Paylaş
Bize ve ülkemize duyduğu hayranlığı, “Britanya’da turistlerin gidebileceği topu topu 10 tane yer sayabilirsiniz ama Türkiye’de binlercesi var” sözleriyle son derece içten bir şekilde ifade ediyor Birleşik Krallık İstanbul Başkonsolosu Leigh Turner... Açıkçası biraz asık yüzlü, hafiften İngiliz kibrine sahip ve mesafeli birini beklerken, karşımda gayet neşeli, dost canlısı ve sıfır kompleks bir adam buldum. Eğer bir 007 James Bond numarası çekip beni kandırmadıysa, Turner gerçekten de bizden biri gibi olmuş. Bakalım anlattıklarını okuduktan sonra sizler ne hissedeceksiniz?
*Röportajı hangi dilde yapacağımıza siz karar verin. Benim İngilizcemle sizin Türkçeniz yarışır...
- Haydi gel Türkçe konuşalım ki bana da pratik olsun.
*Valla hiç de pratiğe ihtiyacınız varmış gibi gelmedi bana, maşallah şakır şakır konuşuyorsunuz...
- Orası tartışılır ama yine de biz Türkçe devam edelim.
*Her başkonsolos tayin edildiği ülkenin dilini öğrenmiyordur herhalde...
- Haklısın ama yeni lisanlar öğrenmek benim için özel bir zevk. Rusça, Almanca ve Fransızcayı gayet iyi; Türkçe, İspanyolca ve Ukraynacayı da nispeten iyi konuştuğumu söyleyebilirim.
*Özel bir zevkten ziyade özel bir yeteneğiniz var desek daha doğru olacak galiba...
- Yetenek falan değil benimkisi, sadece birazcık cesaret işi...
*Nasıl yani?
- Yabancı bir dili yeni yeni konuşmaya başlayan kişi, insan içinde komik durumuna düşebiliyor. Ama ben çok kötü konuşsam da, hiç umursamadan söyleyeceklerimi dile getiriyorum. Böyle “korkusuzca” pratik yapınca da ister istemez o dili öğreniyor insan.
*Komik olmanın en akıllı yolu bu herhalde...
- (Gülüyor) Bilemiyorum ama bazen halimi görsen çok gülersin. Mesela birkaç Türk arkadaşımla dışarı çıkıyoruz, onlar farkında olmadan hızlı hızlı konuşmaya başlıyorlar. Muhabbetten tek bir kelime bile anlamadığım zamanlar oluyor, dışarı mı çıkacağız, çay mı içeceğiz, ne yapacağız bilemiyorum. Resmen grubun içindeki hiçbir şeyden haberi olmayan çocuk gibiyim. Ama dediğim gibi bu hiç umurumda değil, gün geçtikçe ilerleme kaydedeceğimden eminim.
BEN AJAN FALAN DEĞİLİM NORMAL BİR İNSANIM
*Alışılmışın dışında, sosyal medyada son derece aktif, daha “dokunabildiğimiz” bir diplomatsınız...
- O zaman senin başka İngiliz diplomatlarla da tanışman gerek.
*Bu şahsınıza özgü bir durum değil mi yani?
- Bazı hükümetler diplomatlarının sosyal medyada yer almasına karşı olsa da, Britanya bunlardan biri değil. Bizim sosyal medyayı kullanmaktaki amacımız insanları bir araya getirmek. Mesela benim İstanbul’u sevme sebeplerimi #reasonstolikeIstanbul hashtag’iyle sürekli paylaşmam inanılmaz güzel tepkiler alıyor. Lütfen Twitter adresimi yazar mısın? Belki takipçilerim artar; @leighturnerfco
*Sosyal medyada insanlar genelde birbirini yerken, siz nasıl oluyor da “birlik, beraberlik” amacınızı gerçekleştirebiliyorsunuz?
