Paylaş
Tanıdığımız, birlikte yaşadığımız, birlikte çalıştığımız kişilere güven de; tanımadığımız ama alış veriş yaptığımız, zorunlu olarak karşılaştığımız kişilere güvenimiz de, hayatımızın kalitesini belirler.
Mutluluğumuzun da, mutsuzluğumuzun da kaynağı budur.
Ne yazık ki, güvensizlik, neredeyse hayatımızın temel anlayışı olmaya başladı.
Alışveriş yapan, aldatıldığını ya da aldatılabileceğini düşünerek yapıyor alışverişini; bir devlet dairesinde işi olan, sorduğu soruya verilen cevabın bile doğru olup olmadığından emin olamıyor.
Arkadaş arkadaşa güvenemiyor; vatandaş devlete güvenemiyor; satıcı müşteriye; müşteri satıcıya güvenemiyor; hatta aile bireyleri birbirine güvenemiyor.
Güvensizlik, habis bir ur gibi her kesime sirayet ediyor. Oysa birbirimize güvenmezsek nasıl yaşarız bu hayatı?
EĞİTİMDE BİRÇOK KONUDA SİSTEM OTURMUŞ DURUMDA
Bugünlerde millî eğitimin binaları oldukça hareketli.
Öğrenci kayıtları, nakiller, tayinler, öğretmenlerin görevlendirme talepleri gibi birçok nedenle insanlarla görüşüyoruz.
Her talebe cevap vermeye, olabilecekleri yapmaya; mevzuat ve kurallar açısından olamayacakları da izah etmeye çalışıyoruz.
O kadar güvensiz insanlar var ki, “bu kadarı da fazla” diye düşündüğümüz oluyor.
“Anadolu liselerine, puan tutmadığı halde kayıtlar yapılabildiğini” duyduğunu söyleyenlerin yanında; “Öğretmen tayinlerinde, bütün boş kadrolar ilan edilmiyormuş, bazı kadrolara, el altından tayin yapılıyormuş.” diyenler bile çıkıyor.
Eğitim sektöründe birçok konuda kuralların ve sistemin tamamen oturmuş olmasına rağmen; hâlâ, “torpille, tanıdıkla” her şeyin olabileceğini düşünen birçok kişi olduğunu görüyoruz.
“DUYDUM, YAPILIYORMUŞ” DİYENLER YORUYORLAR
Bazılarımızda güvensizlik, zirveye çıkmış; hatta bir çeşit “hastalık”, bir “sendrom” boyutuna ulaşmış durumda.
Kuralları, sistemi, olması gerekenleri ne kadar anlatırsanız anlatın, en sonunda, “Zaten ben bu işin olmayacağını biliyordum, herkes benimle uğraşıyor, herkes benim işimi engellemeye çalışıyor.” diyenler çıkıyor.
Hayatın kendisine düşman olduğunu, hayatla ve insanlarla savaşmak gerektiğini düşünenler var.
Duydum, tayinler “el altından da” yapılıyormuş…
Duydum, o öğretmen iyi değilmiş, çocuğumu o sınıftan almak istiyorum…
Duydum, öteki okul daha iyiymiş…
Duydum, puan önemli değilmiş…
Her şey “duydum”a dayanıyor. Somut olarak ortaya konan bir tek olay, bir tek konu, bir tek vak’a yok.
Eğitim camiası çok büyük.
Kuşkusuz, canımızı sıkan, hoşumuza gitmeyen; hakka, hukuka, adalete, vicdana sığmayan şeyler de olabilir. Bunlar da, denetim mekanizmaları çalıştırılmak suretiyle önlenmeye çalışılıyor.
Bunları bütün sisteme güvenmeme boyutuna taşımak, sadece bu duygunun sahibini mutsuz eder.
Bir de, tam da okulların yeni öğretim yılına hazırlandığı şu yoğun dönemde, yöneticileri boşu boşuna meşgul eder, yorar.
SOSYAL DEVLET SAHİP ÇIKIYOR
Geçen hafta, Çukurambar’daki çocukları yazmıştım. Hani şu, trafik ışıklarında duran araçların sürücülerinden yardım talep eden çocuklar.
Ankara’da, Valimiz Alâaddin Yüksel’in yüksek hassasiyetiyle, fakir, fukara, yoksul, evsiz, yolda kalmış kim varsa, devlet imdadına yetişiyor.
Sırf, evsizler için bir otel kiralandı.
Parklarda, banklarda yatan evsiz, kimsesiz kişiler buralardan alınıyor ve bu otele yerleştiriliyor. Üst baş alınıyor, yediriliyor, içiriliyor; insanca bir yaşama kavuşturuluyor.
Bu otelde, iki yüze yakın insan kalıyor.
Sosyal Yardımlaşma Vakfı, son birkaç ayda, yüz bin eve ulaştı, ihtiyaçlarını giderdi.
Büyükşehir Belediyesi başta olmak üzere, ilçe belediyelerimiz de bu konuda duyarlı davranıyorlar.
* * *
Bütün bunlara rağmen Valimiz Alâaddin Yüksel de başından geçen bir olayı anlattı.
Bir tatil günü, iki kız çocuğu, “Abi bize yardım edin!” diye önünü kesiyor.
“Ben Ankara Valisiyim, derdinizi söyleyin, size yardım edeyim.” diyor. “Eyvah Vali’ye yakalandık.” diyorlar onlar da.
Vali Bey, “Hayır hayır endişelenmeyin. Ben size yardımcı olacağım.” diyor.
Lise çağında olduğu düşünülen büyük kız çocuğu hiç duraksamadan, peş peşe anlatıyor.
“Annem kanser hastası, evde yatıyor, ona ilaç almamız lazım.
Bir kardeşimiz yatalak, diğer kardeşimiz de ağır hasta.
Babamız, biz küçükken öldü. Çok zor durumdayız.”
Vali Bey, “Kalbim duracak gibi oldu, hemen telaşla, telefonlarını, adreslerini, okullarını sordum, yine hiç duraksamadan, yazdırdılar. Bir miktar harçlık verdim; ‘Hemen evinize gidin, birazdan sizi bulacağız, ne ihtiyacınız varsa gidereceğiz.’ dedim.” diyor.
Vali Bey, bu kentte böyle insanlar var da biz nasıl ulaşamamışız diye hayıflanıyor, mahcup oluyor. Hemen bu aileye sahip çıkması gerektiğini düşünüyor.
Sonra şu oluyor:
Çocukların verdiği bütün bilgilerin yanlış olduğu ortaya çıkıyor.
Okul, telefon, ev adresi, hepsi yanlış.
* * *
Valimiz de oldukça duyarlı.
Bu konunun üstüne gidilecek. Önümüzdeki günlerde, hep beraber, nereden kaynaklanıyorsa bu sorun, bulunacak ve gereği yapılacaktır.
Paylaş