Paylaş
Bir süredir çıkardığım notlar, rastladıkça kendime “postaladığım” bazı haberler, makaleler ve biraz da kaset konusunda attığım şahsi adımlar bu “büyük ölçüde kaybolduğu zannedilen” formata bir iade-i itibar yazısı için gerekli zemini oluşturmuştu.
Toprağı bol olsun, 1963’te dünyaya “kompakt kaseti” sunan (CD’nin doğuşunda da büyük emeği vardır) Ottens’in vedası, müzik sektörünün akışını değiştiren, hatta kimi zaman rejimleri deviren bu “küçük kutu”ya çevirdi gözleri.
Önce şu, “rejim devirme” meselesini açıklayayım...
Maliyeti öncülü plaklara göre düşük olan, ses kaydını daha ucuza, daha fazla miktarda arz etmeyi sağlayan ve elbette isteyenin istediği gibi kayıt yapıp çoğaltmasına da imkân sağlaması kaseti çıkar çıkmaz popüler kılmıştı.
“Müzik endüstrisi”nde bir rejim değişikliğini tetikledi mesela. Hindistan gibi ülkelerde görüleceği üzere “üstten bakan ve kendince makul tarzları destekleyen” şirketlerin tekeli kasetler tarafından kırıldı mesela.
“Küçük gruplar”, “plak anlaşması imzalamaya değer görülmeyen” müzisyenler, önyargılarla önü kesilmiş türler (mesela punk), özetle dışarıda bırakılanlar bu ucuz format sayesinde kendilerine yol bularak oyuna dahil olma şansını yakaladı mesela.
Ve mesela İran’da Şah’ın devrilmesine giden süreçte Humeyni’nin propaganda kasetlerinin, rejim hattında bütün silahlardan büyük bir gedik oluşturabildiğine şahitlik edildi...
Ve kasetlerin müziği çoğaltma konusunda biz fanilere sunduğu imkân sayesinde yaptığımız karışık kasetler, işi alabildiğince “şahsileştirme” imkânı sunması vesaire elbette duygusal dünyamızda da bir devrim yaptı.
Geçenlerde yine bir vesileyle değindiğim “Müzik Nasıl İşler” adlı kitabında David Byrne tek dinleyicili bir radyo programı olarak gördüğü bu güzellikler için “Karışık kasetler dostunuz, psikiyatrınız ve avuntunuzdu” diyor...
Bu noktada ben de konuyu daha şahsi bir alana çekeyim...
Gençlik yıllarımda kendi kaydettiğim kasetlerden birkaç tanesi duruyor ama “karışık” olanlar ne yazık ki zamana, taşınmalara, müzik dünyasındaki teknolojik devrimlere ve ardılı formatlara yenildi.
Yine de kendimce bir kaset koleksiyonum var, halen kaset alıyorum ve her konu açıldığında “Deli misin ne kaseti?” diyenlere inat kasetçalar konusunda ısrarımı sürdürüyorum.
Pandemi sürecinde, eski kasa, pırıl pırıl, ilk jenerasyon bir walkman edindiğimde kendi içimden yükselen bir ses bile “Geçici bir heves” diyerek kaş kaldırmıştı.
Halen sürüyor hevesim. Vapurda walkman’i çıkartıp kaseti değiştirdiğimde ve mesela başka formatta asla bulunamayacak bir kaset koyduğumda duyduğum mutluluk ve zaman yolculuğu hissi eşsiz.
Uzun süredir problemlerini görmezden geldiğim eski “kaset deck”imle de nihayet bir devir teslim töreniyle vedalaştık. Görevini Kadıköy Plakhane’deki arkadaşlarım aracılığıyla ulaşılan ikinci el fakat pırıl pırıl, 1986 model canavar gibi bir arkadaşa devretti.
Dinliyor muyum? Hem de nasıl! Elbette plaklar, yakın zamanda el yükselttiğim “streamer” ve hatta CD’ler kadar kasetten müzik dinlemiyorum.
Ama mesela 2/5 BZ’nin, 1993 model “Opua Dişın/ Düzenin 7 Ceddine” adlı müthiş albümünü kasetten başka nerede dinleyeceksin? YouTube’da var mı? Oldu kardeşim, hayırlı olsun, iyi izlemeler...
