30 yıl sonrası için bayram diyalogları

Öncelikle hepinize mutlu bayramlar dilerim. Sonra da bugünkü manzaradan hareketle 30 yıl sonra torunlarla aramızda geçme ihtimali yüksek ‘eski bayram sohbetlerinden’ birkaç örnek sunarak, sessizce uzaklaşmak...

- Anaaaaaane?

- Efendim nartanem, kuşüzümüm, jelibonum?

- Siz bayramda naaaaapardınız (Jelibon ne be???

- Heh-heh! Bir keresinde hiç unutmam arkadaşlarla Güney’e tatile gitmiştik. Sene 2004. O zaman biz televizyon seyrediyoruz, daha televizyon bizi seyretmeye başlamamış. Petek Dinçöz’le Kuşum Aydın sahneye çıkıyordu gittiğimiz tatil köyünde. Oha filan olmuştuk yaaaaaneeee! Tatil köyünün adı da neydi biliyor musun?

- Neydi anaaaane?

- Silence Beach (Sessizlik Kumsalı) Heh heh he!

- Höh diyorum anaaane, başka da bişi demiyorum?..

- Hı?

- Yok bişi anaaane...

*

- Dedeeeee?

- Nı-ha!

- Ihhh; zıpladı be!

- Ne var, ne?

- Bayramlarda naapıyordunuz siz eskiden?

- 2002’den baban doğana kadar paso play-station oynuyorduk. Bir FIFA vardı ki... Böyle korner noktasından rövaşatayla filan. Hışşş!..

- Aha uyudu yine! De-deeeee!

- Figo-Zidane-Hagiiiii!

- Uyu dede, uyu!..

*

- Anaaaaane?

- Söyle güzelim?

- Bayramlarda siz de yeni uçarmobil mi alıyordunuz?

- Yok yavrum o yıllarda daha yerküreye bağımlı yaşıyorduk; en azından şehir içi ulaşım şeysinde... Yeni kıyafet alıyorduk ama.

- Yok muydu kıyafetiniz?

- Vardı da; yenisini, temizini alıyorduk bazen. Aslında onu da kesmiştik galiba 2000 civarlarında. Şeker tutulurdu çocuklara. Böyle mendile lokum, bahşiş konurdu... Sonracığıma atlı karıncaya binerdik lunaparka gidip... Memetali Bey yardım edin bi lütfeeeeeen! Favori kaynana adayım Semra diyosanız, zıfır-beşyüzkırkiki-zıofır-zıfır-zıfır’ı... Şakşukaaaaa, şakşukaaaa!

- Hoooop-paa! İniş takımlarını sıyırdı galiba. Annnieeee. Bişiler diyo anaaanem acayip acayip!

*

- Dede?

- Öksür.

- Topesto Amca’ya gitçez mi?

- O gelir.

- Dedeee? Riko da mı gelecek?

- Riko Amca de, bozuluyor eleman.

- Bu bayram bana kanepede nasıl stand-by’a geçileceğini öğretecekler biliyor musun?

- Güç seninle olsun.

- O ne demek dede?

- Kanepe felsefesini içinde hissetmen lazım. Biz ömür verdik o hadiseye. Yat bakim bi...

- Böyle mi?

- Hah! Nerede kumanda?

- El uzaklığında.

- Bardak, telefon, kitap, yemek siparişi verilecek yerlerin listesi...

- El uzaklığında.

- Heh-he! Oluyor, oluyor. Kaşı bakim göbeeeeeeni!

- Böyle mi?

- Kaptın sen işi yahu! O turşular gelince böyle karşıla. Heh-he!

Tepsi müdafaa ve hafifletici sepetler

Karikatür ve karikatürist konusunda şanslı milletlerdeniz. Kendimi, karikatürlerini yıllardır bayılmak, ayılmak ve tekrar bayılmak suretiyle takip ettiğim pek çok karikatüristle tanışmış, hatta dostluk kurduğum için ayrıca şanslı sayıyorum.

Çok klasiktir ama ‘İsim vererek, ismini anmadıklarıma haksızlık etmek istemem’ demek durumundayım. ‘Bu cümleyi ne zaman, hangi sebeple kurarım acaba?’ diye hep merak etmiştim, kısmet bugüneymiş, bu da ayrı mesele.

Çok mizah dergisi, çok karikatürist, çok karikatür dönemine geçilince, okurlara yani bizlere de bir ukalalık, bir zor beğenme hali geldi.

Eskiden -çok affedersiniz- anırarak güldüğümüz karikatürler artık yapılmıyormuş gibi bir his... Gıcık bir şey işte, anladınız siz.

Of aman, çok uzadı konu. Şuraya gelmek istiyorum: Uzun sayılabilecek bir aradan sonra, kendimi yere atarak gülmeme neden olan kişi, yani Yiğit Özgür, nihayet karikatürlerini bir albümde topladı.

Karikatür anlatılmaz, anlatana da gıcık olurum. Ama siz de bana gıcık olun çünkü bunu anlatmalıyım! Karikatürün orijinal metnine dokunmayacağım.

Bir mahkeme salonundayız...

Sanık: Köşede bekledim, çıkınca da tepsiyle kafasına vurdum...

Hakim: İyi de yanında silahın bıçağın varmış... Neden tepsi?

Sanık: Bi yerde okumuştum... Öyle yapınca tepsi müdafaadan az ceza alınıyomuş...

Hakim: Nefsi müdaafa olmasın o?..

Sanık: Hepsi müdaafa değil mi sonuçta?

Hakim: Yaz kızım; sanığın yirmi yıl hapsine...

Sanık: Ama yirmi yıl çok fazla... Bilseydim yanımda hafifletici sepetler getirirdim...

*

Yiğit Özgür, çizgiden çok, karikatür alanını dolduran konuşma balonlarıyla vuruyor. Sabırla, sonuna kadar okuyor ve son noktada sinirinizin bozulduğunu fark ediyorsunuz. Birkaç kez, vapur, metro gibi kalabalık yerlerde okumak hatasına düştüm... Kendinizi tutmaya çalıştıkça koparsınız ya; aynen öyle oldu...

Bir tane daha yazacağım; tutamıyorum kendimi. İki adam yolda karşılaşıyor:

1. Adam: Meraba Tufan Abi!

2. Adam: Meraba...

1.: Nooldu neyin var? Tanrım!! Yoksa düşündüğüm şey mi?!

2.: Evet Rıza...

1.: Erik mi?..

2.: Ne eriği lan?..

1.: Erik düşünüyorum ben...

2.: Dayıoğlu vefat etti Rıza...

1.: Yapma bee... Erik gibi adamdı...

*

Yiğit Özgür’ün gayet sade bir şekilde ‘Karikatürler’ adıyla Doğan Kitap’tan çıkan albümünü alıp da gülmeyecek insan tanımıyorum diyebilirim.

Neşeli bayramlar!..
Yazarın Tüm Yazıları