- Öncelikle ben İstanbul ve Türkiye’yi çok seviyorum, bunu da paylaşımlarımla açıkça belli ediyorum. İkincisi, ben ülkenizde yaşayan yabancı bir ajan falan değilim, Twitter ve blog’umdaki paylaşımlarım sayesinde normal biri olduğumu gösterebiliyorum. Son olarak da işim gereği haşır neşir olduğum politika uzmanları, müdürler, gazeteciler dışında başka insanlarla da iletişim kurma şansı yakalıyorum.
*Oysa ben de sizi sosyal medyada ilk gördüğümde “MI6 ajanı falan mı acaba?” diye düşünmüştüm...
- Türkiye’deki yaygın komplo düşüncesiyle ilgili blog’umda pek çok yazı kaleme aldım. Komplo teorileri oldukça popüler burada (gülüyor). En çok da Galler Gizli Servisi ile ilgili paylaşımlarım oldu.
DÜNYADAKİ EN GÜÇLÜ GİZLİ SERVİS GALLER’İNKİ
*Anlatılanlara göre en tehlikeli istihbarat birimi onlarmış...
- Bunu söyleyen sensin, ben değil. Yazarken “Tehlikeli olabilir” dedim çünkü dünyadaki en güçlü gizli servis onlar. Neden mi diyeceksin, çünkü şu ana kadar yaptıkları hakkında tek bir kanıt bile elde edebilen yok. İstihbaratlarla ilgili ne kadar az şey bilinirse, bu o kadar sınırsız komplo teorisi anlamına gelir!
*Malum bizler duygusal insanlarız, yanlış bir şey yazarım da farklı bir yere çekilir diye hiç korkmuyor musunuz?
- Tweet atarken tabii ki çok dikkat ediyorum. Ara sıra yazdıklarımı beğenmeyenler olsa da, genel olarak sosyal medyadan aldığım geri dönüşler olumlu yönde.
*Peki gerçekten sosyal medyada göründüğünüz kadar samimi misiniz yoksa bu bir tür strateji mi?
- Yazdığım her şeyin arkasında samimiyetimi kolayca görebilirsin. Zaten tweet’lerinizi sizin yerinize bir başkası atarsa, insanlar orada gerçek kimliğinizle var olmadığınızı hemen anlarlar. Twitter’da bir şeyden hoşlandığımı yazıyorsam, gerçekten hoşlanmışım demektir. Tabii zaman zaman hoşlanmadığım şeyler de oluyor ama onları pek paylaşmıyorum.
50 LİRA VERDİĞİM TAKSİCİ DÖNÜP 5 LİRA VERDİN DEDİ
*Sizi neler rahatsız ediyor mesela?
- Gittiğim bir restoranda fazla hesap getirmeleri ya da 50 lira verdiğim taksicinin dönüp bana “5 lira verdin” demesi gibi (gülüyor).
*Blog’unuzda komplo teorilerinin bazen tehlikeli olabileceğini, politikacıları ve kamuyu daha agresif hale getirebileceğini yazmışsınız...
- Tecrübelerime dayanarak Türkiye’nin çok önemli ve güçlü bir ülke olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. Yine deneyimlerime dayanarak diyebilirim ki Türkiye’de neler olacağına sadece Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları karar verir.
Çünkü bu memleket dışarıdan güçler tarafından kontrol edilebilecek bir ülke değil. Bazı önemli partnerleriyle tartışmaya girdiğinde karşı taraf hep Türkiye’yi suçluyor. Böyle durumlarda “Belki tek hatalı taraf Türkiye değildir” diye düşünmek şart!
*Peki Birleşik Krallık’ın dolayısıyla da istihbarat servisleri MI6’in dünyadaki en büyük “oyun kurucu” olduğu efsanesi için ne diyeceksiniz?
- İstihbarat konularında bir yorum yapamam.
SEYAHATİ ÇOK SEVERİM HALİMDEN MEMNUNUM
*Buraya atanmadan evvel Ukrayna’da görevdeydiniz, ondan önce de Antarktika ve Hint Okyanusu çevresindeki bölgelerde bulundunuz. Hiç “Ah keşke Paris’e, Roma’ya tayin edilseydim” falan demediniz mi?
