski İstanbul evinin önünde durduk.
Mekanın adı ‘‘Alafranga Lokanta...’’ İçeri girer girmez kıllandım duruma. Mekan şıkır şıkır bir yer. Hem temiz, nem sade, hem de şık. Kıllanmamın sebebi de bu. Normalde içeride yarım saatten fazla kaldıktan sonra dezenfekte edilmek gereken mekanlara takıldığım düşünülürse, benim burada olmamam gerekir.
Bir ara ‘‘Bizimkiler beni tufaya getirdiler’’ diye düşündüm. Eski Türk filmlerinde, zengin ve şımarık kız, fakir fakat onurlu genci doğum günü partisine çağırır hani. Sonra gençler korkunç bir şekilde kafalarını sallaya sallaya dans ederken bir anda durur ve parmaklarıyla genci gösterip ‘‘Ho ho ho!’’ diye gülmeye başlarlar. Benim için de böyle birşeyler planladıklarını düşündüm işte.
Hele bir de Serdar Turgut ve efsane kadın Rana da gelince, kesin bir komplo olduğunu düşündüm. Zaten gece boyunca da pek sesimi çıkarmadan oturmaya çalıştım. Yemek sipariş kısmında böyle yerlerde geriliyorum ben. Neyse ki şef yemek olayını ayarlamayı teklif etti.
Sonra biyografisini okurken yerkürenin dört bir yanında aşçılık yaptığını öğrendiğimiz, bu konuda Fransa'da mektep okumuş Baykaner Gönen (Doğaner'in kardeşi) ve asistanı Başak Sanaç ismi karışık ama tadı çok güzel olan bir dolu yemek getirdiler.
Mesela biri bana ‘‘Tarçınlı ve kayısılı köy pilici yer misin’’ dese, cevabım en iyi ihtimalle ‘‘De get!’’ olur. Ama yiyorsun ve şahane bir şey olduğunu görüyorsun. Gece boyunca kaç tabak geldiğini saymadım vallahi. Gözüm hep Serdar'da. O yemekten anlayan bir insan. O beğeniyor, sonra sırayla hepimiz, ‘‘Vallahi çok güzel’’ diyoruz.
Garson yemeği getirdikten sonra, ne yemek üzere olduğumuzu bildirmek gibi bir incelik yapıyor allahtan. Yoksa benim olayı çözmem pek mümkün değil. Mesela, böyle küçücük bir tel kadayıf kütlesi geldi bir ara. Aynı tabakta balık filan da var. Ben tam okuduğum yazılardan öğrendiğim ‘‘Füzyon takılmış usta!’’ gibi süper enayice bir yorum yapacakken, garson olayı özetledi: ‘‘Kadayıfa sarılmış, zencefil ve kırmızı toz biberde marine edilmiş karides.’’
Anlamadım ama bir daha tekrarlatmadım. Sonra yazıp vermelerini rica ettim. Belki inanmayacaksınız ama bunu harbiden yaptım ve onlar da sağolsunlar yazıp verdiler. Demin de o kağıttan bakıp yazdım zaten.
Bence bütün gurmeler de öyle yapıyor. Yoksa şöyle bir cümleyi kim tutabilir aklında allah aşkına: ‘‘Portakal, limon kabuğu, sarımsak, safran ve ayçiçek yağı ile marine edilmiş tavuk...’’ Zor yani...
Neyse oturduk, yedik içtik, biraz da dost işi bir hesap ödedik ve kalktık. Arkadaşlar, Doğaner'den korkuma filan söylemiyorum. Hakikaten süper bir ortam. Genelde gruplar ve yabancılar geliyor. Her gün yemek yenecek bir mekan değil ama özel günler için aklınızda bulunsun. Nasıl gideceğiz diye sormayın bana. Armada Otel'in önüne gidin, oradan hemen gösteriyorlar zaten...
Sonra eve gitmeden bir bar sıkıştırayım mı diye düşündüm programa, vaz geçtim. Ağzımızın tadı bozulmasın diye yani... Yaa, işte böyle.
Paylaş