Axess reklamlarındaki Özgü Namal’ı herkes çok sevdi. Sakar, sempatik, çizgi film kahramanı gibi bir tip olarak çıktı Axess Kızı.
Özgü Namal güzel bir genç kadın. Güzel kadınlardan bahsedilirken "bızdık" filan denmiyor, acayip duruyor.
Ama reklam filmlerinde -tabiri sevmesem de- "bızdık" bir tipti.
Kızımız pizzayı düşürüp şöhreti yakalayınca "Aslında sarı beyaz enine çizgili tişört giymesini de ben söylemiştim; çok yakışır haspaya" diyecek kadar olmasa da kendimize de küçük bir sevinme payı çıkarmıştık hatta.
*
Axess reklamı tabii ki kızımızın şöhreti bulmasıyla sona ermedi.
Bir ürünü tanıtmak ve kullanımını yaygınlaştırmak amacıyla hazırlanmış reklam filminin, canımızın içi Arzu Film yapımı gibi bitmesini tabii beklemiyordum.
Axess kızı, yakalanan şöhretten bunalıp, çiçek yaptırarak filan eski çalışma arkadaşlarının yanına giderken "Yanılacak mıyım?" diye baktım; maalesef yanılmamışım.
Çiçek dediğimiz şey, tekno puan ve artı puan meyveleri veren ışıltılı bir ağaç çıktı.
Tabii bu puanları elde etmek için önce harcama yapmanız, sonra o harcamaları bankaya ödemeniz gerekiyor.
Ayrıca borçlar ödenmediğinde kapıya gelenler de Özgü Namal kadar sempatik olmayabiliyor, bunu da biliyorsunuz.
Neticede reklam bir bankanın, bir kartın reklamı. Tutup da adliyede duruşma sırasını bekleyen "plastik mağdurları"nı konu alan sosyal içerikli reklam çekecek halleri yok. Bunları ben de biliyorum...
*
Ama Axess kızının parayı ve şöhreti bulup; sonra koşa koşa tonton ustayı, belli ki buna yanık çalışma arkadaşı delikanlıyı ve son olarak da içinde "Ben de bir Axess kızı olabilirim belki" hayalini yaşatan arkadaşını dolaba bindirmesini biraz üzülerek seyrediyor insan.
Lafım sana Axess kızı!
Reklam kampanyasından parayı bulmuşsun, eski arkadaşlarının laptop, plazma televizyon gibi "acil ve hayati" ihtiyaçlarını da sen karşılarsın gibi gelmişti bize...
Hele o laptop alan kıza "Seni akıllı göstermiş..." demiyor mu?
Münir Özkul’un doğum günü haberini az önce okuduğum ve ziyadesiyle duygulandığım için hırsımı Axess kızından alıyor olabilirim ama biz insan olanını sevmiştik, değişenini o kadar sevmedik demezsem de içim şişer!
Yanlış yoldasın Axess kızı; git bence arkadaşlarına affettir kendini önce!
Merak etme yüzüne vurmazlar ayıbını, hemen affederler. İyi insanlar onlar...
’Elvis’i gördüm!’
Elvis Presley’le ilgi film çekmeye hazırlanan yönetmen Adam Muskiewicz’in "Bana Elvis’in yaşadığına dair kanıt getirene üç milyon dolar vereceğim" demesi gazetelere yansıdı.
Elvis Presley’in hálá yaşadığına inananların ne kadar çok olduğunu bildiğimden bana tuhaf gelmedi. Fakat durumdan haberdar olmayanlar büyük ihtimal "Akıllı da bir adama benziyor, niye delirmiş ki" diye okumuşlardır haberi.
Elvis’in aslında ölmediğine, "Yeter be!" diyerek izini kaybettirdiğine inananlar, www.elvissightingbulletinboard.com gibi adreslerde buluşuyorlar.
Az önce bahsi geçen web sayfasına, dünyanın dört bir yanından kimi şaka, kimi ciddi "Elvis’i gördüm" mesajları yağıp duruyor.
Biri Elvis’i İskoçya’da, Edinburgh’da gördüğünü, babanın dev gibi bir dondurmaya giriştiğini söylüyor; biri az önce yanından geçip gittiğini.