- Bu konuda şanslıyım çünkü son derece büyüleyici bir kariyerim oldu. Viyana, Moskova, Berlin, Kiev derken en son İstanbul’a geldim. Diğer bazı işlerim vasıtasıyla Çin, Hong Kong ve Japonya’da da bulundum. Anlayacağın seyahati çok seven bir adam olarak halimden gayet memnunum. Temmuzda büyükelçi olarak Viyana’ya dönüyorum.
*Gönlünüz İstanbul’da kalmayacak mı?
- İstanbul’da olmaktan gerçekten büyük zevk aldım ama Viyana’ya gideceğim için de heyecanlıyım. İki şehri kıyaslamanın bir anlamı yok, Oscar Wilde’ın dediği gibi “Karşılaştırmalar nefret vericidir”...
*Oscar Wilde’ı bir kenara bırakalım ve gelelim LGBTİ bireylere verdiğiniz desteğe...
- Birleşik Krallık tüm ülkelerde her türlü ayrımcılığa karşı olan ve insan haklarını destekleyen bir hükümet. Dünyanın pek çok yerinde ayrımcılığa karşı yasalar olmasına rağmen asıl sorun bu yasaların uygulanıp uygulanmamasında. Türkiye’de LGBTİ bireyleri destekleyen aktivitelerin, derneklerin olması, gidebilecekleri kafelerin ve kulüplerin varlığı, aktif alanların bulunması, gerçekten çok iyi bir durum. Haziran 2013’te Gezi Olayları’nın hemen ardından yapılan Onur Yürüyüşü’ndeki adeta karnaval havası, Türkiye’ye eşcinsel hakları yönünden olumlu olarak geri dönecektir.
*Karnaval havasının yerini 2015’te biber gazı ve müdahaleler aldı ama...
- 2015 Onur Yürüyüşü’nde yaşananları şanssız birkaç nedene bağlıyorum. Bunlardan en önemlisi iletişimin gerçekten çok kötü olmasıydı. İnsanlar oraya güzel bir şeyin parçası olmak için gitti ama İstiklal’e doğru yürümek isterken ani bir müdahaleyle karşılaştılar. Tabii ki polis de işini yapacak ama ortada şiddet içeren hiçbir ortam olmamasına rağmen insanlar ağır bir “aksiyonun” içine düştü.
TÜRKİYE PEK ÇOK FARKLI DÜŞÜNCEYİ BARINDIRIYOR
*Türkiye’de yaşayan bir yabancının gözüyle baktığınızda giderek muhafazakârlaşan bir fotoğraf görüyor musunuz?
- Bu benim ya da başka bir yabancının değil de sizlerin cevaplaması gereken bir soru. Bu arada toplum içinde bazı değişiklikler gördüğümü söyleyebilirim. Türkiye’yi daha az veya daha çok muhafazakâr diye yargılayamam. Sonuç olarak burası pek çok farklı düşünceyi içinde barındıran bir ülke. Muhafazakâr kesimin yanında liberali de var. Türkçe ve Kürtçe konuşanlar, Sünniler, Aleviler, Kürtler, Lazlar, Çerkezler gibi pek çok grup mevcut bu topraklarda. Farklılıklar bir araya geldiği zaman bütünlüğün potansiyelini anlayabiliriz. Ülkenin bazı bölgelerinde kadınların çalışmasını doğru bulmuyorlar mesela ve bu da kadına şiddet gibi korkunç durumların yaşanmasına neden olabiliyor.
*Peki sizin bir çözüm öneriniz var mı?
- Bu durumlarda hükümete eğitim konusunda büyük sorumluluklar düşüyor. Kadına şiddet asla kabul edilebilir bir durum olamaz. Tabii ki bu yalnızca Türkiye’ye özgü bir problem değil. Gerek ayrımcılık, gerekse de kadına şiddet global sorunlar.
