Karlı tarih notları arasında

Artık ufaktan İstanbul’u terk edeceğe benzeyen karın henüz kente yaklaştığı günlerde sıkça “1987 kışı”na gönderme yapıldı.

Haberin Devamı

1987’deki kar yağışını hatırlayan benim gibiler dün sabahki “coşma anının” dışında pek aradıklarını bulamadılar sanırım. Yağdı, arada güzel de yağdı fakat nerede ‘87’deki o kar?

Barajların durumu, artık kalıcı bir tehdit boyutuna ulaşan kuraklık ve yine aşırı sıcak geçeceği öngörülen “susuz yaz” düşünüldüğünde İstanbul’da kar büyük nimettir tetiklediği zorluklara rağmen...

Karlı tarih notları arasında

Kar getiren havayı “Arada uğramayı ihmal etme” diyerek uğurlamaya hazırlanırken, Cengiz Kahraman’ın “İstanbul Kış Günlüğü 1929-1954” adlı eşsiz çalışması eşliğinde İstanbul’un meşhur kışlarına doğru bir yolculuğa çıktım.

“Boğaz’ın buz tuttuğu günlerin” izinde gezen Cengiz Kahraman, 1929 ve 1954’te İstanbul’u 2-2.5 ay felç eden karakışları arşivden muhteşem fotoğraflar ve dönem gazetelerinden haberlerle, makalelerle, karikatürlerle harmanlar.

Haberin Devamı

Kitabın açılış sayfalarında “İstanbul’un Meşhur Kışları Kronolojisi” ile karşılanırız.

İlk not 378’de, İmparator Valens’in saltanat döneminde Haliç’in bazı bölgelerinin buz tuttuğuna dair...

739’da Boğaz buzlarla kaplanınca halk tıpkı 401’de olduğu gibi kentin tanrının gazabına uğradığını düşünür. İmparator III. Leon saray kapısının üstündeki Hz. İsa tasvirini kaldırmaya cüret etmiş ve karşılığında bu zorlu kış gelmiştir...

736’da denizden gelen buzların yüksekliği şehir surlarını aşmış ve korku salmışlar; 928’de kar ve soğuk 4 ay sürmüş, hayat tamamen durmuş...

1595’te
yaşanan ve gemileri İstanbul’a yanaştırmayan karakış için halk 19 kardeşini öldürterek tahta çıkan III. Mehmed’i suçlamış. Karın başladığı anın, 27 Ocak 1595’te, Topkapı Sarayı’ndan 19 tabutun çıktığı sabah saatleri olduğu rivayet edilir...

1740’ta bayram ile arifenin ilk günü karıştırılır, o sırada padişah olan I. Mahmud da dahil herkes bir gün eksik oruç tutar ve halk o yıl şehri donduran soğuğu yine tanrının gazabı şeklinde yorumlamış...

1621 ve 1755’teki soğuklar da saltanat değişikliği veya “vebali tüm toplumun boynuna” günahlara bağlanmış, tıpkı daha eski çağlarda olduğu gibi...

Haberin Devamı

Kayıtların daha iyi olduğu 18’inci yüzyıldan itibaren duruma bakıldığında, İstanbul’un kabaca 100 yıl içinde 5-6 adet büyük kış göğüslediğini görüyoruz.

20’nci yüzyılda ilk zorlu kışını 1918’de, Birinci Dünya Savaşı’nın sonlarında, kaosun eşiğinde göğüslemiş; 1927 ve 1928 de soğuk olmuş ancak asıl zor olan 1929’da gelmiş...

Karlı tarih notları arasında

1929’un ilk günlerinde Avrupa’yı zorlayan kış haberleri 7 ve 8 Ocak tarihlerinde “fırtına ve hafif kar yağışlarına” evrildikten sonra 13 Ocak’ta “İstanbul beyaz örtü altında” haberine dönüşür.

Sonrasında o dönemde en büyük tehlikelerden biri olan yangınlar, kaza haberleri, fırsatçılık yapan alçaklar, zorlaştıkça zorlaşan günlük hayat yansır gazete sayfalarına.

Haberin Devamı

Mart ayına da sarkar karakış ve 14 Mart’ta Ramazan Bayramı’nın birinci günü nihayet biraz düzelen havalar “İstanbul’da bayram: Kış bitti!” başlıklarını attırır gazetecilere...

1954’te yine dünyada sıra dışı bir kış belirir, İstanbul’da 27 Ocak’ta kar fırtınası ile başlayan ve mart ayına kadar süren şiddetli soğuklar, yine Boğaz’ın buzlarla kaplanmasına yol açar...

Şehre kurt iner, Boğaz’daki buzlar dinamit marifetiyle patlatılır; o derece bir kış!..

Bütün bu kış tarihine bakıldığında “şehirlerinin şehrinin” hafif bir kar yağışıyla silkindiğini gördük 2021’de.

İstanbul’un birkaç günlük kar macerası sona ererken daha önce de belirttiğim gibi “Bizi unutma, yine gel” demeyi ihmal etmemek gerekir.

Haberin Devamı

Karın da zerresine muhtacız netice itibarıyla...

‘SİNEK UÇTU’ YAĞARKEN

ÜSTAT Ahmet Rasim’in Ocak 1924’te Resimli Ay dergisinde yayınlanan ve “İstanbul Kış Günlüğü”nde de yer verilen yazısı “Kar yağışına verilen isimler” ile başlıyor:

“Bu seneki yeni Teşrinisani’nin (kasım ayı) tam yirmi yedisinde hava karaladı. Düşen kar ne ‘sulu sepken’ idi ne de ‘bulgur’; ‘sinek uçtu’ dedikleri neviden pare pare perrân ve üftân (uçuşan de düşen)...

Gerçi ara sıra savurup atıştırır gibi oldu ise de ne damlarda, kiremitler üzerinde, ne saçaklarda, ne de yerde tutmadı.

Rüzgâr yıldız esiyordu, bir kerte daha gerileyip karayele dönemedi. Dönseydi ‘tipi’ler, arada rüzgâr fasıla verdikçe ‘kuşbakışı’, hatta ‘lapa lapa’, ‘buram buram’ düşerdi...”

Haberin Devamı

Ahmet Rasim “Don havalar sokaklarımızın settâr-ı uyûbudur” yani “ayıp örtenidir” notunu düştükten sonra şu notu da eklemiş yazısına “Bu havaları pek severim ama kaymak olmasa!..”

------------------

(İstanbul Kış Günlüğü, 1929 ve 1954, Cengiz Kahraman, Yapı Kredi Yayınları, 2015)

Yazarın Tüm Yazıları