Paylaş
Bir seçim sonucunun “galibiyet” ve “mağlubiyet” hattında okunması elbette evrensel demokratik değerler açısından problemli ama görüldüğü üzere başka bir dil bilmiyoruz, o olgunluğa ulaşmamıza da epeyce vakit var.
Özellikle 2010 sonrasında hızlanan kutuplaşma ortamı ve bu ortamdan beslenen siyaset kurumu (hem iktidar hem muhalefet) Türkiye’nin sıradağlar şeklinde dizilen sorunlarına odaklanabilecek mi?
Bu hususta adımı şüpheli olanların arasına yazabilirsiniz ama umutsuzlarla aynı listede yer almak istemem doğrusu...
*
Biliyorum, bir “analiz daha” okuyacak yeriniz kalmadı; benim de öyle...
Bu işe kalkışacak değilim.
“Konunun uzmanlarının”, analistlerin, anketçilerin ve hatta bizzat kazananıyla-kaybedeniyle siyasilerin tahmin ve tespit seferlerinde döktükleri nalları görüyoruz zaten...
Bunun yerine çok sevdiğim bir yazarın çok sevdiğim bir öyküsünden bahsetmek isterim.
Dino Buzzati (1906-1972), İtalyan bir gazeteci ve yazardı.
Romanları, tiyatro eserleri pek çok dile (Türkçe de dahil) çevrilmiş, çok da sevilmiştir ama asıl favorim alaycı, gerçeküstücülükle paslaşan öyküleridir.
Yakın zamanda ülkemizde yeniden yayınlanan “Colombre”ye adını veren öyküden bahsedeceğim izniniz olursa...
*
Kahramanımız Stefano, mesleğine çok özendiği kaptan babasıyla henüz 12 yaşındayken denize açıldığında hayatını kaidesinden sarsacak, değiştirecek bir hadiseye şahitlik eder.
Açıkta denize batıp çıkan, kocaman bir nesne vardır.
Babasına sorar bu nesnenin ne olduğunu.Babası korkudan titreyerek cevap veriri “O bir Colombre’dir...”
Colombre, yani “insandan bile kurnaz, gizemli, korkunç köpekbalığı” sadece kanından, kendisinden olan kurbanlara görünür ve canını alana kadar, ömrünün sonuna kadar takip eder.
Babası o gün sevgili oğluna denizlerden uzak yaşayacağına dair söz verdirir.
*
Stefano denizden uzak bir kente yollanır okumaya, denizden ve korkusundan uzak bir hayat kurmaya teşvik edilir.
Yazları döndüğü memleketinde ne zaman denize baksa açıklarda Colombre’yi görmek, korkusunu, merakını, mücadele ruhunu kamçılar.
22 yaşında babasının ölümünün ardından denizlere açılır yüzleşmek için.Kaçmakla kovalamak arasında, mahvıyla zaferi arasında gerilen telin üzerinde uzun yıllar geçirir.
50 yılın sonunda yaşlı ve mutsuz bir denizci olarak hayatın kendisinden çekilmeye başladığını anlayınca mürettebatı çağırır ve küçük bir sandalla tek başına gemiden ayrılacağını açıklar.
“Bir soylu dosttan bile beklenmeyecek sadakat örneği gösteren düşmanı” ile randevusu vardır:
“Artık ölmek üzereyim. O da iyice yaşlanmış ve yorulmuş olmalı. Ona ihanet edemem...”
*
Colombre’nin ihtiyar denizcinin yanına gelmesi uzun sürmez. Küreği canavarın başına vurmak üzereyken canavar “Off!” der yorgun ve bezmiş şekilde.
“Anlamadın” der, “Sen de bittin, beni de bitirdin...”
“Neyi anlamadım?” der kaptan.
“Seni yemeyecektim... Denizler Kralı’ndan bir emanetin vardı bende, bir hediye, onu vermeye çalışıyordum sana” diye cevap verir Colombre ve ağzından dev bir inci tanesi, fosforlu bir küre çıkarır.
O inci, sahip olana şans, güç, aşk ve ruh dinginliği bahşeden meşhur Denizler İncisi’dir ama artık kaçan için de kovalayan için de kıymeti kalmamıştır.
*
Ortasından ikiye ayrılmış gibi duran şu haldeyken kim kendisini denizci, kim aslında kötü niyeti olmayan canavar olarak görecek bilemem.
Fakat ahir ömrümüzde bu ülkeyi Denizler İncisi olarak görmek istiyorsak, Türkiye’nin dev sorunlarıyla yüzleşmeyi geciktirmeden ortak aklımızı devreye sokmamız gerekiyor.
Kaçmaktan, kovalamaktan, düşmanlıktan herkes iyice yorulmadan, tükenmeden, Denizler İncisi bütünüyle kararmadan...
Paylaş