Küçük dünyamın küçük hayvanlar krallığının kadrosunu üç aşağı beş yukarı biliyorsunuz:
Martı Gövö ve "kraaaaa" arkadaşları, mahalledeki çeşitli kediler, bazı güvercin, serçe ve kargalar, geceleri gezinen Yarasa Rıfat (semtimizde Yarasa Sokak var, orada mı oturuyor acaba?) ve tabii ki mutfağımdaki karınca kolonisi.
Kısa süreli rolleri olan ’mutfak kertenkelesi Mustafa, ’kuş olmakla böcek olmak arasında kararsız kalmış prehistorik böcük’ gibi tiplerin hepsine girmeyeceğim.
*
Karıncalarla düzeyli bir ilişkimiz var. Belgesellerden kaynaklanan derin bir saygı beslemekteyim hayat tarzlarına!
"Al ekmek kırıntısı, ver iki damla reçel emelim" türü bir müsamaha ortamında yaşıyoruz.
Fakat geçen hafta karıncalar için talihsiz bir gelişme yaşandı.
*
Komşudan "Apartman yarın ilaçlanıyormuş moruk" mesajı geldiğinde Martı Gövö’ye su ihtiyacını da karşılasın diye ıslak ekmek atıyordum.
Bu ara iştahsız eleman. Eskiden bir tencere kapuska savursan havada ekmekle sıyırırdı...
Komşu "Yok abi optalidon dökecekler evlere baş ağrısına karşı. Başka ne olabilir ki? Psikopat mı apartman sakinleri; kat kat gezip gözümüze kaşımıza botoks saplatmayacaklar herhalde" dedi.
Yan apartmandaki yıkım yapım çalışmaları onun kata denk geldiği için gergin bu aralar, "Peki" dedim.
*
Peki ama karınca ulusu?..
Minik post-it’e "Kaçın! Bir dost." yazıp ortada gezen karıncalardan birine yapıştırmayı ve "Bunu kraliçene götür! Manasız bir şekilde kahraman olabilirsin" demeyi düşündüm.
İlaçlama insanına "Mutfağa girme, karıncalar var" demeyi düşündüm, adamın "Eeee? Zaten o yüzden geldim buraya" cevabına karşı diyecek laf bulamadığım için vazgeçtim.
Kaçma şansı olarak mutfak penceresini açık bırakıp yattım...
*
Sabah kapıyı açtığımda sis tabakasının arasında sanki manyak bir deney yapmış laboratuvar insanı duruyordu.
"Hocam ilaçlayarak çıkmışız yukarı" dedim.
"Evet" dedi.
"Sende güzel teçhizat var da biz şimdi ilaç içinden altı kat ineceğiz, önceden uyarsaydın keşke. Neyse bu teknikle itfaiyeci olmamışsın" dedim.
Öksürükler ve gözyaşları (dumandan, karıncalara ağlamadım) arasında evimi ilaç yapan arkadaşa bırakıp çıktım.
*
Bir alt katta yüzüne ıslak havlu sarmış vaziyette komşu beklemekteydi.
"N’apıcaz amiral şimdi?" dedim.
"Bir şeyler yiyip içelim, insan içine karışalım, normal insanlar gibi davranalım" dedi.
"Orrayt ama havluyu bırakıyoruz di mi genç?" dedim...
*
Motosiklette komşunun arkasında Gümüşsuyu’ndan Cihangir’e doğru yol alırken aklımda "Bunun üstünde sürücüyle aynı tarafa eğilince mi düşmüyorduk, aksi tarafa mı?" sorusu vardı.
Cihangir’de motordan Arizona-Boston arasında at sürmüş kovboy gibi bacaklar hafif çarpık vaziyette indim.
Eski mahallemdir, 1990’dan itibaren köşe bucak veya ferah feza köşelerinde yaşadım. Fakat altı yıl önce tası tarağı toplayıp Ayaspaşa’nın sükunetine yatay geçiş yaptım.
*
"Cihangir Ovası, Entel Yuvası" derler ki doğrudur. Ancak hadise biraz dizisel boyut kazanmış mahallede.
Eskiden beri artiz mahallesidir de, görmeyeli iyice bir açık hava dizi oyuncusu retrospektifine dönüşmüş.
"Haaa. Sen de gel çipil oğlan, ezik sosyete genci rolü var..."
*
Komşuyla böcek ilacını yemişiz... Zehir dolayısıyla "Asıl Gregor Samsa benim ulen" şeklinde kişilik problemi yaşayan hamam böceği gibiyiz zaten!...
Bir iskemleye yükledik gövdeyi...
Komşu da oyuncu olduğu için tanıdığı insanlar var sosyalleşiyor. Benim için durum başka enteresanlıkta.
Zap sırasında ağlarken, tokat atarken veya yerken, motorlu araç peşinde koşarken, durup "Eminemin erik desenli yorganında pire olaydım" tarzı ağır cümleler kurarken gördüğüm oyuncular etrafta oturmakta.
*
Komşu gidip birileriyle hatıra fotoğrafı çektirme ihtimalimin doğmuş olacağından endişelenmiş olmalı, "Moruk!" dedi ve ben bakınca devam etti: "İki saat demişlerdi, evdeki mahlukat dökülmüştür..."
"Kahveyi yutalım gidelim o zaman ..."
*
Evde katliam sonrası oluşan havayı dağıtmak için pencereleri açtım ve kayıp karınca kolonisinin anısına eski ve güzel bir şarkı çaldım: Bill Deal & The Rhondels’den "I’ve Been Hurt."