Endişe de var, “Başımıza bu da mı geldi?” bulutları da geçiyor gözlerinden.
“Sökün apoletlerinizi” diye emir geliyor, “Kafalar karışmasın teşhis aşamasında”.
23 polis memuru, ellerine numaralar tutuşturularak teşhise hazır hale getiriliyor.
Suçları ne ola ki?
* * *
Filmi başa sararak anlamaya çalışalım.
AKP Hatay Dörtyol Gençlik Kolları Başkanı Ömer Uzun, aynı zamanda emniyet müdürlüğünün kantin işletmecisi.
Bir memurla (Alper Atilla) “tostun kaşarı”, “çayın fiyatı” diyerek tartışmışlar.
Olay memurun amiri pozisyonundaki komiser yardımcısı Murat Emer’e yansımış.
Amir, “Şahidini getir, şikâyette bulun, tehdit etme” demiş.
* * *
Sonra...
Sonra, Attilâ İlhan’ın deyişiyle “ihbarlar birer sansar, bir telefondan bir telefona atlar” şeklinde çalışmaya başlamış telefonlar.
“Sen bakma benim kantinci olduğuma. AKP Gençlik Kolları Başkanıyım. Gerekirse senin üzerindeki üniformayı soydururum” diyen PAF partili eşi dostu haberdar etmiş.
Eş dost, “hatırlı” insanlar.
AKP’li vekil Hacı Bayram Türkoğlu’nun oğlu İstemi Kağan Türkoğlu, kantinci politikacının kankası.
Babasının danışmanını da yanına alıp gelmiş ve “Alper gözlerimin içine iyi bak, sen beni iyi tanımıyorsun. Tanıdıktan sonra kim olduğumu öğreneceksin” demiş.
Nitekim “öğretmiş” de.
Sıraya dizmeler, apolet söktürmeler, Suriye sınırına sürülmeler...
* * *
Bir ay önce yaşanan bu hazin hadise basına yansıyınca çarşı karıştı.
MHP’de yıllarca görev yaptıktan sonra AKP’ye geçmiş olan vekil baba Hacı Bayram Türkoğlu, işin aleyhine döndüğünü hissedince “Olayın masumiyetini saptırmayalım. Ben bu işte art niyet ararım...” makamına geçti.
Hacı Bayram Türkoğlu tanıdıkça renklenen bir şahsiyet.
Kendi adına açtığı web sayfasında (
www.hacibayramturkoglu.com) bu renkli şahsiyetin teşbihin hem nalına hem mıhına vurarak yaptığı tespitlerine bakmak yeterli.
İç meseleler, dış meseleler, kemikleşmiş sorunlar (mesela Kürt meselesi) “Türkoğlu diyor ki” başlığı altında aforizmalar diyarına ışınlıyor okuyanları.
* * *
“Kahraman Türk” insanını “kantin işletirken polisle tartışır ve hepsini sebilhane maşrapası gibi duvar dibine dizer alimallah” diye tarif etmiyor.
Ya nasıl ediyor?
Okuyalım; pırıl olalım, aydınlanalım:
“Anadolu coğrafyasının Osmanlı ikliminde medeniyetimizi zulmattan nura çıkaracak bir yeniçeri misali yetişen her yürek; şer’in bağrına hançerini saplayacak kadar cürretli, hayrın namına sancağı çağdaşlık burcuna dikecek kadar haşmetli, Kaf Dağı ve Tanrı Dağları’nı kıyamda tutacak kadar heybetli, Hıra’yı secdeyle buluşturacak kadar şefkatlidir...”
* * *
Titre ve kork dünya.
Vekilimiz ayarlardan ayar beğeniyor ve Fransa’ya ağzının payını veriyor.
Paris’te kahvesini içen yamuk bereli, çizgili tişörtlü Sarkozy insanı şu sese kulak ver ve kaçacak delik ara:
“Fransa kendi iç siyasi hesaplaşmalarında Türkiye’den motivasyon devşirecek kadar küçük, Türkiye de Fransa gibi batılı ülkelerin iç siyasi çekişmelerin odağında her zaman yer alacak kadar büyük bir ülkedir. Bu geçmişte de böyleydi, şimdi de böyledir...”
Hey yavrum be, tutmayın beni yürüyeceğim!
* * *
Peki ya Kürtler?
Teşbihte zirveler arası yolculuk düzenliyor vekilimiz:
“Kandil’in, Gabar’ın, Cüdi’nin PKK’lı teröristleri, TSK’nın operasyonları ile zaiyat verince; şimdi barışın güvercini kesildiler. Bukalemun gibi girdiği her kalıbın rengine boyansalar da; gençlerin masum kanları üzerinden beslenen vampirlerin hakiki rengi siyahın bile hicap duyacağı bir karanlıktadır...”
* * *
Esad kaçabilir mi; hiç kaçabilir mi?
“Emperyalizm Ortadoğu halklarının ölümü ise; Ortadoğu halklarını yöneten despotizm de bu halkların sıtmasıdır. Halklar ne sıtmanın getirdiği elem ve zulme, ne de emperyalizmin namlusundan çıkan ölüme razıdır.”
Fiyuuv fiyt; bittin sen Esad...
* * *
Neyse, Hüseyin Çelik tasvip etmemiş, bu çok mühim bak...