Hizmet üretenler; bakış açıları, hayalleri, yetişme şartları ve algı düzeyleri kadar ruh katarlar kente.
Kattıkları bu ruh, bu değer orada yaşayanların ruhuyla buluşuyorsa; üretilen hizmet, kentte yaşayanların iç dünyalarında bir karşılık buluyorsa, mutlu olur insanlar. Yaşadığı kentin kimliğiyle övünür, benimser, sahiplenirler.
Elbette tüm yöneticiler, algısının ulaştığı kadar, elinden geldiğince hizmet üretiyor, insanların hayatını kolaylaştıracak işler yapıyorlar.
HAMAMÖNÜNE’NE UĞRAYINIZ
Ankara’da bu bağlamda dikkatimizi çeken Altındağ Belediyesi’nin ve tabi ki Başkan Veysel Tiryaki’nin kültürel ve sanatsal öğelerle yarattığı güçlü değerlerdir.
Olumsuzluklar ancak bu kadar fırsata dönüştürülebilir.
Yıkık dökük harabelerden, kültürel dokumuza uygun folklorik evler, konaklar, parklar ancak bu kadar mükemmel bir şekilde ortaya çıkar.
Bir süredir TRT 1 kanalında aynı adı taşıyan bir dizi yayınlanmakta.
Dizinin başlamasıyla özellikle sosyal medyada “Yedi Güzel Adam” üzerinde bir ilgi yoğunlaşması oldu.
“Yedi Güzel Adam kimlerdir, ne yapmışlar, nasıl yaşamışlar?” gibi sorular çoğaldı.
EDEBİYAT DERGİSİ
Ülkemizde belli başlı düşünsel damarlar vardır.
Bu damarların en güçlülerinden biri de kuşkusuz, Büyük Doğu ekolüdür.
Üstad Necip Fazıl Kısakürek’in, İslam Öğretisine yaslanarak ortaya koyduğu bilinç düzeyine Büyük Doğu diyebiliriz.
* * *
Sorularında, sitemlerinde, itiraflarında samimiyet vardır.
Hiçbir hesap yapmadan, sözlerinin arkasında başka bir niyet saklamadan konuşurlar.
Hem her şeyin ve herkesin farkındadırlar; hem de kendilerinin.
Hayallerini, kederlerini ve sevinçlerini saklamazlar.
“Göründükleri gibi olur, oldukları gibi görünürler.”
* * *
Tevfik İleri İmam-Hatip Lisesi öğrencileriyle bir söyleşiye katıldım.
Ya ideolojik bir fırtınanın ortasında yeni fikirler, yeni arayışlar, saf ve sorgusuz bağlılıklar peşindeyizdir; ya da gönlümüzde kaynayıp duran, bazen karşılığı bile olmayan bir aşkın girdabında kıvranıyoruzdur.
Gençlik fırtınası içinde arkadaştan daha yakın kimse yoktur hayatımızda.
Hesapsız bir arkadaşlık anlayışımız vardır. Hiçbir “ihtiyat payı” bırakmadan konuşuruz onlarla. İçimizin bütün gizleri, hayallerimiz, korkularımız arkadaşlarımız arasında cömertçe serilir ortaya.
Anneden, babadan, kardeşten öte bir anlamı vardır arkadaşlığın.
Doyumsuz sohbetler o yılların en önemli özelliğidir.
Akşama, sabaha kadar süren sohbetlerde, hayata dair konuların sonu gelmez.
Arkadaşlarımızla bir arada olabilmek için hiçbir engelimiz olamaz o yıllarda.
Tökezleyince de “vefa” diye bağırırlar.
* * *
Vefa, başkalarının tutumuyla ilgili bir durum değildir; vefa kendimizdedir.
Nerde, hangi konumda olursak olalım “gönül bağı” kurduğumuz gerçek dostlarımızla ilişkilerimizi örselememiş, belli aralıklarla da olsa “merhaba” demişsek, hangi konumda olduğumuzun önemi yoktur.
“Düşenin dostu olmaz” sözü bencilliği yansıtır ve doğru değildir.
Biz dost kalmayı başarmışsak, her durumda dostlarımız olacaktır.
FERAMUZ’UN ANLATTIKLARI
Yıllar önce, kardeşim Feramuz Aydoğan dil eğitimi almak üzere İngiltere’ye gitmişti.
Sevgimiz, nefretimiz de öyle.
Güvenince sonuna kadar güveniriz; bir yanlışlık görünce de yıkılırız.
Sevince sonuna kadar severiz; sonrası malum...
Nefret edince, kinlenince sonuna kadar yaşar; zaman geçip de bu duyguların yersizliğini anlayınca üzülürüz.
Özür dileyecek kadar da cesur değiliz.
Oysa hayat, denge üzerinde durmaktadır.
Ölçülü sever, ölçülü güvenir, ölçülü yaslanır, ölçülü harcar, ölçülü davranırsak eğer; hayal kırıklıklarımız da daha az olacaktır.
“Ankara hep sonbahardır.” demiştik bir söyleşimizde.
Hüznü, güçlükleri, duygu noksanlığını çağrıştırır çünkü.
Herkes devlet gibi ciddidir Ankara’da; herkes devletin bir parçası olarak görür kendisini.
Ankara’da olmak üst perdeden konuşmayı, üst perdeden bakmayı, kendini “taşradan” önde saymayı gerektirir gibi bir algı var.
Burada herkes kendisini dünyanın merkezinde görür.
* * *
Ankara’nın bir başka dünyası var oysa, çok azımızın farkında olduğu.
Hayatımız boyunca aynı işleri yapmak, aynı stresleri, aynı sıkıntıları, aynı sorunları aşmaya çalışmak; hatta sonucu belli aynı başarılarla, sevinçlerle karşılaşmak çok da anlamlı görünmüyor.
Her makamda, her görevde, tarih boyunca sayısız değişmeler olmuştur.
Şöyle ya da böyle, işleri yürüten birileri bulunur.
Önemli olan, görev süresi içerisinde neler yaptığımız ve geride hangi zihinsel açılımları bıraktığımızdır.
Bazen başarı, insanlara kendi durumlarını, kendi yaptıklarını sorgulatma sürecidir.
Bazen başarı, insanların zihinlerinde çağrışımlar yaratmak, olağandan öte bir çabayı tetiklemektir.
Motive etmektir, fark ettirmektir; düşündürmektir.