RİKO, İzmir seferini tamamlayıp döndü. Perşembe geceleri artık klasikleşen toplantıların bir benzerini, ayrı şehirlerde yaşasak da her buluşmamızda anmadan edemediğimiz bir takım muhterem biraderlerimizle düzenlemiş.
Fakat nedense çarşamba gecesi toplanmışlar. Ekibe baktığında bu durumun normal olduğunu zaten hort diye görüyorsun. Biz geçen perşembeyi, klasik programa sadık kalarak, iki kişi koçlar gibi muhabbet ederek yedik bitirdik.
İşte, geçen perşembe diğer elemanın buluşma noktamıza düşmesini bekliyorum. Bir yandan da (Ayıp ama oluyor böyle şeyler) yan masadaki muhabbeti kesiyorum.
Yan masada Ece Temelkuran ve bir grup arkadaşı oturmakta. Böyle kulak kabartacağıma, yekten muhabbete girme kararı alıp, masaya yancı olarak yazılıyorum.
Ece Temelkuran Milliyet'te yazıyor, zaten biliyorsunuz. Oturdukları masa kadın ağırlıklı. Konuştukları mevzular karşısında bir armut gibi duruyorum. Bir ara laf nereden geldi kesinlikle hatırlamıyorum ama, Ece'nin ismine geldi. Daha doğrusu kendisi bizzat getirdi.
*
Küçükken adıyla ilgili büyük bir meselesi varmış. Mesele isminin kısa, yani üç harfli olmasıymış. Kadın milletinin problem bulma konusundaki başarısını genellikle kafasını taşlara vurarak izleyen bu fakir, hanımefendinin problem yaratmada bir şahikaya imza atmış olduğunu, tabii ki o anda belirtti.
O devam etti: ‘‘5 yaşında filanım. Annem beni anaokuluna kaydetme kararı aldı. Anaokuluna gittik fakat annem işe geç kalıyor. Ben kendimi kaydettiririm düşüncesiyle gitti. Akşam almaya geldiğinde 'Ben Ece'nin annesiyim, kızımı almaya geldim' diyor. Anaokulundaki insanlar, 'Hanımefendi burada Ece diye bir çocuk yok' diyorlar. Annem korkudan bayılmak üzereyken, 'Temelkuran, Ece Temelkuran' diyebiliyor. Anaokulu insanları da, 'Bir Temelkuran var ama adı Ece değil, Aydeniz' diyorlar...’’
Bunun üzerine masadaki bir iki kişi daha küçükken kendilerine başka isim beğendiklerini söylediler. İşi, eğer gazino şarkıcısı olsalardı kimin ismi en üste yazılırdı noktasına getirdiklerinde artık masayı terk etmek gerektiğini anladım...
Ece'ye yaşadığı (Ve bir şekilde bize de yaşattığı) bu travmayı yazacağımı söyledim. O da ‘‘Adımla sanımla yaz’’ dedi. Ben de ‘‘Hangi adını kullanacağız’’ dedim. Dünyanın en manasız yaratığıymışım gibi suratıma baktı muhabbetine döndü.
Zaten bu sırada benim eleman da hafif donma tehlikesi atlatmış vaziyette kahveye geldi. Bunun buzları biraz çözülünce, NBA ağırlıklı sağlam bir geyik patlatıldı ve hakikate döndük...
Bağımsız Filmler Festivali
SİNEMAYA gitmememe halime, 22, 25 ve 26 Ocak tarihlerinde son veriyorum. ‘‘Nasıl bu kadar net tarihlerle konuşabiliyorsun’ diyenlere cevabım, ‘‘İsterseniz saat de bildireyim’’ olabilir, ona göre.
İstanbul Bağımsız Filmler Festivali ayın 18'inde başlıyor. Ve festival programında kaçırırsam kahrolacağım üç film bulunuyor.
Bunlar için biletimi bile temin etmiş durumdayım. Bilet konusunda 5N1K programı ve CNNTürk reklam bölümünün sponsorluğunu da arkama aldım zaten. Sponsorluk dediğim, onlar bilet alıyorlardı, yüzsüz bir şekilde ‘‘Bana da alsanıza’’ dedim, aldılar. Parasını da kabul etmediler.
Medyaya leke düşürdüm diye bir ara hayıflandım ama onlar da gazeteci diye kendimi fazla da hırpalamadım açıkçası.
Söz konusu üç film şöyle sıralanıyor: ‘‘Baise Moi/ Düz Beni’’, ‘‘Ed Gein’’ ve ‘‘Chopper/ Katil...’’
‘‘Baise Moi’’ geçen yıl bayağı bir haber olmuştu. Burada gösterildikten sonra da haber olacağı kesin. Fırsat bulursanız kaçırmayın. Biraz ciğer rendeleyeceğine eminim fakat değecek. Detay vermeyeyim bununla ilgili, daha iyi olur.
‘‘Ed Gein’’, seri cinayetler tarihinin en karizmatik isimlerinden biri. Alfred Hitchcock, ‘‘Psycho/Sapık’’ı Ed Gein'den ilham alarak çekmişti mesela. Keza, ‘‘Silence Of The Lambs/Kuzuların Sessizliği’’nde de ilham kaynağıdır. 1950'lerin ABD'sinde, küçük bir kasabada annesiyle yaşayan sakin bir adam. Anne, biricik evladını döverek büyütüyor.
Daha sonra anne ölüyor ve Ed Gein korkunç gösterisine başlıyor. Gein'le ilgili yazılmış ‘‘Deviant’’ın okuduğum en iyi ‘‘true-crime’’ kitaplarından biri olduğunu söyleyebilirim. Adam, kurbanlarının derilerinden elbise filan diker... Bir de bu filme gece yarısı gideceğim. Şimdiden tırstım vallahi.
‘‘Chopper/Katil’’ de Avustralya'nın en meşhur katilinin hayatını konu alıyor. Ama onu akşam, daha makul bir saatte seyredeceğim.
İstanbul Bağımsız Filmler Festivali'nde daha pek çok iyi film var. Araya sıkıştırabilirsem Coen Biraderler'in filmine de gitmek istiyorum mesela. Siz de ilgi gösterin, bir festival kazanalım.