Paylaş
AKBANK Çocuk Tiyatrosu'nun bir kuşakta -bu benim kuşağım oluyor- derin izler bırakmış ‘‘Bugün Bayram Bir Kaşık Ayran Sana Da Yeter Bana Da’’ adlı oyunu hayatta en fazla izlediğim tiyatro eseridir.
Küçükken niye mütemadiyen bu oyuna götürüldüğümü hala çözebilmiş değilim.
Aile efradı da, ‘‘Yahu, siz beni niye paso bu oyuna götürüyordunuz’’ diye her sorduğumda, sanki çocukken ateşli ve ağır bir hastalık geçirmişim de, bu hastalıktan benim farkında olmadığım bir araz kalmış gibi direkt uzaklara bakıp susuyor.
Kurcalamıyorum ben de fazla.
Tiyatro ile ikinci bağlantım Ferhan Şensoy oldu.
Manzum günlüğü ‘‘Gündeste’’nin belli bölümlerini kafasını gözünü yararak da olsa, ezberden okuyacak kadar Şensoy hayranıydım bir vakit.
Tiyatro ile ilişkim, yıllar önce ‘‘karlı bir kış günü’’ bir Afife Jale gösterisinde bitti.
Topesto ile birlikte katıldığımız bu sanatsal etkinlik, önce Topesto'nun, sonra da benim horlayarak uyumamız neticesinde rezil olmuştu.
Hoş, Topesto önce benim uyuduğumu hala iddia eder fakat, sizi temin ederim önce o turşu uyumuştu.
*
Eski Doğu Bloğu filmlerini tırmalamayı da benzer bir vaka neticesinde bırakmıştık.
Dünya Sineması'nda Rosa Luxemburg'u seyrederken neredeyse anırarak horladığımız için kitle bizi dışlamıştı.
Yıllar süren tiyatro diyetimi geçen pazartesi günü bozdum.
Bu benim dışımda kimse için önemli değil tabii ki.
Bu diyeti bozmamın nedeni Oğuz Aral'dı.
Oğuz Ağabey huysuz olduğunu iddia eden, hakikaten bazı durumlarda huysuz da olabilen biri.
Fakat bunu külahıma anlatmanız gerekir.
Oğuz Aral'la tanıştığımı ilk söylediğimde Riko ve Topesto özetle ‘‘Hadi len!’’ demişlerdi bana.
Küçükken, çok küçükken, daha okuma yazma bilmediğim dönemlerde bile Oğuz Aral takip ederdim.
Hatta, hala o dazlak kafalı hergele Avni'yi benim çocukluğumu takip ederek çizdiğini bile düşünürüm.
Riko ve Topesto da, kendilerinin izlendiğini düşünüyor.
Geçen pazartesi Oğuz Ağabey'in Hürriyet Pazar'da çıkan ‘‘Huysuz İhtiyar’’ yazılarından yola çıkarak sahnelediği (Ve yönettiği ve dekorlarını bile yaptığı) oyunu seyretmeye gittim.
Riko ve Topesto da yancı olmaya çalıştı fakat onları ‘‘Gala gecesine halk gelemez, bu asillerin gecesi’’ gibi laflarla taciz ederek püskürttüm.
İmkanlarımın el verdiği en temiz şekilde giyindim ve bilet kesen adamdan bile önce Harbiye Kenterler Tiyatrosu'nun kapısına dikildim.
Fuayede gördüğüm meşhur insanlarla fotoğraf çektirmek gibi lüzumsuz bir işe kalkışmamak için kendime telkin ettim vesaire.
Oğuz Ağabey'in elime tutuşturduğu ‘‘Protokol’’ fişini alnıma mı, yoksa yakama mı yapıştırmam gerektiğini bir süre kendi içimde tartıştıktan sonra, Oğuz Ağabey'i utandırmamak için elimde tutarak kapıya ilerledim
İçeri girdim, ışıklar söndü ve perde açıldı...
Başrolde oyun sırasında sıkça ‘‘Ulan yoksa Oğuz Ağabey bizzat mı oynuyor?’’ diye baktığım ve hayatta sesini kıskandığım tek insan olan Müşfik Kenter oynuyor.
Oyundaki hikayeleri benim anlatmam doğru olmaz. Gidip görmeniz lazım.
Ama gözlerim birkaç kez yaşardı.
Bazen gülmekten, bazen de taş olduğunu düşündüğüm kalbimin istiap haddini aşmasından dolayı.
Benim favorilerim, ‘‘Mustafa’’, ‘‘Gavur Neil’’ ve ‘‘Hayta Mustafa’’ bölümleri oldu.
*
Güzel bir kalbi gizlemenin en güzel yolu huysuzluk.
Bunu Oğuz Ağabey'i dinleyerek, seyrederek öğrendim.
Benden daha yakışıklı, polisiye roman kültürü benden fazla, Gavuristan'da benden daha fazla pub bilen, şahane resimler (Tablolarını görmeniz lazım) ve karikatürler çizebilen, sesi benden iyi, saz çalma ve bozlak söyleme konusunda Neşet Ertaş'la boy ölçüşebilecek kadar uzman, işkembe çorbası yapabilecek kadar iyi bir aşçı ve bir de üstüne üstlük muhteşem bir marangoz olan bu huysuz adamı tanısanız, eminim siz de benim kadar kıskanç ve gururlu olurdunuz.
Riko ve Topesto, yanlarından Oğuz Ağabey'i aradığım günden beri bana saygıyla karışık bir nefret duyuyorlar.
Çok da umurumdaydı...
katkaya@hurriyet.com.tr
Paylaş