Sanayici asla siyasete bulaşmasın. Bu, benden tüm sanayicilere baba nasihati olsun. Çünkü ben siyaset mağduruyum. Benim en kötü tecrübem bugüne kadar bu oldu.”
İzmirli sanayici Selçuk Yaşar, birkaç yıl önce yaptığı bir sohbette 12 Eylül darbesinden sonra yaşadığı ve sonuçlarını yıllarca çektiği olayı böyle anlatıyordu.
İzmir’den doğan neredeyse tek marka olan Pınar’ın kurucusu Selçuk Yaşar, yıllar boyunca sıkıntısını yaşadığı, şirketlerini kapanmanın eşiğine getiren olayı şöyle anlatıyordu:
“12 Eylül askeri darbesinden sonra 1983’te seçimlere gidildi. İzmirli işadamları olarak emekli orgeneral Turgut Sunalp’in kurduğu Milliyetçi Demokrasi Partisi’nin (MDP) iktidar olacağına kesin gözüyle bakıyor ve her platformda görüşlerimizi açıkça dile getiriyorduk. Seçimde, daha önce Milli Selamet Partisi’nden aday olan Turgut Özal iktidara gelince, benden ve tüm İzmir’den intikam aldı. Bira yasağı getirdi, et ithalatını, süt tozu ithalatını serbest bıraktı. Pınar Et ve Pınar Süt o dönemde ciddi sıkıntılar yaşadı.”
Yaşar, siyaset nedeniyle Mesut Yılmaz döneminde de hedef haline getirildiklerini, 2001’de Yaşarbank’a el konulduğunu hatırlatıyor “Kısacası ben siyasete bulaştım, büyük ceza aldım” diyordu.
SOSYAL MEDYADAN PAYLAŞTI
İzmir’den doğan en önemli markalardan birini yaratan, boya, matbaa mürekkebi, bira, süt, gübre, kağıt, su şişeleme, kültür balığı, entegre et tesisi gibi bir çok alanda ilklere imza atan Yaşar Grubu’nun kurucusu Selçuk Yaşar ne yazık ki sözünü en yakınındaki oğluna anlatamamış. Çünkü bildiğiniz gibi Yaşar Grubu, bugün yeni bir siyasi iletişim kazasıyla gündemde.
TÜRKİYE aday olduğu Avrupa Birliği (AB) ile tarihinin en kötü dönemini yaşıyor. İki tarafın ilişkilerini zora sokan konular arasında mülteci anlaşmasının uygulanması, vize serbestisi, Gümrük Birliği’nin genişletilmesi, katılım müzakerelerinin fiilen dondurulması gibi konular var. Referandum sonucu da, ilişkilerin geleceğini tayin edecek konulardan biri. “AB ile ilişkiler kopar mı kopmaz mı?” sorusu, 2017’nin en önemli tartışması olarak gündemde duruyor. Böyle bir ortamda siyasi ilişkilerin düzelmesi kolay görünmüyor. Bu ilişkiler içinde olumlu sonuç alınabilecek ekonomik konular yok değil. Örneğin Gümrük Birliği’nin genişletilmesi iki tarafın da üzerinde çalışmak istediği bir konu. AB bu yıl 60’ıncı yılını kutluyor. 9 Mayıs ise tüm AB üyesi ve aday ülkelerde 1985’ten beri “Avrupa Günü” olarak kutlanıyor. Türkiye de 2000’den beri Avrupa Günü’nü kutlayan aday ülkelerden biri.
ETKİNLİKLER DÜZENLENİYORDU
Ankara, İstanbul ve bazı Anadolu kentlerinde geçen yıllarda Avrupa Günü konserler, sergiler, koşu ve ralli gibi spor etkinlikleri, turnuvalarla kutlanırdı. Halkın katılımı özellikle tercih edilen bir konuydu. Bu yıl ise coşkulu kutlamalar hayal olmuş. Türkiye tarafında herhangi bir hazırlık yok. Avrupa Birliği ise salon toplantılarıyla halka kapalı etkinlikler düzenlemeye karar vermiş. Tek konser ise Suriyeli çocuk korosu olacakmış.
DESTEKLER SÜRECEK Mİ?
Siyasi ilişkilerin zora girdiği dönemde Avrupa fonlarıyla devam eden mali destekler süreçten nasıl etkilenecek? Merak edilen konulardan biri de bu. Türkiye’nin aday ülke statüsünde Avrupa Birliği ülkeleri ile uyum sürecini hızlandırmak için hazırlanan mali desteklerle halen pek çok proje yürüyor. AB 4 milyar 453 milyon Euro’luk kaynakla 2014-2020 yıllarını kapsayan yeni dönemde 9 temel sektörde projelere destek verecek. Bu sektörler adalet, ulaştırma, enerji, tarım demokrasi ve iletişim, çevre ve iklim, rekabet edebilirlik, istihdam.