*Genelde yabancıların Türkiye’ye gelmeden önce ülkeyle ilgili kafalarında yer etmiş bazı önyargılar vardır. Sizde durum neydi?
- “Türkiye nasıl bir yerdir?” diye sorduğunuzda, yurtdışındaki insanların fikirlerinden pek de emin olmadıklarına inanıyorum. Dürüst olmak gerekirse ben de bunlardan biriydim. Buraya ilk kez tatil yapmak için 1990’da geldim. O günden beri ülkenizle ilgili onlarca kitap okudum. Türkiye’nin olağanüstü bir tarihe sahip olduğunu gördüm. Öylesine kültürel ve tarihi bir zenginliğe sahipsiniz ki insanın gerçekten gözleri kamaşıyor. Geçtiğimiz yıl Güneydoğu’yu ziyaret etme şansım oldu. Diyarbakır, Batman, Midyat, Harran, Şanlıurfa ve Gaziantep’i tek kelimeyle tarif etmem gerekirse, o da herhalde “fantastik” olur. Türkiye’de görülecek binlerce yer varken, İngiltere’de turistlerin gitmesi için topu topu 10 yer sayabilirsiniz...
BAŞVURAN HER 100 KİŞİDEN 92’Sİ VİZE ALIYOR
*Zor vize verdiğiniz konusunda söylentiler var...
- Hayır bu kesinlikle doğru değil. Aksine bizden vize almak gayet kolay. Her yıl tüm dünyada 100 binden fazla Türk vatandaşına Britanya vizesi veriyoruz. Başvuruların yüzde 92’si olumlu sonuçlanıyor. Genelde vize işlemini 15 iş günü içinde bitirmeye gayret ediyoruz, kışları ise bu daha kısa sürede oluyor. Bir de daha hızlı servislerimiz var, belirli bir ücret karşılığı üç gün içinde işlemleri tamamlayabiliyoruz. Hatta biraz daha fazla ücrete bu bir güne de inebiliyor.
*Bastır parayı, al vizeyi diyorsunuz...
- (Gülüyor) Tabii ki hayır. Vize alabilmeniz için yapmanız gereken tek şey başvurularınızda sadece doğruları söylemeniz. Aslında durum bu kadar basit!
*Avrupa’da yaşanan terör saldırılarının ardından Müslümanların vize alması zorlaştı mı peki?
- Kesinlikle böyle bir durum söz konusu değil, vize işlemlerinde değişen hiçbir şey olmadı.
DEYİMLERİNİZİ ÖĞRENMEM TÜRKİYE’YE OLAN SAYGIMDAN
*Gelelim “Türkçeyi sevmem için 77 milyon nedenim var” konulu yazınıza....
- O meşhur Türk misafirperverliği var ya, işte dilinizi sevmemin 77 milyon nedeni oradan geliyor.
*Siz Türkçe’yi bu kadar seviyorsunuz ama bizim sokaklar, mağazalar maşallah hep İngilizce sözcüklerden oluşan tabelalarla “bezenmiş” durumda...
- Bu global bir akım! Fakat unutmamak gerekir ki moda sürekli değişen bir kavram. 19. yüzyıl sonlarında diplomasi dili Fransızcaydı. Herkes o lisanı konuşuyordu. Savaş ve Barış gibi çok önemli bir Rus klasiğinin bile ilk bölümünün yarısı Fransızca yazılmıştı. 20. Yüzyıl’da internetin etkisiyle İngilizce iyice yayıldı ve uluslararası bir dil olarak önem kazandı. Tüccar zihniyetli insanlar da haliyle ürünlerine İngilizce isim verdiklerinde daha çok satış yapacaklarını düşünüyorlar.
*Bahsettiğiniz kültür emperyalizminin etkisi olmasın...
- (Gülüyor) Bak senin de aklın komplo teorilerinde. Burada milyonlarca bireysel karar söz konusu, kimse kimsenin zekasını falan kontrol etmiyor. Senin açtığın kafeye hangi ismi vereceğine kim karışabilir ki?