İşi detaylandıranlar da var. Mesela bir eleman ciddi ciddi "Önceleri Clleethorpes’ta, Pleasure Island diye bir oyun/eğlence parkında çalışırdı. Sonra güvenlik görevlisi olarak Grimsby’de çalıştı. Şimdi Paul adını kullanıyor..." diye rapor hazırlamış.
Daha önce DVD’de seyredip bahsettiğim, yakın zamanda sinemalarda da gösterilen bir film vardı "Bubba Ho-Tep" diye.
Kennedy (J.F.K.) öldürülmemiş ama devlet tarafından siyah bir adama dönüştürülmüş; Elvis de yaşıyor. Bu iki ihtiyar Texas’ta bir bakımevindeler.
Ortaya Mısır’dan gelme kötü bir ruh çıkıyor ve bakımevindeki ihtiyarların ruhlarını -çok afedersiniz- popolarından çekmek suretiyle güç kazanıyor.
İhtiyar Elvis ve Siyah JFK de güçlerini birleştirerek kötü ruha savaş açıyorlar.
Elvis’in yaşadığına inananları seviyorum. Ama yerini bilsem de söylemezdim herhalde...
Selamlaşma İngilizce
kavga ve barış Türkçe
Geçen haftasonu, www.batug.com’un basketbol turnuvası İstanbul’daydı. Bilmeyenler için söyleyeyim, www.batug.com NBA üzerine bir site.
Batuğ benim arkadaşım, sitenin yazarları da sevdiğim kardeşlerim ve arkadaşlarımdan oluşuyor.
Gündüz elemanlar basketbol oynarken ben evde yatay dinlenme sürecimi tamamlıyordum.
Sportif olarak programın "bira bardağı marifetiyle kol çalışma" kısmına katılacağımı daha önce söylediğimden vicdanen de rahatım.
Buluşup yemek yedikten sonra, Bekar Sokak’taki Punto’ya gidildi.
Ben gitmeyeli, Punto’nun karşısındaki dükkan da değişmiş.
Eskiden kahve/bar vardı, yine aynı tarzda bir yer açılmış. Adı "Esmer Cafe Bar."
Esmer Cafe Bar’ın adı, müşteri kitlesiyle manasını güçlendiriyor. Çünkü "Esmer"in müşterileri, Türkiye’ye gelmiş Afrikalı arkadaşlarımız.
Rıddım gibi bar ve kulüpleri gitmesem de biliyordum ama Esmer’i duymamıştım.
Esmer’in karşısında oturduğumuz süre içinde, takılanların ABD’deki siyahlar gibi giyinmeye ve onlar gibi konuşmaya çalıştıkları dikkatimi çekti.
"Bu akşam oturup sosyal tespitin belini kıracağım burada, bana bira getirin!" diyerek bütün geceyi bu işe ayırmadık tabii.
Ama dükkanın Türk sahibi, personeli ve müşterileriyle nasıl anlaştıklarına kulak kabartmadan edemedim.
Bol pantolon, NBA takımı forması, kasket ve spor ayakkabı giyen müşteriler "Wassup bro!/ N’aber birader?" gibi İngilizce selamlama cümleleri kullanıyor.
Masada muhabbet sırasında nece konuştuklarını pek duymadık. Duysak da Kongo’daki dille Kamerun’daki dili ayırt edemeyeceğimizden bir şey anlamayacağız zaten.
Bir ara niye çıktığını çözemediğimiz bir arıza çıktı Esmer’de. Kimse kimseye girişmedi, hemen halledildi.
Ama bu arada tartışma sırasında ve barışma aşamasında Türkçe kullanmaları dikkatimizi çekti. Örnek cümle: Bana mı vuracaksın, bana mı vuracaksın yani sen şimdi?..
Gecenin sonunda Riko da geldi. "Bir akşam gelip şu Esmer’de takılsak mı? Ortam şenlikli galiba" dedim, "Olur" dedi ve devam etti "Dükkanın adında bir ırkçı çağrışım yok mu sence?"
"Bence gayet damardan, muhalif bir isim olmuş, adına bayıldım zaten" dedim.