Avrupa Birliği ile tam üyelik olacak mı olmayacak? İlişkiler tamamen kopacak mı? Bu soruların yanıtlarına göre bu projelerin akıbeti de belli olacak!
İLHAM VEREN ÖYKÜLER
TÜRKİYE
BİR süredir dizi filmlerin hastane sahnelerinin vazgeçilmez platosu önce Taksim Alman hastanesi oldu, tahliye edilince şimdi de Üniversal Çamlıca Hastanesi.
Son günlerde Anne dizisinde açılışına katıldığım ultra lüks Çamlıca Hastanesi’ni görünce, bir zamanların büyük sağlık kurumu Universal’de neler oluyor merak ettim, araştırdım.
Önce geçmişi özetleyeyim. Bu hastanelerin kurucusu Azmi Ofluoğlu Trabzon’dan geldiği İstanbul’da, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’ni bitiriyor ve doktor oluyor. İlk hastanesini 1976’da Aksaray’da Vatan adıyla açıyor.
1992’de Taksim Alman Hastanesi’ni bünyesine alan Ofluoğlu, yıllar içinde Edirne’den Irak’a kadar yurtiçinde ve dışında onlarca sağlık kuruluşunun sahibi oluyor.
Hastanelerini Vatan ve Üniversal Grup adı altında toplayan Ofluoğlu, 2000’lerden sonra teşvik edilen özel hastaneler rüzgarına kapılarak, büyük bir yatırım atağına girişiyor.
“7 ilde 7 hastane” sloganıyla yaptığı yatırımların finansmanında sıkıntı başlayınca, 2011’de Türkiye’ye akan fonların cazibesiyle yabancı ortaklığa “evet” diyor.
İşte koca bir hastane imparatorluğunu bitiren süreç de böyle başlıyor. Uluslararası yatırımcılar ADM Capital, PGGM ve Dünya Bankası kuruluşu IFC, grubun yüzde 26’sını 140 milyon dolara satın alıyor.
Bir süre sonra ortaklar yönetim konusunda anlaşamıyor, ödenmeyen maaşlar ve yönetim kavgası ile gündeme gelen grubun hastaneleri içinde, ilk kilit Alman Hastanesi’ne vuruluyor. Bugün ise Üniversal Grubun 13 hastanesi kapalı.
KAPIDA golf arabaları... Son teknolojiye sahip görüntüleme merkezleri. Tek veya iki kişilik yatakların yer aldığı modern ve zevkli döşenmiş odalar. Bir hastanın diğerinden rahatsız olmaması için kulaklıkla izlenecek televizyonlar. Devlet hastanelerinin klasikleşmiş kalabalıklarını yok eden uzun ve geniş salonlar, koridorlar... Burası Isparta’da faaliyete başlayan yeni şehir hastanesi. 800 yataklı bu hastanenin inşaat maliyeti 1.2 milyar TL’yi bulmuş. 20 yıl boyunca Akfen tarafından işletilecek. Tabii değişecek hükümetlere, ödeme krizlerine karşı Hazine garantisi sayesinde, ayda 100 milyon lira kira bedeliyle... Toplam sayıları 36 olması beklenen ve kamu özel ortaklığıyla kurulan bu hastaneler birer birer devreye giriyor. Şu ana kadar Yozgat, Mersin ve Isparta açıldı.
YENİLENMELERİ GEREKİYOR
Bu hastanelere ilişkin birçok kesimden eleştiri geldi ancak sektörden ses çıktığını görmedik. Ne düşünüyorlar? Bu hastaneler gerçekten bir devrim mi yoksa sağlık sisteminin özelleştirilmesi konusunda atılan bir adım mı? Bu soruları bazı sektör temsilcilerine sordum. Herkesin hemfikir olduğu konu, kamu hastanelerinin artık teknolojik olarak ömrünü doldurduğu... Ancak seçilen çok yataklı, şehir hastaneleri modelinin de yanlış olduğu görüşündeler. İşte kaygılar ve eleştiriler:
MODÜLER HASTANE MODELİ
- Kamu, hastaneleri yenileme yöntemi olarak bir finansman modeli seçti. Gerekçesi kamunun bu yatırımları daha pahalıya mal etmesiydi. Maliyeti 20 yıla yaymak istedi.
