Orta son sınıfta resim ve elişi dersinden ikmale kalmak üzereydim.
Notlarım berbat çünkü ben resim ve elişi yapmam gereken saatlerde basketbol oynuyorum, ağaçları ve kuşları seyrediyorum, TRT 3’te "Gece ve Müzik" dinliyorum, kızları düşünüyorum, başka başka kitaplar okuyorum...
Resim ve elişine saygısızlık etmem mümkün değil. Hem öğretmeni seviyorum hem de yetenekli arkadaşlarımın yaptıklarını.
Yeteneğim yok ve az önce saydıklarım gibi yapacak başka mühim işlerim, kendimce misyonlarım var.
Fakat öğretmen de misyon sahibi.
Elleri sabun kokan (Azarlarken kafamızı okşardı), tatlı bir insan.
Aramızdaki sevgi bağından şüphemiz yok fakat ortada büyük bir ilgisizlik ve kabiliyetsizlik var.
Kabiliyetsizliği kabul edebiliyordu fakat ilgisizliğime sıkılıyordu bence.
Bir proje bekliyor benden. O kadar.
*
Bir gün, dehası geriden gelen tipler gibi "Ben saksılık yapacağım" dedim.
"Harika, fakat nasıl? Niye? O ne ki?" dedi öğretmenim.
"İçine saksıların konacağı tahta bir kutu olacak, saksılar çirkin gözükebiliyor. Yoğurt kutuları filan... Tahta saksılık iyi bir fikir" şeklinde detaylandırdım projemi.
Kontrplak, kıl testere, yün testere şeklinde gerekli malzemeyi topladım.
Ve malzemeleri kendi kendilerine saksılık olsun diye bir kenara bırakıp, kendi küçük dünyama döndüm.
Kaba inşaatı tamamlanmış, kat çıkmak için yerel seçim bekleyen gecekondu gibi kaldı saksılık.
Öğretmen "Seni bırakıyorum sınıfta!" dedi.
Tek dersten, hem de bu dersten çakmak hayatının ilerleyen yıllarında anlatacağın -hatta yazabileceğin!- matrak bir anı olabilir.
Fakat neticede eve karne götürmek ve karne üzerine yapılacak yorumları dinlemek gerekiyor. Öğrencinin kader günü.
Bir ara "Sefil oldum hocam üzüntüden... Bööö!" şeklinde ağlayarak his ayarlarıyla oynamayı düşündüm.
Ağlama numarası için geç kaldığımı düşünerek, karizmayı feda etmeden, soğukkanlı bir şekilde karneyi beklemeye başladım.
*
Edebiyat Öğretmeni "1503, Kanat. Sırıtmadan gel oğlum!" diyerek karne servisine başladığını duyurdu.
Karneyi aldım, daha sonra "Ay buruştu!" paniğiyle uğraşmamak için hemen hafifçe buruşturdum (İyi numaradır...) ve sırama döndüm.
Karneyi açıp ilk olarak "resim iş"e bakmak tuhaf gelebilir.
Fakat ilk oraya baktım: 5, geçmişim...
*
Plastik sanatlara ve el işi gerektiren her türlü üretime saygı ve sevgi besliyorum.
Fakat bir şey yapmak konusunda hálá yeteneksizim.
Çizemem, kesemem, biçemem vesaire.
Aslında kendimce bu işlere kalkışıyorum ve neticelerden memnunum fakat gören insanların tepkileri kalp kırıcı olabiliyor.
Topesto yaptığım resim çerçevesini "ayakkabı çamurunu silme mekanizması" sanmış, sanabilmişti!
Bu konudaki cesaretim, Kyle Bravo ile tanışınca arttı.
Kyle Abi, "Making Stuff & Doing Things" adlı bir kitap derlemiş.
Bir nevi "punk’ın, anarşistin, Big Lebowski’lerin" el kitabı.
Büyük bölümü "fanzin"lerden, el ilanlarından, "yeraltı yayın şebekesi" ürünlerinden alınmış faydalı bilgiler el kitabı çıkmış ortaya.
*
Kitap "sorumsuz büyük şirketleri küçük, pasif eylemlerle cezalandırmak" gibi ütopik-sempatik-radikal açılımları da destekliyor.
Fikirleriniz uyar uymaz, o ayrı hikaye.
Çünkü kitabın asıl özelliği içerdiği pratik bilgiler.
"Ninem hipiydi, bu faydalı bilgiler kitabını bırakıp, Olimpos’ta bir komüne katıldı" deseniz yeridir!
"Varilde patates nasıl yetiştirilir, eski plaklardan nasıl kase yapılır, bira ve şarap üretimi için denenmiş ve memnun kalınmış yöntemler nelerdir, tuvalet nasıl tamir edilir, elektrik kablosu nasıl çekilir, rockçı kedi maması nasıl hazırlanır?" ve daha yüzlerce soru.
Ve bu sorulara, söz konusu problemi aşmış insanlardan verilen pratik bilgiler.
*
Kendimi karşısında "Tembel, yeteneksiz, umutsuz vaka" gibi hissettiğim bazı meseleleri aşacağıma dair inancım pekişti.
Tam bana uygun onlarca saçmalık, güzellik var.
İşe kitapta güzel bir şekilde anlatılan ciltçilikle başlayabilrim.
Aslında aklımda fıçıda patates yetiştirmek var ama, dur bakalım...