2000’li yılların başında CD’nin üstüne bir de internet devrimiyle doğal ölümü gerçekleşen kasetler, sadece meraklıların arasında, illegal faaliyet muamelesi görecek şekilde hayatını sessizce sürdürdü.
Halen Hayvanlar Âlemi’nden Toz ve Toz’a, Radical Noise’dan Moribund Youth’a kült grupların kült kayıtlarını harikulade şekilde sınırlı sayıda yayınlayan Vaykorus Tapes gibi “cool misyonerler” ve Domuz’dan Shalgam’a bağımsız şirketler tarafından kaset üretiliyor.
Kasetlerin “yeni üretilen” müziklerin satışlarının içinde minik mi minik de olsa bir payı var ve bu pay katlanarak büyüyor.
Elbette endüstrinin dönüp bakmaya tenezzül etmeyeceği kadar küçük bir pay fakat satışlar yüzde 100’ü aşan bir oranda katlanarak artmaya başladı.
Britanya’da 2020’de 157 bin kaset satıldı ki; bu 2003 yılından bu yana ulaşılan en yüksek adet...
Kendisini deviren günümüz teknolojisi sayesinde çok iyi ses kalitesine sahip olan kasetler sadece “aile üyeleri ve arkadaşlarıyla birlikte henüz toplam 12 kişinin bildiği grupların” yanı sıra Lady Gaga’dan Dua Lipa’ya “ultra yıldızlar” da kaset formatında yayınlıyor yeni albümlerini.
Geçen sene Britanya’da en çok satan kaset Lady Gaga’nın albümü “Chromatica” idi; Selena Gomez, Dua Lipa gibi isimler de ilk 10 içindeydi......
“Yıkılmadım, ayaktayım” mesajını verecek kadar bile olsa sesini yükseltiyor neticede kasetler.
Kimileri bunu “hipster’ların yeni gözdesi” olmasına, kimileri yeni kuşakların “cool” bulmasına, kimileri sevdiği müzisyenin albümünü fiziksel kopya olarak bulundurmak isteğini daha ucuz yoldan sağladığı için, kimileri müzik arkeologlarının hoşuna gittiği için kasetlerin yeniden hareketlendiğini düşünüyor.
Benim aklım ise yanılmıyorsam 1984 yazında, sevgili İzzet Öz ağabeyimin bir TRT programından kaydettiğim, Bruce Springsteen’in “Dancing in the Dark”ıyla başlayan, Duran Duran’la filan devam eden ellerimle hazırladığım o kayıp kasette...
BİR KASETE 33 BİN LİRA
BAZI albümlerin kasetleri, bazen sadece o formatta üretildiği için, bazen koleksiyonerler açısından cazip olduğu için, bazen de “ileride çok değerlenir” düşüncesiyle ilgi görüyor ve fiyatlar uçabiliyor.
Fiziksel kopya olarak müzik toplayanların, satıcıların, profesyonellerin ve amatörlerin ortak marketi olan Discogs üzerinden buldukları ganimete binlerce dolar sayanların listesi var...
Daha sonraları Linkin Park adıyla bir deve dönüşecek olan grubun (ki ben hiç bayılmam!) Xero adıyla 1997’de yayınladığı albümün kaseti, 2020’nin ocak ayında tam 4 bin 500 dolara, bugünün kuruyla 33-34 bin TL’ye satıldı.
Daha önceki rekor, Prince’in isim yerine bir sembol, bir logo kullandığı dönemde çıkan “The Versace Experience-Prelude 2 Gold” adlı sınırlı sayıda üretilmiş kasetine aitti: 4 bin 117 dolar...
Gözünü karartmış koleksiyonerlerin bir Depeche Mode kasetine 1.500 dolar vermesi veya Burzum albümünün “promosyon kopyasına” 600 dolar bayılması “ekstrem koleksiyoner hareketleri” olarak görülebilir.
Ancak kasetin “bir sanat formu” olarak kendi hikâyesini yazmayı sürdürdüğünü düşünmek daha çok hoşuma gidiyor...
Paylaş