- Ancak seçilen model yanlış! Dünyada artık çok yataklı büyük hastanecilik terk ediliyor. Çünkü verimli işletilemiyor. Türkiye ise en küçüğü 1000 en büyüğü 4 bin yataklı hastaneler inşa ediyor.
- Çin, İngiltere gibi bu modeli uygulayan ülkelerde kalp, ortopedi alanlarında uzman hastaneler kuruluyor.
- Türkiye’de hasta sayısının artacağı varsayılıyor. Oysa nüfusunun yüzde 21’i 65 yaş üzerinde olan Fransa’da hastaneye gitme oranı altı yılda 6.5. Türkiye’de ise 65 yaş üzeri nüfusun oranı düşük ama hastaneye gitme oranı 8.5. Bu oranın artamayacağı ortada. Ödenecek kiralar nasıl çıkarılacak?
İŞ dünyasının yakından tanıdığı bir aile Süzerler. Tarihi 1952’de Hasan Süzer’in Gaziantep’te ilk temellerini attığı inşaat işleriyle başlıyor. Ve Türkiye’nin Turgut Özal’la başlayan liberalleşme yıllarında, yani 1980’lerde ikinci kuşak Mustafa Süzer döneminde dış ticaret hacmi 1 milyar doları bulan, gayrimenkul geliştirme ve finansta büyüyen holdinglerden biri oluyor.
Ancak 2001 krizi, grup için zor yılların başlangıcıydı. Bankasını kaybeden grupta, üçüncü kuşak da bu krizli yıllarda devreye giriyordu. İkiz kardeşler Baran ve Serhan Süzer, holdingi darboğazdan kurtarma konusunda babalarına destek oluyordu.
TÜKETİM SONU NE OLACAK?
Ta ki Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu ile anlaşma sağlanıp, holding düz yola çıkıncaya kadar. Süzer Grubu bugün gayrimenkul geliştirme işini sürdürüyor. İki kardeşten Baran, geçen hafta yazdığım gibi ABD’deki yatırımların başında. Süzer Grubu’nun ikinci veliahtı Serhan Süzer ise holdingden tamamen ayrılmış.
Üniversite yıllarından beri Greenpeace üyesi olan, üretimde insan haklarını temel alan good4trust platformunun kurucusu, “aktivist işadamı” kimliğiyle tanıdığım Süzer’in sessiz sedasız ayrılışının nedenini merak ettim. Ve ona sordum.
Süzer, “Kendimi bildim bileli çevre sorunlarıyla ilgiliyim. ‘Dünyada bu kadar tüketim var, bunun sonu nereye varacak’ diye sorardım. Bu konuda makaleler okurdum” diye başlıyor sözlerine. Kanada’da mühendislik eğitimi alırken, bu dünya görüşü pekişmiş. “Üniversite yıllarından beri Greenpeace üyesiyim” diyor.
Süzer Türkiye’ye döndükten sonra, askerliğinin son gününde Kentbank’a el konmuş. “Babama destek olmak için şirkete girdik. Ama ben bu işlerin yola girmesinden sonra kendi ideallerim doğrultusunda çalışacağıma kendime söz verdim. Bunun da 10 yılı bulacağını tahmin ediyordum” diyor.
BABAMDAN BORÇ ALDIM
YIL 1998. Sağlık Bakanı Yıldırım Aktuna, Küba’da sağlık konusunu araştırmak amacıyla bir heyetle Havana’ya geliyor. Heyette gazeteci olarak ben de varım. Sovyetler Birliği’ni dağıtan Glasnost politikalarının en büyük darbelerinden birini Küba yemiş. SSCB’den gelen 8 milyar dolar yardım kesildiği için çare aranıyor. Kaynak yaratacak en önemli sektör turizm ve sağlık. O yıllarda Küba dünyaya açılmanın ilk adımlarını atıyor.
Yıl 2017. Yine Küba’dayım. Bu kez artık Fidel Castro yok. 20 yılda Havana’daki değişim çarpıcı. Sokaklar, tarihi mekânlar turistlerle dolu. Türkiye’yi rotadan çıkaran cruise gemileri bile Havana’da. Küba’daki değişim özellikle son iki yıldır Barack Obama’nın başlattığı ambargoyu kaldırma kararıyla hız kazanmış. Gelen turist sayısı iki yılda yaklaşık yüzde 40 artmış. Peninsula’dan Kempinski’ye dünyanın önemli otel zincirleri yatırım için Havana’da. İlaç sanayi dünyanın kabul ettiği bir gelişme göstermiş.
