Galatasaray’da, Yapı Kredi’nin hemen karşısında, girişinde Milli Piyango’nun bulunduğu bir han var.
Bu hana girip sağ koldan ilerlerseniz vitrininde kitaplar, eski fim afişleri, çizgi romanların sergilendiği küçük bir dükkana ulaşırsınız: Mustafa Bey’in dükkanı.
Birkaç yıl önce o dükkandan ayrılmak ve Balıkpazarı’ndaki Aslı Han’a taşınmak durumunda kalmıştı. Neyse, problemler halloldu ve Mustafa Bey alıştığımız yerine döndü.
*
Geçen hafta İstiklal Caddesi’nde bir iki ufak işimi hallettikten sonra yanına uğradım. Çay/kahve derken dükkan kalabalıklaştı. Birkaç kişi, başkalarına çocukça gelebilecek fakat bizce dünyanın en mühim konuları üzerine lafladık.
"Kapıdan uğrama ve bana uyacak enteresan bir şey var mı acaba, bir bakayım" şeklindeki ziyaret planımı birkaç saate yaydıktan sonra ufaktan kalkma hareketlerine başladım.
Önce bütünleşmeye başladığım sandalyeden kopmayı başardım. Ayağa kalkınca da dergilerin yığıldığı masaya yürüdüm.
Evde dergi biriktirmenin "çöp ev"e giden ilk adım olduğunu düşündüğüm için sahaflardan pek dergi almam. 1960’ların siyasi dergileri zaten özel ilgi alanıma girmiyor. Fakat 1966-1967 yıllarına ait Akis dergilerini görünce durum değişmeye başladı.
*
Metin Toker’in Akis’i bir dönemin en önemli dergisi, Türk Basını’nın pek çok usta ismi için bir okul...
Fakat benim için başka bir özelliği var bu eski dergilerin: Erkal Yavi imzalı kapakları.
Dergi kapağından çok "pop art" tablolar gibi duran, 40 yıl önce yapıldıkları düşünülürse son derece modern "kapak kompozisyonları..."
Dergileri elimde görenler arasında sulanan da çok oldu fakat oyuncağını paylaşmayan uyuz çocuklar gibi direndim...
Eve vardığım, Akis Operasyonu’nu mükemmel bir şekilde tamamladığımı düşünüp, sırtımı sıvazlamak için kolumu sırtıma eriştirmeye çalıştığım bir anda dergileri karıştırmaya başladım.
Eski sayfaları karıştırırken adını bilip yüzünü hiç görmediğim, adını ve tipini bilip artık eskisi kadar görmediğim ve haliyle 40 yıl önce çok mühim insanlar olsa da bugün az sayıda insanın hafızasında yaşayan, aramızdan çoktan ayrılmış kişilere rastladım.
*
Bir de bugünkü dedikodu köşelerine hem benzeyen hem de hiç benzemeyen bir köşe dikkatimi çekti: Tüli Yazıyor.
Derginin künyesinden çözdüğüm kadarıyla Tüli Sezgin hazırlıyormuş. Elimdeki 12 sayıda bugün de adları gayet iyi bilinen "gençlerle" ilgili pek çok haber ve bolca dedikodu var.
"Tüli Sezgin’i tanır mıydınız?" diye birkaç gazeteci ağabeyimi arayayım dedim, hepsi de "Ben 40 yıl önceyi bilecek kadar yaşlı mıyım! Pekos Bill yardımıyla okuma yazmayı söküyordum o yıllarda!" tavrı sergiledi.
40 yıl önceki Tüli Yazıyor köşelerinden bir seçme yapıyorum şimdi sizin için. "Smokin krizi" gibi bazı haberler başka sayfalardan fakat belirttiğim gibi, çoğu yine Tüli’nin kaleminden...
Ajda yüzünden göz hapsi
(25 Şubat 1967, Büyük Ankara Oteli’nde Basın Balosu haberinden)
Soprano Sevda Aydan basını çok destekleyen bir operacı. İçki ve piyango fişi satmakla yetinmedi, çiftetelli bile oynadı.
Zeki Müren’in bir tek şarkı söylemesi pek çok kişiyi hayal kırıklığına uğrattı.
Ajda Pekkan yüzünden bazı kadınlar kocalarını göz hapsine aldılar.
Zaliha da kocasıyla büyük bir tartışma yaptı ama bu sesine tesir etmedi.
Frak değil smokin krizi
(6 Ağustos 1966)
Romanya Başbakanı Ankara’ya geldi ya, Romanya Büyükelçisi bu münasebetle Ankara Palas’ın bahçesinde bir davet yaptı, bir resepsiyon.
