MAÇ seyretmekten serseme dönmüş vaziyetteyim ama bundan şikáyetçi olduğumu söyleyemeyeceğim.
31 Mayıs'ta Fitaş'ın üstündeki North Shield'da başladığım Dünya Kupası macerası tüm hızıyla devam ediyor. Kısacası, mutluyum...
Haaaa, mutluyum diyorum ama sinir olmadığım şeyler de yok değil elbet.
Mesela, İngiltere-İsveç maçı oynanıyor. İngiltere golü erkenden buldu. Güzel de bir goldü. Her maçta muhakkak bir takım tutuyorum. Bu maçta da favorim İngiltere'ydi.
Fakat maç ilerledikçe İsveç'e sempati duymaya başladım. Eğer Arjantin veya İspanya gibi yüzde yüz desteklediğim bir takımın maçı değilse, bu çok sık başıma geliyor.
Mesela maçın başında Belçika'yı destekliyorum, ama dakikalar ilerledikçe canım Japonya'nın kazanmasını istiyor. Garip ama gerçek işte...
Her neyse, nerede kalmıştık?
Hah, İngiltere-İsveç maçı. Benim artık İsveç'i tutmaya başladığım dakikalar. Hoooop, İsveç golü atıyor.
Golü atan vatandaş, haliyle tribünlere doğru koşuyor.
Normalde bir futbol maçında ne beklersiniz? Golü atan futbolcu tribüne koşunca, tribündekilerin de çıldırmasını değil mi?
Hayır efendim! İsveçli futbolcu tribününün önüne geldiğinde manzara şöyle oluyor. İsveç taraftarı efekti verilmiş binlerce Koreli, patır patır fotoğraf çekiyor.
Yahu kardeşim, hiç mi futbol maçı seyretmediniz.
Adam golü çakmış, önünüze kadar gelmiş, siz fotoğraf çekiyorsunuz. Kaldır makineni iki dakika, adama biraz gaz ver... Yok, illa çekecek o fotoğrafı. Ayrıca ne yapacaksın o fotoğrafı, aile albümüne mi koyacaksın.
Saçmalık işte... Futbolun ruhunu böyle böyle öldürecekler, ondan korkuyorum.
* * *
Brezilya-Türkiye maçını, kalabalık bir ekip olarak gazetenin spor servisinde seyrettik.
Ben zaten maçların büyük bölümünü spor servisinde seyrediyorum.
Spor servisinde maç seyretmenin en büyük avantajı, rahat rahat yorum yapabilmen. Yorumdan kastımın, okkalı küfür savurabilmek olduğunu herhalde anlamışsınızdır.
Fakat, Türkiye'nin maçı diye, yazı işleri tayfası da geldi.
Buyursunlar gelsinler. Spor servisi, gönlü geniş bir servis, herkese kapısı açık.
Fakat yazı işleri gelince hem rahat küfür edilemiyor, hem de sigara içilemiyor.
Daha doğrusu ben öyle olacak sanıyordum.
Maçın beşinci dakikasından itibaren, hadise koptu...
En son 12 Dev Adam'ın maçlarında böyle bir heyecan görmüştüm. Millet nasıl havaya girdi anlatamam.
Aslında anlatırım. Çünkü o esnada bütün Türkiye, bizim gibi davranıyordu.
Top ortalandığında kafaya çıkanlar, Ronaldo ceza sahasına girerken havaya girip çift dalanlar filan.
Hakikaten görülmeye değer bir manzaraydı.
Hasan Şaş golü çaktığında, aklımda sağlam kalmış nadir tellerin önemli bir bölümünü daha kaybettim.
Cimbombom sayesinde zaten yıllardır tel kaybedip duruyoruz. Yakında lobotomi geçirmiş insanlar gibi gezeceğiz ortalıkta.
Gol sonrasında, timsah yürüyüşü de dahil olmak üzere bütün sevinç gösterilerini sırayla tamamladık.
Bu arada ‘‘Çak!’’ deyip ellerini birbirine vurmak isteyen bir iki arkadaş, heyecandan kaynaklanan zamanlama hataları yüzünden ciddi şekilde tokatlandı ama olsun...
* * *
İkinci yarı Brezilya, yanına hakemi de alıp sahaya çıkınca, sinirlerimiz tel tel dökülmeye başladı tabii ki.
Dayısı, amcası, hatta dedesi Kore Gazisi olmuş bir iki arkadaş, hakeme tepkilerini, ‘‘Türkiye aslında Kore'ye asla asker göndermemeliydi’’ noktasına kadar getirdi bu arada.
Neticede, hakkımız olan 1 puan göz göre göre gitti.
Ben yorumlarımı burada yazmasam daha iyi olur. Gazeteyi çoluk çocuk da okuyor, yanlış yapmış oluruz.
* * *
Şimdi aklımız fikrimiz pazar günü oynayacağımız Kosta Rika maçında.
Ben, eskilerden seçtiğim bir tezahürat eşliğinde bekliyorum maçı: