Türkiye’de bir ara ‘Zayıf Halka’ olarak denenen fakat tutmayan yarışma programının orijinalini yıllardır BBC Prime aracılığıyla takip ediyorum.
Boş günümse, öğlen bire çeyrek kalayla birbuçuk arasında çalan telefona bile bakmayabilirim, öyle söyleyeyim.
Bir de akşam beşbuçukta yayınlanıyor. Ama onu ertesi gün öğlen seyredebiliyorsunuz. İyi bir program oluşturarak, hafta boyunca yayınlanan bölümleri hiç kaçırmadan seyredebiliyorum.
Yarışmayı sunan, dominatrix tadındaki Anne Robinson tabii ki önemli. Fakat sorular da güzel, cevaplar da, yarışmacılar da.
Hatta bir keresinde özel bir programda çok çok meşhur tarihi kişiliklerin torunları yarışmıştı. Einstein’ın torunu, Mark Twain’in torunu, Napolyon’un torunu filan. Yanlış hatırlamıyorsam, Mark Twain’in torunu kazanmıştı.
Einstein’ın torunu Londra’da pub işletiyormuş filan, böyle şeyler de öğreniyorsun.
Her neyse, asıl geleceğim konu başka.
*
Weakest Link’i seyretmek için BBC Prime’ı erken açtığım günlerde hiç alakam olmamasına rağmen antika programlarını da seyretmeye başladım.
Mesela Flog It! diye bir program var. İnsanlar evlerinde duran ve değerli olduğunu düşündükleri eşyaları BBC eksperlerine götürüyorlar. Onlar bir fiyat tahmini yapıyorlar. Sonra o eşya (tablo, takı, tabak aklınıza ne gelirse...) müzayede salonunda açık artırmaya sunuluyor. Gayet eğlenceli. Gülmeyin, bence eğlenceli işte, hepinize tek tek laf anlatmayayım şimdi...
Bir de Bargain Hunters var. İki kişilik iki ekip yapılıyor normal Britanya vatandaşlarından. Ellerine BBC tarafından 200’er pound (yaklaşık 500 milyon TL) ve birer danışman/uzman veriliyor, sonra da bit pazarı gibi bir ortama salınıyor. Amaç o 200 pound’la üç obje almak. Sonra o üç obje müzayedede satılıyor, eğer kára geçebilirlerse, para onlarda kalıyor.
Bir de Cash In The Attic vardı ama artık onu da anlatmayayım, sünecek mevzu!
*
Böyle böyle, ruh hastası gibi televizyon programlarını takip ede ede, mecmua alimi derecesinde antika bilgisi edindim. Britanya vatandaşlarının porselen hayvan heykelciklerine verdiği değer, insanı bir ömür hatır hutur kaşındıracak derecede uyuz edebiliyor filan. Fakat nedir, eğleniyorum işte kardeşim.
Son iki yıldır filan öğlen onbirbuçuktan birbuçuğa kadar ‘Ben odama çekiliyorum, telefon bile bağlama’ repliği kadar gıcık bir vaziyette yaşıyorum yani.
Riko ve Topesto da bu durumu bildiklerinden, ‘Dokunmayalım abi, bu tamamen çatlattı kafatasını. Takılsın öyle Britanya’nın antika piyasasına’ diyorlar.
Benim bu manasızca bilgilenme sürecimin faydasını nihayet gördük.
Topesto’da halasından gelen ve üçümüzce de feci çirkin bir vazo vardır. Sanırsın sergilensin diye değil de, saklansın, kimseler görmesin diye üretilmiş.
İçine koyduğun çiçek bile bunalıma girip, iki günde gidiyor. Bu arada ‘çiçek bitkisel hayata giriyor’ gibi kötü bir espri yapacaktım ama vazgeçtim. Aha! Yapmış oldum. Kötü bir insanım ben di mi?
Neyse bir gün geyikler geçidi şeklinde konuşulurken, konu benden başka kimsenin seyretmediği programlar noktasına, oradan da antika programlarına geldi, Topesto da ‘Toraman eksper! Bir değer biç bakalım buna’ dedi.
Riko ‘Ben her ay 20 milyon veririm, sadece ortadan kaldırman için’ dedi.
Ben vazoyu aldım, programda seyrettiğim gibi evirdim çevirdim. Kırık, çatlak var mı diye baktım. Sonra üretim yeri, tarihi gibi bir ibare var mı diye baktım ve ‘Her ay 20 milyona gerek yok. 10 milyon atana ver gitsin’ dedim.
‘Antika oğlum bu!’ dedi Topesto hafif alınmış bir şekilde.
‘Değil. Sadece eski ve çirkin bir vazo abi kusura bakma’ dedim.
Bu böyle alıngan insan olarak ‘Görürsün sen’ gibilerden baktı ve konu kapandı.
Bayramda muhabbet ederken laf yine vazoya gelince döküldü bizimki. Alıp Çukurcuma’ya götürüp oradaki antikacılardan birine göstermiş vazoyu. Adam ‘Ben böyle çirkin bir obje görmedim. Çirkin obje meraklısı birileri varsa, servet ödeyebilirler çünkü hakikaten eşsiz. Ama bence satılmaz bu’ demiş.