Paylaş
İtiraz edip “150 yıldan da geriye git” diyecek olana da “Haklısın” diyebilirim.
İngiltere’de bir müzayedede Karacaahmet’ten çıktıkları tahmin edilen ve 18’inci yüzyıla tarihlenen 4 mezar taşının satışa sunulacak olması haber olunca ortalık karışıverdi.
Kültür ve Turizm Bakanı Ömer Çelik “Dışişleri ve İçişleri bakanlıklarımızla koordineli çalışma yürütüyoruz. Kültürel mirasımızın korunması en büyük hassasiyetimiz” diyerek satışın durdurulması için harekete geçti ve neticede satış durum aydınlanana kadar durduruldu.
Bu satışın durdurulması elbette hayırlı bir gelişmedir, iade edilmeleri daha da güzel olur.
Fakat gelin genellikle çok zorlandığımız bir işe kalkışalım ve samimi olmaya çalışalım; henüz kaçırılmayan mezar taşlarının hali nicedir?..
Bu haberden hareketle halihazırdaki Bakan Ömer Çelik’e, hükümete vesaire fatura çıkarmak haksızlık olur. Marmaray kazılarında çıkarılanlara “çanak çömlek” denmesini ne yapacağız, o ayrı tabii ya neyse diyelim şimdilik!
Yazının girişinde de bahsettiğim üzere 150 yıldır neredeyse sistematik şekilde mezarlıkların toptan yok edildiği bir şehir İstanbul.
Taksim-Gümüşsuyu hattının mezarlık olduğunu ancak ilgilenip okuyan bilir mesela. 1950’lerde Edirnekapı’nın yol açma/genişletme amacıyla parsel parsel yutulduğunu, Karacaahmet’in koca bir bölümünün Ankara yoluna feda edildiğini vesaire yine bilen bilir. Örnekler o kadar çoğaltılabilir ki inanmakta güçlük çekeceğinize eminim.
Hazireler, mühim kişilerin mezarları, türbeler hapır hupur gövdeye indirilmiştir fayda görüldüğü anda.
Göstermelik şekilde başka alanlara taşınan mezar taşlarının ne baş tarafı bellidir ne de ayak taşı; sıra sıra dizilip “Bak kurtardık” denmiş, göz boyanmıştır.
İstanbul doğumlu kıymetli tarihçi Hans-Peter Laqueur, 200 yıl zerre hasar görmeden duran taşların taşındıkları yeni yerde keskin bir zekâ hamlesiyle kuzey-kuzeydoğu yönüne çevrilmesiyle rüzgâra ve çevre kirliliğine yenik düştüklerini yazar mesela. Korumacılığımız böyledir bizim.
Kültürel amaçlı bazı silkinme hamleleri hep yapılmıştır, yapılmaya çalışılmıştır ama kapsamlı ve samimi bir sistem oluşturulmamıştır hiç.
Alman Arkeoloji Enstitüsü veya Fransız Anadolu Araştırmaları Enstitüsü’nün bu konularda yaptıkları yayınlar “bizim yetkililerin” yüzünü kızartacak kadar iyidir mesela.
Yine Laqueur, 1984’te belgelenen ve dikkat buyurun “korunan” Küçük Ayasofya Mezarlığı’ndaki taşların 1991’e gelindiğinde yerinde yellerin estiğini yazar!
Duvar yapımında kullanılırlar, çamaşır asıldığına, Kurban Bayramı’nda ahıra dönüştürülen mezarlıklarda sunak kısımlarının yemlik olarak kullanıldığına bile rastlanmıştır.
Neyse...
Dört mezar taşının kurtarılması önemlidir. Ama bu konuda samimi olduğumuzu kimse bana anlatmasın.
Bu konuda yazılmış iyi bir kitap okumak isteyenler de Hans-Peter Laqueur’ün “Hüve’l Bâki: İstanbul’da Osmanlı Mezarlıkları ve Mezar Taşları” eserine ulaşsın.
Kitap Almanca yazılmış ve 1993’te yayınlanmıştır!!! Sağ olsun Tarih Vakfı Yurt Yayınları, Selahattin Dilidüzgün’ün harika çevirisiyle 1997’de dilimize kazandırmıştır.
Vaziyet böyleyken böyle...
Paylaş