Paylaş
Rusya’daki vatandaşların hakkını ararken sesini ‘kısmayan’ Elif Şafak niye ifade özgürlüğümüzü iyice pamuk ipliğine bağlayacak olan internet yasası hakkında kendini ‘sessize aldı’?
Global sorunlara gelince şapır şupur, bize gelince Ya Rabbi şükür durumları mı var?
Durun hemen “Delirdin mi İzzet? Bunları daha yeni yazdın” demeyin.
Size bu ‘deja vu’yu neden yaşattığımı söylemeden önce sorularınıza cevap vereyim...
Hayır, her zamankinden fazla delirmiş değilim!
Yukarıda yazdıklarım da 10 Şubat’ta burada paylaştıklarımın kısa bir özeti.
Ülkemdeki kutuplaşma beni derinden üzüyor
Gelelim ‘tekerrür sebebine’...
Gezi olayları ve yeni internet yasasıyla ilgili yeterli duyarlılık göstermemekle suçladığım Elif Şafak’la geçtiğimiz hafta buluştuk.
Daha önce de Şafak’ı eleştiren yazılar yazmıştım ama ilk defa yüz yüze gelecektik.
Haliyle tepkisinin ne olacağı benim için büyük merak konusuydu.
İnsanın gözünün içine bakıp ruhunu görebilen bir kadın Elif.
Sakin tavrı, ağzından dökülen doğru seçilmiş net kelimeleri ve ses tonuyla adeta hipnotize ediyor karşısındakini.
“Acaba insan uzun süre yurtdışında kalıp global bir yazar olunca kendi ülkesine yabancılaşıp sorunlara karşı duyarsızlaşıyor olabilir mi?” diye patlattım ilk can alıcı soruyu.
“Tam tersi, oradayken her şeyi çok daha yakından takip ediyorum” dedi Elif Şafak...
“Ötekileştirmeye hep karşı çıkan bir edebiyatçı olarak ülkemdeki kutuplaşma beni derinden üzüyor.”
Bu yasa zamanın ruhuyla bağdaşmıyor
Bu arada “Sen rastlamamış olabilirsin ama internet yasası ile ilgili eleştirilerimi Türkiye’de, yurtdışında ve de sosyal medyada daha önce dile getirmiştim” diyerek bana serzenişte bulunmayı da ihmal etmedi sağ olsun.
Gezi olayları sırasında da ‘Kaygılıyız’ dilekçesine imza atmış ama kendisini siyasetçi değil bir yazar olarak gördüğü için her gün yeni bir açıklama yapmak zorunda olmadığının da altını özellikle çiziyor.
“Benim için dilekçelerin ne dediği kadar nasıl dediği de önemli. Ötekileştiren ve karşısındakini düşmanca tarif eden unsurlar kimden gelirse gelsin kabul etmiyorum” diye de eklemeyi ihmal etmedi.
“Peki ya internet yasası” diye soruyorum: “Sana göre özgürlüğe vurulmuş bir darbe mi, yoksa gerçekten özel hayatın koruma altına
alınması mı?”
Şafak’a göre buradaki asıl sorun, internetin düzenlenmesinden ziyade tüm bunlar yapılırken özgürlüklerin yok sayılması.
“Özel hayatın gizliliği elbette önemli ama hiçbir mahkeme kararı olmadan hükümete bağlı TİB Başkanı’na dört saat içinde her türlü müdahale yetkisi verilmesini doğru bulmuyorum” diyor Şafak.
Tükiye’deki önemli düzenlemelerin kamuoyunda yeterince tartışılmadan yapıldığına inanıyor ve bu durumun demokrasinin ruhuna aykırı olduğunu söylüyor. “Üstelik, bu yasa zamanın ruhuyla ve dijital dünyanın gidişatıyla da asla bağdaşmıyor” diye ekliyor.
Paranoya toplumuna dönüşüyoruz
Yasanın onaylandığı gün Beyaz Saray’ın resmi Twitter hesabından gönderilen “Sansürsüz internet, dünyada özgürlük için bir araçtır” iletisini hatırlatıyorum. Acaba son günlerin popüler deyişiyle ‘zamanlamasını manidar’ buluyor mu bu tweet’in?
“Maalesef internet düzenlemeleri ve kuvvetler ayrılığını zayıflatan adımlarla gelişmiş demokrasilerin çizgisinden giderek uzaklaşıyoruz” diyor. “Demokratik hakları sadece kendimize benzeyenler için istiyoruz. Giderek gettolara bölündük. Sadece özgür dünya ile değil, kendi aramızda da perdeler çekiyoruz.”
“Kabataş’taki türbanlı kadına...” cümlesini tamamlamadan, “Ben aslında bunu tartışmaktansa bu hale nasıl geldik diye düşünmeyi tercih ediyorum” diye ‘susturuyor’ beni ve devam ediyor:
“Giderek bir korku ve paranoya toplumuna dönüşüyoruz. Bu kadar gerginlik ve komplo teorisi ile birbirimize farklı gezegenlerden gelen insanlar muamelesi yapıyoruz. Tam bir akıl tutulması içindeyiz.”