*Türkçe “derdinizi anlatmakla” kalmıyorsunuz, bir de deyimlerimizi yerinde kullanıyorsunuz...
- “Dört gözle bekliyorum”, “Elimden geleni yapacağım” gibi deyimleri daha Türkçem çok iyi değilken bile kullanıyordum (gülüyor). Bu ülkenin deyimlerine varana kadar dilini öğrenmem, Türkiye’ye olan saygımdan dolayı. Tamam belki İstanbul’da çoğu insan İngilizce konuşuyor ama ben Türkçe konuşmaya başlayınca işin doğası değişiyor, daha sıcak bir ortam oluşuyor.
*Pratik için neler yapıyorsunuz?
- Kasım ayına kadar her gün bir saat ders aldım. Onun dışında Türkçe gazete okuyorum ve televizyon izliyorum.
*Ee o zaman Türk dizilerini de kaçırmıyorsunuzdur...
- Daha çok haberleri izliyorum çünkü dizilerde pratik yapma şansım pek olmuyor.
SİZİN DİZİLERDE İNSANLAR DAKİKALARCA BAKIŞIYOR
*O niye?
- Türkçemi geliştirmek ve konuşmaları dinlemek için bir dizi seyretmeye başlıyorum. Karşıma bir kadın ve erkek çıkıyor. Erkek beş dakika boyunca kadının yüzüne bakıyor. Müzik çalıyor. Sonra kadın bıyıklı erkeğe bakıyor. Ardından adam kafasını sallıyor. Derken kamera yine kadına dönüyor, bu arada kimse bir şey konuşmuyor. Türkçe duymak için açıyorum ama maalesef duyamıyorum. İnsanlar sadece dakikalarca birbirlerine bakıp duruyorlar (kahkahalar).
*Değişik deyimler duymak istiyorsanız Poyraz Karayel’i izleyin, aforizmaları muhteşem.
- Haklısın, doğru programı bulmam gerekiyor sanırım. Avrupa Yakası’nı beğenerek izliyordum. Bir de Türk filmlerinden bazılarını gerçekten çok severek seyrettim. Mesela Eyyvah Eyvah çok komikti. İzlemesi çok kolay olmasa da Nuri Bilge’nin Bir Zamanlar Anadolu’suna ve Mayıs Sıkıntısı’na ve Ramin Matin’in yönettiği, Emine Yıldırım’ın senaryosunu yazdığı Kusursuzlar’a da tek kelimeyle bayıldım. Ayrıca eski Türk filmlerini de seviyorum. Şener Şen’in Kırmızılı Kadın’ı favorim. Fakat içlerinden ille de bir tanesini seçmemi istersen, Yılmaz Güney’in Yol’u derim.
*Neden “Yol” peki?
- Filmden ziyade Yılmaz Güney’in Türkiye’de ne kadar önemli bir kişi ve sembol olduğunun farkındayım. Bence bireyler düşündüklerini istediği şekilde söyleyebilmeli. Eğer korkusuzca istediğinizi söylüyorsanız, bunun yanında da basın özgürlüğü ve hukukun üstünlüğü varsa, demokrasi oturmuş demektir. Eğer durum tam tersiyse ve toplumda korku hakimse, sadece başarılı bir ekonomiyle demokrasiyi geliştirmek neredeyse imkansızdır. İkisi beraber yürümeli. Çin’de ekonomi başarılı ama demokrasi yok. Tabii ki istisnalar var ama birisi eksikken diğerinin ayakta duramayacağına inanıyorum. Türkiye, Avrupa Birliği yolunda ilerlerken ekonomisi kadar ülkedeki demokratik ortama da önem vermeyi ihtimal etmemeli.
*Peki Türkiye’de hukukun üstünlüğü ve ifade özgürlüğü hakkında ne düşünüyorsunuz?