SONUÇ BEKLENİYOR
Küba hızlı ama kontrollü biçimde özel sektörünü geliştiriyor. Girişimcilere kapılar açılırken yabancı yatırımcılar da projeleriyle Küba’da artık. Küba Türkiye için ise önemli bir ticari partner değil. 2015 yılı ticaret hacmimiz sadece 27 milyon dolar. Bunun 10 milyonu ihracat, 17 milyonu ise ithalat. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 2015’teki ziyaretiyle, Küba, Türk yatırımcıları için yeniden gündeme geldi. İşletmesinin yabancı yatırımcıya verilmesine karar verilen havaalanları için TAV, cruise limanı için de Global Yatırım talip. İyi niyet anlaşmaları tamam gibi... Şimdi sonuç bekleniyor.
YÖNETİCİLERLE GÖRÜŞECEK
İşte hem bu gelişmeleri hızlandırmak hem de yeni yatırım imkânlarını araştırmak için Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu (DEİK) Başkanı Ömer Cihad Vardan ile Türkiye İhracatçılar Meclisi Başkanı Mehmet Büyükekşi’nin de aralarında bulunduğu bir heyet Havana’ya gitmeye hazırlanıyor. Türk-Küba İş Konseyi Başkanlığı’na seçilen Global Yatırım Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Kutman’ın bir anlamda ev sahipliğinde 24-25 Nisan’da gelecek heyet için şimdiden programlar hazırlanıyor. Küba dışa açılıyor ama her iş hala devlet şirketleri aracılığıyla yürüyor. Programa göre heyet, ticaret ve turizm bakanlıklarına bağlı bu şirketlerin üst düzey yöneticileriyle görüşecek.
Türkiye’nin yeni büyükelçisi Berris Ekinci, Türkiye ile Küba arasında ticari ilişkilerin gelişmesi için bu ziyaretin önemli olduğunu söylüyor. Küba’da İspanya, Kanada gibi ülkelerin yatırımda öne çıktığını anlatan Ekinci, ticaretin artması için Eximbank kredilerinin devreye girmesi gerektiğine işaret ediyor.
Küba 11 milyon nüfuslu küçük bir ülke. Ancak dünyanın en gelişmiş ülkeleri buradaki yatırımlardan pay almak için yarışta. Doğru bir strateji ile Türkiye’nin şansı neden olmasın!
FETTAH Tamince 2000’lerin başında turizm sektöründe hızla büyüyen bir işadamıydı. Şirketi Sembol İnşaat, Kazakistan’da başlattığı yatırımlardan sonra Rusya, Ukrayna, Hırvatistan, Birleşik Arap Emirlikleri’ne yayılarak, bugün uluslararası bir inşaat şirketi oldu. Tamince’nin Türkiye’de tanınması ise turizm sektörü ile başladı. Rixos markası ile açtığı otellerle bu sektörde hatırı sayılır bir yer edindi. Bu büyümede siyasi ilişkilerinin etkili olup olmadığı tartışması ise hiç eksik olmadı.
DEĞERİ 3 MİLYAR DOLAR
Çünkü Fettah Tamince 17-25 Aralık öncesi Fethullah Gülen hareketine yakınlığını hiç saklamadı. Ancak bu hareketten zarar gördüğünü de açıklayarak ayrılması da kamuoyunun gözü önünde gerçekleşti. Tamince, bir süredir sessiz. Türkiye’deki yatırımları giderek azalan Tamince’nin otel sayısı 11’den 8’e düşmüş durumda. İki yıl önce 1.3 milyar dolar bedelle ihalesini aldığı ve kapsamında 7 otel ve rezidanslar bulunan Haliç Dönüşüm Projesi ise Çevre Etki Değerleme raporu çıkmasına rağmen hala başlayamadı.
Peki bunları neden hatırladık? Çünkü aldığım bilgilere göre Tamince bugünlerde önemli bir ortaklığın peşinde. Bir sohbetimizde Tamince, “Tüm dünyada 3 milyar dolarlık Rixos Otelleri var. Bunun yüzde 10’u bizim geri kalanını işletiyoruz” demişti.
Şimdi Tamince, Rixos otelleri için Türkiye’de Mercure, Novotel ve İbis markalarıyla yer alan ve şehir otelciliğinde en önemli gruplardan Fransız Accor Grubu ile stratejik bir ortaklık için masada. Yine öğrendiğime göre bu ortaklık gelecek hafta çarşamba günü Berlin’de başlayacak turizm sektörünün en önemli fuarı ITB’de duyurulacakmış. Nasıl bir ortaklık olacağı henüz netleşmese de, kulislerde şehir otelleriyle tanınan Accor Grubu’nun lüks resort yatırımlarını Rixos markası ile yapacağı söyleniyor. Çünkü şehir otelciliğinde ortaklık iki grup için de anlamsız olur. Zaten Rixos’un şehir oteli olarak elinde sadece İstanbul ve Konya duruyor.