Ben daha fazla hipnotize olup tavuk gibi gıdaklamadan ertesi gün için bir röportaj sözü alıp kalktım masadan. Kısmetse önümüzdeki pazar günü kıran kırana bir söyleşi okuyacaksınız. Kırılan tek şeyin önyargılarımız olması umuduyla...
Oscar’a 5 kala kehanetler
Bugün bir klişeyle karşınızdayım. Malum Oscar’a beş gün kaldı ve tahminler loto misali havada uçuşuyor. Ben de boş durmadım ve ‘İzzet’e göre Oscar’ı Alacaklar Listesi’ hazırladım.
Bu yıl 86’ncısını izleyeceğimiz törende en iyi kurgu, en iyi görüntü yönetmeni, en iyi prodüksiyon tasarımı, en iyi ses kurgusu ve en iyi ses miksajı kategorilerinde “Gravity” ödül avcılığına çıkacak.
“Hobbit bu törenin neresinde?” diye soranlara cevabım: ‘En İyi Görsel Efekt Ödülü’ne dikkatli bakın’ olacak.
Zaten kategorinin birincisi belli, neyi konuşuyoruz ki...
İşte bendenizin erken öten horoz misali Oscar tahminleri...
Atilla (Dorsay) Abi’nin kulakları çınlasın.
En İyi Film:
“12 Years a Slave”in, çok güçlü rakipleri olmasına rağmen hak ettiği gibi Oscar’da da diğer ödüllerdeki başarısını göstereceğini düşünüyorum. Bir de Akademi’nin kölelik ve soykırım gibi konulara olan zaafını unutmamak lazım.
En İyi Yönetmen:
Akademi’yi en az terletecek ödüllerden biri bence bu... Bu ödülü kimse “Gravity”nin ‘maestrosu’ Alfonso Cuarón’un elinden alamaz!
En İyi Erkek Oyuncu:
Leonardo DiCaprio’nun “The Wolf of Wall Street”teki rolüyle zaten halihazırda kazandığı gibi bir söylenti olsa da, ben canlandırdığı AIDS’li karakter için inanılmaz zayıflayan ve bu zor rolü hakkını vererek oynayan Matthew McConaughey’nin, DiCaprio’ya ve diğer favori Ejiofor Chiwetel’e (12 Years a Slave) çalım atacağını düşünüyorum.
En İyi Kadın Oyuncu:
Cate Blanchett... Başka bir şey yazmama lüzum yok!
En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu:
Her iyi erkek oyuncunun arkasında iyi bir yardımcı erkek oyuncu vardır diyor ve “Dallas Buyers Club”da hayran kaldığım Jared Leto’nun ödülü kucaklayacağına inanıyorum.
En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu:
Eğer Akademi’nin Jennifer Lawrence aşkı depreşmezse, Lupita Nyong’o (12 Years a Slave) hak ettiği Oscar’ı alacaktır.
En İyi Uyarlama Senaryo:
“The Wolf of Wall Street” ve “12 Years a Slave” arasında geçeceğini düşündüğüm mücadelede, “Philomena” bu ‘altılı ganyanın sürprizi’ olursa da şaşırmamak lazım.
En İyi Özgün Senaryo:
“Her” ve “American Hustle” arasında bir seçim yapamaz durumdayken, “Her” filmi için çalıntı iddiasıyla dava açılması imdadıma yetişti. Kazanan belli; “American Hustle”!
En İyi Yabancı Film:
Ödülün gitmesi gereken yer Danimarka olsa da, diğer ödül törenlerinde İtalya’nın yüzünü güldüren “La Grande Bellezza”, Oscar’ı da ‘Çizmeye’ getirecek sanırım.
Ortaya karışık
1- 1992’de kurduğu Wagamama’yı beş yıl sonra 204 milyon dolara satan Alan Yau, 2014’e hızlı giriyor. ‘Dahi çocuk’, Londra’da bu sene üç restoran birden açacak. Bunlardan iki tanesi Uzakdoğu rüzgârları estirirken, Shaftesbury Avenue’de açacağı mekân özellikle lahmacuna ağırlık veren bir Türk lokantası olacak. Alan Yau’nun birdenbire ‘lahmacunculuğa’ soyunmasında Türk eşi Jale Erentok’un parmağı olsa gerek. Tatlıses Urfa’ya Oxford’u getiremedi ama Yau Londra’ya lahmacunu götürdü.
2- Milyonlarca dolarlık bir sözleşmeyle Dior’un yüzü olan ve son reklam kampanyasındaki androjen görüntüsüyle dikkat çeken Jennifer Lawrence, Dior tuvalet giymeden ödül törenlerine adım atmıyor. Geçen sene yine Dior elbisesiyle Oscar’ını almak için sahneye çıkarken merdivenlerde takılıp düşen Lawrence ünlü modaevini ima ederek “Umarım merdiven inip çıkmaya daha elverişli elbiseler yaparlar” diye bir açıklama yapmış. Besle Hollywood yıldızını, oysun gözünü...
3- David Letterman, geçtiğimiz günlerde emekli olan ‘azılı düşmanı’ ve rakibi Jay Leno’yla aralarındaki buzları eriterek, eski dostunu programına davet etmek için çalışmalara başlamış. Anlaşılan reyting uğruna ‘kan davaları’ bile son bulabiliyor...
Paylaş