- Elbette şu an sorunlar var. Gazeteciler hapse atılıyor. Az önce dediğim gibi güçlü bir demokrasi için mutlaka ifade özgürlüğü olmak zorunda. Aksi takdirde ülkenin nereye doğru gittiğiyle ilgili yararlı tartışmalar yapamazsınız. Eğer bu tip tartışmalar olmazsa da sağlıklı kararlar almak zorlaşır.
SİMİTE ZAM GELDİĞİNDE ÇOK ÜZÜLMÜŞTÜM
*Türkçenizi duyduktan sonra İstanbul’u da benden daha iyi bilebileceğiniz hissine kapıldım. Var mı mekan tavsiyeleriniz?
- Öncelikle Türk yemeklerinin hayranı olduğumu belirtmek istiyorum. Hele iki liraya mısır, bir liraya simit satılıyor ya, işte onlara bayılıyorum. Simite zam geldiğinde çok üzülmüştüm.
*Pintilik var sizde biraz galiba?
- Pintilik ne demek?
*Cimrisiniz sanırım...
- (Gülüyor) Hayır cimri falan değilim, pahalı restoranlara gitmenin bir sakıncası yok tabii ki ama ben sokak lezzetlerinden de zevk alıyorum. Fakat İstanbul’a bir misafirim geldiğinde onları dünya mutfağı servis eden lüks mekanlar yerine daha otantik restoranlara götürüyorum. Asmalı’daki Canım Ciğerim’i hepsine tercih ederim doğrusu.
*Gittiğiniz yerlerde sizi tanıyorlar mı?
- Hayır niye tanısınlar? Zaten protokolle değil sessiz sessiz gidiyorum. İşimi yaparken tabii ki konsolos gibi olmalıyım ama özel hayatımda bir restorana gittiğimde bana “Hoş geldiniz sayın konsolos” denmesinden hoşlanmıyorum. Mesela Galata Köprüsü’nün altındaki balıkçılarda keyif yapmaya bayılıyorum. Hele Eminönü’ndeki balık ekmek ve midyenin lezzeti gerçekten harika! Mesela son olarak Karadeniz kıyısında yer alan Şile’ye gittim ve çok beğendim. Kimse de beni tanımadı, kış güneşi altında Şile Plajı’nda çayımı keyifle yudumladım.
*Sokağa çıktığınızda kaç güvenlikle dolaşıyorsunuz?
- Maalesef 2003’teki saldırıdan ötürü bizim konsolosluğun trajik bir geçmişi var. Ne yazık ki o olay burada çalışanların hâlâ hafızasında. Bu yüzden güvenlik düzenlemeleriyle ilgili konuşamam. Genel olarak yorum yapmam gerekirse, kendimi İstanbul’da Londra’da olduğumdan daha güvende hissediyorum. Ama umarım buradan ayrılana kadar bir kamikaze taksinin ya da ters yönde giden bir pizzacı motosikletinin altında kalmam.
*Viyana’ya gitmeden önce Kraliyet Ailesi’nden birilerini buraya davet etmeyi düşünür müsünüz? Fena mı olur Kate ve William, Canım Ciğerim’i görse...
- Geçen yıl Prens Charles gelmişti. Fırsatımız olursa gerek Kraliyet Ailesi fertleri gerekse normal vatandaşları Türkiye’ye davet ederim tabii ki.
KADINLARA OLAN TAVRI YÜZÜNDEN BOND’LA ANLAŞAMAZDIM
*Dünyada 007’den müzik gruplarına kadar İngiltere’yi temsil eden pek çok marka var...
- Biz bu konuda çok şanslı bir ülkeyiz çünkü bahsettiğin gibi oldukça fazla sembolümüz var. Bayrağımız bile pek çok insanın tişörtünde, ayakkabısında ya da çantasında bir şekilde yer alıyor. Bunun yanında hemen hemen herkes Rolling Stones’tan, Led Zeppelin’den veya The Beatles’dan haberdar. Film endüstrisine bakıyorsun, James Bond’u ve Harry Potter’ı bilmeyen yok. Fakat doğrusunu istersen Bond’u tanısaydım kadınlara olan tavrı yüzünden kendisiyle herhalde pek anlaşamazdım (gülüyor).
