DÜN sabah Kanal 24’teki “Günün Manşeti” adlı programın konuk yorumcusu Star Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Mustafa Karaalioğlu idi.
Moderatör Seda Selek, Radikal ve Star dışındaki gazetelerde yer almadığı öne sürülen bir haberi (Barış isteyen başkanlara 10’ar ay hapis) hatırlattığında, Karaalioğlu gülerek “Biz dikkatli bir gazetecilik yapıyoruz” dedi. Sabahtan beri önümde katlanmış duran makaleye baktıktan sonra “Köşe yazılarına da biraz dikkat o zaman” dedim. Niye mi? ¡ ¡ ¡ Ahmet Kekeç geçenlere Hürriyet’te hangi köşe yazarlarını takip ettiğini yazmıştı. Ertuğrul Özkök’ü, Doğan Hızlan’ı, Nuray Mert’i ve -sağ olsun- beni takip ediyormuş. Ben de iyi bir gazete okuruyum ve Star’da Ahmet Kekeç’i, Mehmet Altan’ı, Ergun Babahan’ı ve Aziz Üstel’i mutlaka, diğer yazarları da ara sıra okuyorum. Bir yazarı okumak için illa görüşlerini desteklemek gerekmiyor nasıl olsa... Ancak Star’da köşe yazılarının biraz dikkatli okunmasına ihtiyaç var; çünkü ciddi maddi hatalar çarpabiliyor göze. Özüyle veya temsil ettiği görüşle ilgili hatalardan söz etmiyorum, hem haddim değil, hem işim değil, hem de bana ne?! Ama mesela Sayın Kekeç’in salı günkü yazısı “Rahmetli Kurthan Fişek...” diye başlıyordu. “Sıfırcı Hoca”ya uzun ömürler dilerim, şükür ki aramızda halen. Kekeç de üzülmüştür bu hataya, uzatmak gereksiz. Dün de Aziz Üstel’in köşesinde Bülent Arınç’la gerçekleştirdiği ve yer yer “Yaz çocuk” havası sezilen görüşmenin ikinci bölümü vardı. İlk bölüm “İki artı bir dil, Kürtçe, Lazca ve Galce” temalıydı, dünkü bölüm ise ikilinin “II. Abdülhamid” üzerine görüşlerini vb. içeriyordu. II. Meşrutiyet dönemiyle ilgili kitaplara, hatırata meraklı bir “amatör okur” olarak dikkatimi çekti. Yazıda ciddi iki hata var, ikisi de -anladığım kadarıyla- Bülent Arınç’a ait. Şöyle aktarıyor yazar Bülent Arınç’ın sözlerini: “Utanmadan Kızıl Sultan diyorlar bir de... Tahttan indirilişi 1905. Sonra ne oluyor düşünsene. Aradan on üç yıl geçiyor geçmiyor Osmanlı İmparatorluğu yok oluyor! Tam otuz dört yıl, olağanüstü bir dış politika becerisi sergiliyor Abdülhamid Han...” Kısacık muhabbette iki vahim hata. Birincisi, Albülhamid 1905’te Yıldız’da hafiyelerden gelen jurnalleri okuyup, polisiye roman okutup, güzel ahşap işleri yapmaktaydı. Tahttan indirilmesi 31 Mart şeriatçı ayaklanmasını takiben 27 Nisan 1909’da olmuştur. Hatta saat de verebiliyoruz: 21.00 sularında. İkinci hata da saltanat süresiyle ilgili. 32.5’tan 33 yıldır devr-i iktidarı (Ağustos 1876-Nisan 1909), 34 yılı bulmamıştır. ¡ ¡ ¡ “Ulu Hakan/Kızıl Sultan” muhabbetine girmeyeceğim ama “gazeteci/yazar” Aziz Üstel’e bir kitap da ben tavsiye edeceğim. Cevdet Kudret’in “Abdülhamit Devrinde Sansür” adlı kitabını okumadıysa mutlaka okusun, eğlencelidir. O dönemin “dikkati” de başkaymış canım. Mesela Hüseyin Cahit Yalçın, padişahın burnu iri olduğu için, alay kabul edildiğinden yazılarda “burun” lafını kullanamadıklarını anlatıyor. Hatta İzlanda Balıkçısı’nı çevirirken sıkça coğrafi manadaki “burun”a rastladığını ve sansür korkusundan “burun” yerine “karaların denize doğru ilerlemiş bölümleri” yazdığını anlatıyor. “Olağanüstü dış politika”nın neticesi midir bilinmez ama II. Abdülhamid döneminde yasaklı kelimeler arasında “Girit, Makedonya, ıslahat, hürriyet, müsavat (eşitlik), vatan, cumhuriyet, bomba, dinamit” de var! En büyük korkusu tahttan indirilmek ve bir suikasta gitmekti Sultan Hamid’in. Bu korkudan kaynaklanan sansür nedeniyle gazeteler birer anarşist tarafından öldürülen ünlü yabancı devlet adamlarının/kadınlarının “hayata veda sebeplerini” şöyle aktarıyordu: “Fransa Cumhurbaşkanı Carnot kalp durmasından (1894), ABD Başkanı McKinley şîrpençeden (kan çıbanı, 1901), hem Avusturya imparatoriçesi hem Macaristan Kraliçesi (Bohemya ve Hırvatistan’a girmeyelim) Elisabeth göğüs darlığından (1898)...” Yaa, böyle işte.