Paylaş
İnsanlığa büyük besteler, kitaplar, resimler, heykeller vb bırakmış onlarca dâhinin mental problemlerle uğraşmış olması aradaki bağı kuvvetlendiriyor.
Tolstoy’dan Michalengelo’ya, Balzac’tan Jackson Pollock’a, Van Gogh’tan Victor Hugo’ya, Charles Dickens’tan Ernest Hemingway’e kadar uzanıyor listeler...
Marcel Proust “Dünyada harika olan her şey nevrotiklerin eseridir” dedikten sonra bu başyapıtları insanlığa armağan edenlerin üretirken yaşadıkları korkulara, baskılara, fiziksel ve ruhsal zorluklara dikkat çeker...
Geçtiğimiz günlerde kendisinden bir canavar yontmuş büyük bir dehayı kaybettik...
Popüler müzik tarihinin en önemli, en yaratıcı, en orijinal, etki alanı en geniş isimlerinden biri olan Phil Spector bu diyardan göç etti.
Spector, bir cezaevi hastanesinde, 81 yaşında, COVID-19 nedeniyle hayatını kaybetti.
Neden cezaevinde?
Cinayetten...
2003’te oyuncu Lana Clarkson’u öldürmek suçlamasıyla yargılanmaya başlayan Spector, 2009’da hüküm giydikten sonra cezaevi hastanesinden pek çıkamamıştı.
Yıllardır konuşma yetisini kaybetmiş vaziyette yaşayan Spector’un savunması da zihinsel hastalıkları üzerine kurulmuştu ki; müzik dünyasında herkes Spector’un delinin teki olduğunu bilirdi.
Cinayeti aklamaz elbette “Delinin tekidir” demek fakat popüler müzik dünyasında devrim niteliğinde işler yapmış olan, meşhur “ses duvarı”nı (Wall of Sound) yükseltmiş bir dehaydı.
1960’larda icat etmişti “ses duvarı” hadisesini. Stüdyoda, kayıt endüstrisinde ve elbette hit şarkı kavramında, seste devrim niteliğindeki bu duvar basit bir tarifle sesleri üst üste bindirerek, güçlendirerek, büyüterek, dönüştürerek yükseltmekti.
Kuşaklar boyu pek çok müzisyen, Beach Boys’dan Rolling Stones’a pek çok efsane Phil Spector’u ana ilham kaynakları arasında gösterdi.
Popüler müzik tarihinin klasik pek çok hit parçasında bir şekilde imzası vardı...
The Beatles da Leonard Cohen de onunla çalıştı. Punk efsanesi The Ramones da Tina Turner da şarkıları veya yapımcı kimliğiyle yıldızını parlattığı isimler oldu.
Yaygın kanıya göre 20’nci yüzyılda radyolarda en çok çalan şarkı The Righteous Brothers’ın “You’ve Lost That Loving Feeling”idir ve mesela o şarkı da Phil Spector tarafından yazılmıştır...
Beatles “Let It Be”yi onunla yaptı, John Lennon’un “Imagine”i veya George Harrison’ın “My Sweet Lord”unda prodüktör koltuğunda o oturmaktadır.
1960’lar ve kısmen 1970’lerde arızalar çıkararak, türlü delilikler yaşayarak da olsa üreterek geldikten sonra öfke ve şiddet eğilimleri şeklinde tezahür eden deliliklerle dolu kabuğuna çekildi...
Az da olsa müzikle ilgili işlerle ilgilendi ama skandallarla, zorbalık hikâyeleriyle dolu heybesi onu nihayetinde “tuhaf, manyak bir adama” dönüştürdü.
Al Pacino’nun Spector’u canlandırdığı 2013 yapımı “Phil Spector” adlı filmi seyredebilirseniz hayatının nasıl bir cehenneme dönüştüğünü anlayabilirsiniz...
2003’te sahnedeki silah nihayet patladı ve Lara Clarkson hayatını kaybetti...
70 yaşında cinayet suçuyla girdiği cezaevinde, son 7 yılı konuşamadan geçirerek, muhtemelen korkunç bir sessizlik duvarına yenik düştü.
Adı bir dâhi ve bir katil olarak anılacak Spector’un şarkıları ise sanırım insanlık var oldukça dinlenecek.
“Imagine”in dinlenmediği söylenmediği bir dünya olabilir mi mesela?..
ZENGİNİN MALI ZÜĞÜRDÜN TESELLİSİ
“ZENGİNİN malı, züğürdün reytingi” denklemine uygun şekilde üretilen “reality show”larda çeşitli milletlere ait zengin çocuklarının hayatlarına odaklananları bilirsiniz veya duymuş olabilirsiniz...
Har vurup harman savuran zengin çocuklarının görgüsüzlüğün hâkim olduğu hayatlarını gösteren programlar beğenilince devamları/türevleri de çekildi haliyle...
Son olarak bu yılın ilk günlerinde Netflix’in yayınadığı “Bling Empire”ı seyretmeye başladım.
“Bling Empire”, Los Angeles’ta müthiş bir servete sahip vaziyette yaşayan bir grup Uzakdoğu kökenli karakterin hayatlarını yansıtıyor.
Evlere, harcanan paraya, paranın harcanma şekline ve karakterler arasındaki rekabete, güç savaşına şahitlik ediyoruz hayret, şok, ayıplama, kıskanma, yuhalama arasında gidip gelirken...
Karakterlerden biri ve en zengin olanı Anna Shay. Paris’te dünyanın en meşhur mücevhercilerinden birini kapatarak alışveriş yapan, eve gelen butiklerden hiç giymeyeceği yüz binlerce dolarlık alışveriş yapan, doğum gününe gelenlere Rolex saat dağıtan 60 yaşındaki Anna Shay çok çok çok zengin bir ailenin vârisi.
Babasının kurduğu şirket 1950’lerden beri savunma sanayiinde devler arasına girmiş; müşteri portföyünde CIA’den Birleşmiş Milletler’e, ABD ordusundan İngiltere Savunma Bakanlığı’na pek çok “önemli isim” var.
Müteahhitlik veya lojistik alanlarında uzmanlaşmışlar fakat savunma sanayiinde her işte varlar neredeyse; yabancı memleketler için polis eğitimi bile yapıyorlar...
Dünyanın en büyük sektörlerinden birine ölmek veya öldürmek veya ölmemek için harcanan onca para, trilyonlarca dolar bir gün karşınıza görgüsüzce savrulan servetler olarak çıkıyor işte.
En azından seyredip eğleniyoruz diye teselli edeyim kendimi...
Paylaş