Statüko

Statüko, aynı biçimde devam edip duran; içinde bulunduğun koşulların tamamı demektir.

Haberin Devamı

Değişime direnene, öteden beri uygulanan durumu korumak isteyene de statükocu denir.
Statüko, değişimin düşmanıdır.
Kurumlarda, “Biz yıllardır böyle yapıyoruz ama…” sözünü çok duyarız.
İnsanlar, “Yıllardır böyle yapıyorsak, bu doğrudur.” diye düşünürler.
Yeni bir uygulamayı, yeni bir bakış açısını garipser, onaylamazlar.
Aslında alışkanlıklar, çoğu kez gerçeklerin önüne geçer.
Alışkanlıkların, yasaların yerine geçtiği bile olabilir.
Statükoyu bozanlar, yeni, çağdaş uygulamalara öncülük edenler; başta anlaşılamaz, eleştirilirler.
Toplum hep onların arkasından gelir.
Bazen de toplum, statükoyu değişime zorlar. Bu, ayrı bir yazı konusu.
Alışkanlıklarımızın ne kadar esiri olduğumuzu anlamaya çalışmalıyız.
Doğru, hiçbir zaman yıllardır yaptıklarımız değildir.
Belki, doğru; yıllardır yaptıklarımızdan farklı, yeni ve geleceği kucaklayan uygulamalar çıkarmaktır.
Buna da ‘ezber bozmak’ deniyor işte.

Haberin Devamı

DÜNYA, EĞİTİM ÜZERİNDEN YARIŞIYOR

Yöneticilerle yaptığımız toplantılarda söylediğimiz gibi, aynı anda, dünyanın değişik yerlerinde, aynı içerikte toplantılar yapılıyor ve her ülke kendi geleceğini şekillendirmeye çalışıyor.
Eğitim dinamik bir süreçtir.
Sürekli değişim ister. Irmak gibi akmak, kendini yeni anlayış ve yöntemlerle beslemek ister.
Sürecin içinde olmayanların ifade ettiği gibi, “Eğitim yazboz tahtasına döndü, durmadan değişiklik yapılıyor.” yerine; “Daha hangi reformları yapmalıyız, dünyanın önünde yer almak için atmamız gereken adımlar nelerdir?” diye düşünmek zorundayız.
Gördüğümüz kadarıyla dünya, bireyselliği, kişisel başarıyı ön plana çıkarıyor. Başarıyı, kişisel refah ve kişinin yeteneklerini keşfederek, kendini kurtarması ve kendi konforunu yakalaması olarak algılıyor.
Elbette çocuğun kendini tanıması ve hayatını devam ettirecek bir meslek sahibi olması önemlidir.
Ancak sadece bu amaç, toplumların refah ve mutluluğunu, huzurunu sağlamaya yetmeyecektir.
Eğitime, bir medeniyet projesi olarak bakmak zorundayız.
Maddi ve manevi varlıklarımızın; düşünce, sanat, bilim, teknoloji ürünlerimizin tamamı medeniyet kavramı içinde yer alır.
Başkalarının derdini, kederini, yoksulluğunu, sıkıntısını kendi acısı olarak yüreğinde hissetmeyen bireyin, bu medeniyetin bir parçası olması mümkün değildir.
Bizim toplumsal, kültürel ve tarihsel birikimimiz böyle bir anlayışla, kendi medeniyetimize ulaşmamız için son derece elverişlidir.
Yeni anlayışımız, kendini keşfeden ve kendini kurtaran yerine; kendi gücünü, kendi yeteneklerini keşfeden ve ‘bunları, başkalarının mutluluğuna adayan’ insanları çoğaltmak olmalıdır.

Yazarın Tüm Yazıları