6 BİN KİŞİLİK İSTİHDAM
Daha önce yazdığım bir yazıda “Fısıltılar Tamince’nin biatının henüz tam olarak yeterli olmadığını söylüyor” demiştim. Haliç Projesi ile 1.3 milyar dolarlık yük altına giren ve bir süredir ortak arayan Tamince güçlükleri aşacak bir ortaklık kurabilecek mi?
Daha önce de Mariiot grubuyla ortaklık görüşmeleri yapan ancak anlaşma sağlayamayan Tamince’nin şirketleri tüm yatırımlarında 6 bin kişiye istihdam sağlıyor. Otel işletmeciliğinde de Türkiye’den doğan güçlü bir marka. Güçlü bir ortaklık bu yüzden önemli.
CHATHAM House Londra merkezli bir düşünce kuruluşu. 1920’de Birinci Dünya Savaşı sırasında uluslararası diyalog sağlamak amacıyla Kraliyet Uluslararası İlişkiler Enstitüsü adıyla kurulmuş. Yıllar sonra ise bulunduğu binanın adını alarak Chatham House olmuş.
Bu kurumun özelliği düzenlenen toplantılarda konuşulanların kamuoyuna açık konuşmacıların kimliğinin gizli tutulması. Yani kimin neyi söylediği sır olarak kalıyor. Hatta bu kural toplantılarda “Chatham House kuralı” olarak biliniyor. Kurum dünyadaki önemli sorunlar konusunda araştırmalar ve projeler yapıyor. Bu dönemdeki çalışmaları internet sitesinde “İngiliz ve Avrupa dış politikası, AB-Çin ilişkileri, göç ve mülteci krizi, enerji ve iklim politikası” olarak sıralanıyor.
TÜRKİYE PROJESİ
Türkiye’yi jeostratejik anlamda önemli bulan kurumun bir de Türkiye Projesi var. Bu projenin kurumsal destekçisi bundan önce Türkiye’den Akbank ve onun Yönetim Kurulu Başkanı Suzan Sabancı Dinçer idi. Geçen günlerde ise bu destekçinin kimliği değişti. Koç Holding, Chatham House’un kurumsal ortağı ve “Türkiye Projesi”nin ana destekçisi oldu.
Türkiye Projesi, ayrıca “One Belt, One Road” (Bir Kemer, Bir Yol) olarak bilinen “Yeni İpek Yolu” girişiminde Türkiye’nin konumlandırılması ve Türkiye-Avrupa ilişkileri konularını da içeriyor. Koç Holding Yönetim Kurulu Başkan Vekili Ali Y. Koç da Chatham House’un Mütevelli Heyeti’ne katıldı.
Chatham House’da bundan önce Türkiye’yi temsil eden Suzan Sabancı Dinçer ise Temmuz 2016’da sessiz sedasız bu kurumdan ayrılmış. Dinçer neden ayrıldığını şöyle açıklıyor: “Akbank, Chatham House’la yedi sene boyunca çok başarılı ortak çalışmalara imza attı. Kurumsal ortaklığımız süresince Akbank’ın desteğiyle başlayan Türkiye Projesi’nde üst düzey akademisyenlere burslar verdik. Tüm dünyada ses getiren İstanbul Roundtable toplantılarını düzenledik. Hükümetimiz de büyük destek verdi.”
SABANCI ABD’YE YÖNELİYOR
Sabancı Dinçer, bu çalışmalar sonucunda 2011 yılında 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’e de uluslararası ilişkilere katkılarından dolayı Kraliçe II. Elizabeth tarafından ödül verildiğini hatırlatıyor ve bundan sonraki çalışmalarını şöyle açıklıyor: “Ülkemizin uluslararası alanda daha sağlıklı temsili için Amerikan düşünce kuruluşu Council on Foreign Relations Uluslararası Danışmanlar Kurulu Üyeliği ve ABD eski ticaret bakanı Larry Summers’ın kurduğu Harvard John F Kennedy Siyaset Fakültesi Mossavar-Rahmani İşdünyası ve Politika Merkezi Danışma Kurulu üyeliklerini üstlendim. Görev dağılımımdaki dengeyi korumak ve kan değişimi için Chatham House’tan çıkma kararı aldık ve kurumsal ortaklığımızı Temmuz 2016’da sonlandırdık. Chatham House’ta bayrağı Koç Holding devralıyor. Büyük başarılara imza atacaklarına inanıyorum.”