*Dışarıdan bakıldığında Türkiye’nin sembolleri neler?
- Bence bu konuda bireysel başarı elde etmiş Türkler çok önemli. Mesela Almanya Yeşiller Partisi’ndeki Cem Özdemir ya da Arsenal’de oynayan Mesut Özil buna çok güzel iki örnek. Unutmadan söyleyeyim, Türkiye’nin en önemli sembollerinden biri de Türk Hava Yolları.
*Peki ya dansöz, rakı, şiş kebap?
- (Gülüyor) Benim Londra’da yaşadığım yerde 20’ye yakın Türk restoranı var. Gerçekten hepsi farklarını belli ediyor. Türkiye “markasının” dünyadaki genel imajına gelince, bu konuda biraz daha çalışmalar yapılmasına ihtiyaç var.
*Bu kadar iyi Türkçe konuşurken, Türkçe kitaplar da okuyorsunuzdur herhalde...
- Buket Uzuner, Elif Şafak, Ahmet Ümit ve Orhan Pamuk’un kitaplarını İngilizce çevirilerinden okudum. Ahmet Ümit’in o muhteşem kitabı Beyoğlu’nun En Güzel Abisi’ni de Türkçe okumaya çalıştım ama sadece ilk 100 sayfasına gelebildim. Türkçe tamamını okuduğum tek kitap Elçin Poyrazlar’ın Gazetecinin Ölümü adlı sürükleyici gerilim romanıydı.
*Kuşlar, İstanbul’da geçen bir kitap yazdığınızı kulağıma fısıldadı..
- Evet boş zamanlarımda yazıyorum. Şu anda 1453 yılında başlayan ve bugünkü tarihten birkaç yıl ileri giden, İstanbul’da geçen bir gerilim romanı üzerinde çalışıyorum. Fakat bu yaz İstanbul’dan ayrılmadan önce bitmeyecek gibi duruyor.
*Peki ya Türkçe müzikle aranız nasıl?
- Türkçe müzik dinlemek hoşuma gidiyor. Örneğin Sertab Erener’i, Hadise’yi, özellikle de “Good Morning Baby” adlı şarkısını ve Barış Manço’yu seviyorum. Ama beni İstanbul’da Garage Venue’deki konserlerine davet eden Duman grubu ile konser sonrası kuliste tanışmak özellikle mutluluk vericiydi.
ÜÇ BÜYÜKLER ARASINDA KARAR VEREMEDİM KASIMPAŞA’YI SEÇTİM
*İngilizler de aynen Türkler gibi futbola meraklı. Burada tuttuğunuz bir takım var mı?
- Türkiye’ye ilk geldiğimde Galatasaray, Fenerbahçe ve Beşiktaş arasında karar veremedim. Konsolosluğun camından baktığımda da Kasımpaşa’yı görüyorum. Hâl böyle olunca Kasımpaşa’yı tutmaya karar verdim. Bunun yanında büyük bir Manchester United taraftarıyım.
*Souness ile tanışıyorsunuz sanırım, değil mi?
- Türk futbolunu biraz takip ediyorum. Galatasaray’ın eski teknik direktörü Graeme Souness ile tanışmaktan çok mutlu olmuştum. Kendisi sadece iyi bir futbolcu ve uzman bir teknik direktör değil aynı zamanda çok candan bir adam. “Ulubatlı Souness” olarak yaptığı ün de efsanevi. Videoyu izledim!
*Peki ya Slaven Bilic ve Jose Mourinho?
- Slaven Bilic, bu yıl West Ham’de süper sonuçlar alıyor ve harika bir iş çıkarıyor. Manchester United’a, benim takımıma sıralamada son derece yakınlar! Mourinho’nun da harika bir yönetim karnesi var... Ve her konuştuğunda manşetlere çıkmak gibi bir huyu...
Paylaş