BERLİN’de yaşayan bir arkadaşın "Şehrin göbeğinde kiralık ev ve charter bilet ayarladım, evde oturmandan daha ucuza gelir" çağrısına uyup, ufak tefek işleri de bahane ederek dört günlüğüne bu güzel şehre kaçtım.
Son olarak Dünya Kupası Finali’nde Ertuğrul Özkök’le beraber yüzerken müşahede ettiğimiz kutup ayısı çiftin bebeleri olan Knut’u (Kûnut gibi okunuyor) ziyaret ettim.
Kendisine ayrılmış alanda kütük yuvarlamaca oynayan Knut’a yaklaşmak için İtalyan turist grubunu aralamam gerekti.
Bence göz göze geldiğimiz anda seyahatin başından beri planladığım espriyi bebe kutup ayısına sundum: "Merhaba Kûnut, ben Kanat!"
* * *
Knut 1 yılda bildiğiniz ayı olmuş ama yine de sevimli. Bi çeyrek altın takmayı düşündüm ama zaten engellenirim diye vazgeçtim.
Bir yılda Berlin’in kahramanı olmuş, milyarlarca Euro’luk bir pazar oluşturmuş, Leonardo DiCaprio tarafından özel olarak ziyaret edilmiş, Anne Leibovitz tarafından fotoğraflanmış ama ayı işte!
Canım benim, bir süre onunla oyalandıktan sonra her zamanki sırayla aslan, kurt, orangutan arkadaşlarıma uğradım.
Orangutanların bebeği biraz büyümüş, yine babasıyla battaniye parçalıyor filan falan...
* * *
Hayvanat Bahçesi’nden çıkıp Kurfürstendamm tarafına, Yıkık Kilise’nin yanında Noel Panayırı’na dönüştürülen meydana yürüyorum.
’Paşa Grog’u denecek derecede seyreltimiş grog’umla kalabalığı seyrediyorum.
Üstüne "Ich Liebe Dich, Seni Seviyorum, Habibi, I Love You..." yazılmış renkli Noel şekerlemeleri birbirine sarılmış satılıyor.
Ticari ruh, iki kitlesel dinin beraber yaklaşan bayramları öncesinde, bombalarla yıkılmış bir kilisenin önünde kendi galibiyetini ilan ediyor; içimdeki gözlemci tembel tembel etrafa bakmaya başlıyor...
"Helal et" satan dönerci, yarım metrelik domuz sosislerini 2 Euro’ya satan kadın, dev bir wok’ta börek kızartan Çinli, İslami motifli hediyelik eşyalar ve Aziz Nikola’nın neonlarla aydınlatılmış sakalı birbirine karışıyor.
* * *
Az ötede Berlin’in çeşitli yerlerinde görüp durduğum ve olmayan Almancamla bile "Kadınlar İçin Spor Salonu" olduğunu çıkardığım turuncu tabelanın sırrını sordum arkadaşıma.
"Kadınlar için, sadece kadınların girebildiği spor salonu. Erkeklere özel de yapıldı ama onlar pek tutmadı. Kadınlar daha rahat ediyorlar diye denendi, tuttu!" dedi.
Ticari zekası ve yeteneği olmayan fakat parlak fikirden anlama şansı bulunan biriyim.
"Tam konjonktürel yatırım!" dedim.
"Hı?" dedi arkadaşım.
Anlatmaya başladım:
* * *
"Şişen ve akacak yer, konacak zevk, makul gusto, estetik olgunluk aşamasına henüz ulaşmamakla eleştirilen yeni İslami sermaye için ideal mecra.
Türbanla girilebilen, hatta belki de sadece türbanla girilecek, mutena bir adreste açılmış modern efektli bir spor salonu çok iş yapabilir.
Türbanlı ve cip kullanan birini gördüm şokunu (!) atlatan memlekette konjonktür gayet uygundur bu hareket için.
Açılınca oraya gitmek için türban takan çıkar mı?.. Ona da hep beraber bakarız.
Yatırım arayışındaki bakan, bürokrat, teknokrat, müsteşar, vekil yeğeni, hısımı akrabası vardır; konjonktürel yatırım arayışında insanlar vardır, faydalanırlar bu fikirden belki..."
* * *
Arkadaşım eski bir Almancı fıkrası anlatıp konuyu değiştirdi: "Bizimki kendi yerleştiği Alman şehrinden başka bir Alman şehrine ziyarete gidip dönmüş. Arkadaşları ’Nasıldı oralar?’ diye sormuş tabii. Bizimki yüzünü ekşiterek ’Eyi ama çok Alman vaa!’ demiş.
Kısa Berlin kaçamağından deftere düşen notlar bunlar...