Davetiyelerin altına özellikle yazılmıştı: ’Kıyafet: Smokin."
Davette smokinsiz sadece iki kişi vardı: Bizim TİP’in Gelen Başkanı Mehmet Ali Aybar ile onun yar-ı vefakarı Çetin Altan. Onlar bu burjuva adetine uymamışlar ve sokak kıyafetiyle gelmişlerdi.
Komünist Romanya’nın Başbakanı beyaz smokinli, bizimkiler smokini boykot ediyor.
Ama, ooo!.. Tabii canım. Bu Romanya deviasyonist...
Kulüp Alpay’da parti
(21 Ocak 1967)
Bayram gecelerinde Ankara’nın çok rağbet gören bir köşesi Kulüp Alpay’dı. Evliliklerinin dördüncü yıldönümünü kutlayan Mehmet Adanalı ile manken eşi Deniz Adanalı evlerindeki kokteyli Alpay’da devam ettirdiler.
İstanbul’dan tatile gelen Milliyet Gazetesi Genel Yayın Müdürü Abdi İpekçi ve eşi, Engin ve Sema Arman, arkadaşları Zeynep Birsel, Gaye Dicleli, Emine Uşaklıgil grubu bütün gecelerini Alpay’da geçirdiler.
İstanbullular Alpay’ın orkestrasını da, şarkılarını da çok sevdiler. Ankaralılar ise İstanbul’da böyle gece kulübü olmadığını söyleyerek övündüler.
Hafif Müzik modası ve Fecri Ebcioğlu
(26 Mart 1966)
Bugünlerde İstanbul ve Ankara’nın gece kulüplerinde, orkestralı yerlerde veya diskoteklerde, kulağa aşina gelen bir takım Batı şarkıları Türkçe sözlerle söyleniyor.
Ankara’nın Süreyya’sında yakışıklı Kanat Gür bunlarla alkışlanıyor. İstanbul’un As Kulübü’nde Gülsüm Kamu "Je t’attends"ı "Serseri" diye söylüyor. Tefo’da Dario Moreno’nun "Sarhoş"u çalıyor ve Adana’ya Ajda Pekkan bunları götürüyor.
Tutulan yeni tarzın mucidi genç bir disk-jokey, Fecri Ebcioğlu’dur. Fecri Ebcioğlu’nun kendisinin de tatlı bir sesi vardır ve Ebcioğlu şairdir.
Beatnik dekorlu çılgın bir parti
(30 Temmuz 1966)
İstanbul’un moda hayatına yeni karışan isimlerden Bergin Uzberk parti vermekten de çok hoşlanıyor. Şimdi de temmuzun en sıcak gecesinde başka bir parti verdi. Bu partinin manzarasına bakanlar biraz şaşırdılar.
Bergin Uzberk belki de reklam olur düşüncesiyle herkesi davet etmişti: Benli Belkıs, Aliye Berger, Şirin Devrim, Fikret Hakan, İlhan Sarvan, Ayşe Kulin, Eren Kemahlı, kimler yoktu ki...
Suna Aksu gibi garip çağrışımlar yapan isimler partiye ayrı bir özellik veriyordu.
Fakat partinin esaslı özelliği herkesin yerde oturması, bol bol içki içmesi ve çok áşıkane pozlarda dans etmesiydi.
Bir aralık partiye Beatnikler de geldiler. Bunlar salkım-saçak saçları, garip davranışlarıyla dekoru iyice tamamladılar.
Gerçi bu seks partisi filan değildi ama doğrusu ne partisi olduğu da pek anlaşılamadı.
Genco Erkal’ın gizemli Rita’sı
(28 Ocak 1967)
Son zamanlarda kulisten sahneye çıkan hikáyelerden biri de Genco Erkal’ın aşkı. "Pazar Gezintisi"nin başarılı rejisörü en güzel aşk sahnelerini gece kulüplerinde Rita Hayworth saçlı bir kumral güzeliyle yaratıyor.
Pembe tuvaletli Ayşe Kulin
(25 Haziran 1966)
Kalabalık arasında bazı Ankaralılar da göze çarpıyordu. Tabii başta Ayşe Kulin...
Pembe bir tuvalet giymiş olan Kulin, yanında Tevfik Kazım Kemahlı’nın oğlu Eren Kemahlı, kulübün alt terasında modern dansları romantize ediyordu.
Şerif Yüzbaşıoğlu’nun orkestrasıyla neşelenen gecede keyfi kaçanlar da az değildi. İstanbul’un meşhur terzileri bir azizlik yapmış, Nükhet Erenyol ile Hakko’nun (Vakko’nun) zarif sahibesi Madam Hakko’ya aynı biçim elbiseleri dikmişlerdi.